Degaje Demokrasi
Ayşe kocasının gömleğini kirli sepetine götürürken gördüğü bir tel sırnaşık saç telini parmaklarının ucuyla burun hizasına kadar kaldırıp merakla incelemeye başladı. 'Kadın saçı bu, hem de sarı!' Sarı saç teli ve gömleğin yakasındaki pembe ruj lekesi, sabaha karşı eve gelen kocasının suç delili olarak duruyordu karşısında. 'Yine o kadının yanındaydın ha! Oysa bana söz vermiştin, bir daha aldatmak yoktu. Boyun devrile Şeref e mi!'' diye bir süre söylendi. 'Yok yok, kesin komşu kadın doğru söylüyor, cin girdi Şeref'in içine...' Bu düşünceyle sokağa attı kendini. Komşu kadının verdiği tarifle, nefesinin kuvveti ve dahi cinleriyle nam salmış, Cinci Hoca'nın kapısında aldı soluğu.
Kapıda sıra bekleyen kalabalık kadın topluluğunu görünce, Cinci Hoca'nın üfürüğünün ne denli güçlü olduğuna iyice kanaat getirmişti. Huşu içinde sıranın kendisine geleceği zamanı beklemeye başladı. Sıra ona gelip içeri alındığında, Hoca Hazretleri bir metre mesafeden nokta atışlarına başlamış, Ayşe'nin yüzü tükürük yağmuruyla yıkanmıştı. Yüzünü mendiliyle silen Ayşe, 'Yarabbi sana çok şükür,' dedikten sonra, hemen konuya girdi.
'Hocam, kocam beni aldatıyor. Ocağına düştüm bana bir çare,'' diye yalvarmaya başladı.
Hoca, Ayşe'yi bir el hareketiyle susturup, 'Sizin üstünüzde büyü var Hanım. Kocanın içine cin girmiş, gözüne domuz gibi görünüyorsun,' deyiverdi.
Ayşe bu sözleri duyar duymaz, dizini döve döve, 'Vay başıma gelen. Gözleri kör olsun, elleri kırılsın bize bunu yapanın!' diye beddualar ettikten sonra, 'Peki hoca hele bir hâl çaresi söyle, ne yapacağım ben şimdi?' diye sordu.
Hoca koca göbeğine kadar kapkara uzayan sakalını sıvazlayıp, 'Hım, ben büyüyü bozarım bozmasına da amma velakin çok para lazım,' dedi.
Ayşe boynunu bükerek, 'Yapma Hocam, benim çok param yok ki sana vereyim.'
Hoca, 'Yahu benim elimde mi sanki tövbe tövbe!' deyip azarladı Ayşe'yi. Sonra da sesini yumuşatarak, 'Cin çağırmak kolay mı sanırsın, cinler bedava gelmiyor!' diye son noktayı koydu.
'Demek bedavaya gelmiyorlar?'
'Hayır, gelmiyorlar...'
Bu konuşmanın ardından havaya derin bir sessizlik hâkim olmuştu. Ayşe bir eliyle kolunda kalan son altın bileