Dayak
Ağlayarak girdi kapıdan içeri. Telefonda sesinin iyi olmadığını fark edince, onu daha fazla yormamak adına sorgulamamış, hemen gel demiştim. Gözü morarmıştı hafifçe, saçlarını gözünün üzerine doğru düşürmeye çalışmış ama gizlemekte fazla başarılı olamamıştı. Zaten akan gözyaşlarını silmek için sürekli saçını kaldırıyordu. Sarıldım ona, sadece sarıldık, ikimizde hıçkırıklara boğulmuştuk, bir süre devam etti ağlamamız. Hadi gel mutfağa dedim bir kahve yapalım konuşalım. Omuzları düşmüş, elinde mendili beni takip etti. Kahve yapmak için cezveye uzanırken ne oldu diye sordum. Yine gözyaşları içinde 'bu sefer çocukların yanında dövdü beni' dedi. 'Kurtaramadım kendimi, bir anda üstüme çullandı, çocuklarımın yeter baba! öldüreceksin annemi diye bağırdıklarını duydum, sonrada kapıyı çarpıp çekip gitti' dedi. Hemen arkasından çocukları giydirip anneannelerine bıraktığını, onlara görünmeden sıkı sıkı evde olanları kimseye anlatmamalarını tembih ettikten sonra çıkıp bana geldiğini söyledi.
Uzun zamandır tanıyordum onu. Zaman zaman eşinin olumsuz davranışlarından bahseder, önceleri sadece korkutmak amacı ile üzerine yürüdüğünü, içkili olduğu zamanlarda ise tartakladığını ancak o hamleleri savuşturmayı başarabildiğini anlatırdı. Ama bu sabah tam kahvaltı sırasında yani eşi ayıkken meydana gelmişti dayak olayı. Tamamı ile hazırlıksız yakalanmıştı. 'Bu sefer ki sebebi ne imiş?' diye sordum. 'Ne olacak, para' dedi, 'bizim tek derdimiz para' diyerek anlatmaya devam etti;
'Dün akşam beni kendi göndermişti ev sahibine, kiranın bir süre daha gecikeceğini söylemem için. Ne zorlukla gittim o kapıya, hep anlatırım bilirsin ev sahibinin densizliğini, adam kapıyı açıp beni görünce gözleri başka bakıyor bana, kadın hisleri bu hiç yanılmaz, ev sahibinin derdi para değil ki biliyorsun işte anlatmıştım sana. Bunu bile bile gittim eşim gönderdi diye.'
'Ne önemi var paranın Şengülcüğüm gel otur şuraya, bir de kahve yap, ne zamandır bir kadın elinden kahve içebildiğim yok biliyorsun canım' dediğini duyunca midem bulanmaya başladı. Alelacele söyleyeceklerimi söyleyip uzaklaştım adamın yanından , bu kadar sorunum varken bir de ev sahibinin densizliğini çekemezdim. Akşam yemeğini suskun bir şekilde yedik, çocuklar odalarına çekildi bizde bir süre sonra yattık.
Sabah erken uyandım. Çocuklar okula gitmeden önce birkaç lokma birşeyler yesinler diye mutfağa koştum hemen. Çocuklar da giyinip gelmişlerdi arkamdan, en sonunda o da geldi mutfağa, bir anda saçımdan yakalayıp, O ananın üçaylığını alacaksın, ne yapıp edip o parayı alacaksın diye bağırıp, vurmaya başladı. Hemen elimdeki çaydanlığı çocukların üzerine dökülmeden tezgahın üzerine koyup, ellerimle yüzümü örterek korunmaya çalıştım. Büyük kızım bağırarak yanıma gelmiş, diğerleri mutfağın uç köşesine sinmiş korku dolu gözlerle bizi izliyorlardı. Vurdu vurdu yorulunca da nereden bulursan bul, sakın para bulmadan eve gelme, diye bağırarak kapıyı çarpıp çekti gitti. Annem ne yapacaktı, rahmetli babamdan kalan üç beş kuruşluk üçaylık ile hasta kardeşimle birlikte geçinmeye çalışıyordu. Bir de şimdi ben mi anne o parayı bana vereceksin diyecektim.
Sanırım bu adam beni hiç anlamayacak. Anlasa zaten bir kadına el kaldırmaz, hele para için dayak atmazdı. Artık benim boyumu aştı bu sefer ki olay, gelirken yolda düşündüm, ben boşanacağım dedi.
O anda daha çok üzüldüm, o pırıl pırıl bakan üç çocuğa mı yanayım, yoksa gencecik yaşta arkadaşımın çektiği acılara mı.
Kahvesini acelece içerek 'hadi' dedi, 'bir avukat ağabeyimiz var aile dostumuz olan, beni ona götür, hemen bitsin bu işkence'.
Sakinleştirmeye çalıştım, kendine de Ona da biraz zaman tanımalısın, her dayak yiyen hemen evini bırakıp gider mi dedim. Aslında dayağın tasvip edilir yanı yoktu ama üç çocuk ve ayrıldıktan sonra yaşanacak olan maddi manevi olumsuzlukları düşünüyordum. Şengül şuan ki durumunda bunları düşünemiyordu. Yangına körükle gitmeyi hiç sevmez, elimden geldiğince her zaman daha sakin ve daha pozitif olmayı denerim. Bu iş yine bana ve eşime düşüyordu. Şengül'e hadi sen dinlen, rahatla biraz vakit geçsin daha sakin kafa ile yeniden düşünelim dedim. Onu içerdeki kanepeye gönderdim. Eşimi aradım durumu anlattım. Şengül bu sefer kesin kararlı boşanacağım diyor başka bir şey demiyor, erken gelmeye çalış biz biraz durumu düzeltmeye çalışalım dedim. Ama dayağın affedilir telafi edilir bir tarafı yok ki. Önce ben kendim affetmeyi kabul edeyim, sonra arkadaşıma kabul ettirmeye çalışacağım ama olmuyor ki, onun anlattıkları film şeridi gibi geçiyor gözlerimin önünden, ellerin kırılsın Hasan dedim içimden. Bu sefer nasıl çözeceğiz bakalım bu durumu, zar zor da olsa götürüyordunuz işte şu beraberliği, üç çocuğun hatırına, şimdi ne yapacaksın bakalım.
Şengül birkaç gün bizde kaldı. Çocukları aldık annesinden, onlara bir şey fark ettirmek istemiyorduk. Bu arada eşim Hasanla konuşup uygun bir dille onu çok hatalı olduğuna ikna etmeyi başardı. Eşimde ben de dayağı hiç kabullendiğimiz halde, üç çocuğun hatırına yok saymayı tercih ettik, olabilirmiş gibi gösterdik ayrı ayrı ikisine de. Bir daha olmayacağının sözünü defalarca alarak Hasan'dan. Aslında ikisi de birbirlerini seviyordu, ah! şu parasızlık bu kadar bellerini bükmeseydi.
Hasan eşine çiçek, çocuklara hediyeler alarak geldi akşam bize. Kapıyı Şengül ve çocuklar açtı. Çocuklar hasretle babalarının boynuna sarılmış, bir yumak olmuşlardı. Şengül' de boynunu bükmüş çocuklarına bakıyor, gözyaşlarını içine akıtıyordu bu sefer.
Yemeğe oturduğumuzda hep başka şeyler konuştuk, dayak olayı yaşanmamış, her zaman ki aile sohbetimizmiş gibi.
Gitme vakitleri geldiğinde, Şengül boynuma sarılarak, 'iyi ki varsın, iyi ki o gün boşanmak için avukata gitmeme izin vermedin, yuvamı kurtardın, üç çocuğumun geleceğini kurtardın, seni çok seviyorum canım arkadaşım, iyi ki sizler hep yanımızda oldunuz' dedi.
Yılgındı, ezikti, hayatın olumsuzluklarına küskündü, ama üç çocuğu vardı. Sorumluluklarını biliyordu.
Kapıyı onların arkasından kapatırken, tekrar muhasebe yapmaya döndüm kendimle.
Acaba gerçekten doğru mu yapmıştık ?????????
Bu yazı, denemeden çok harika bir öykü olmuş. Kutluyorum, selamlar...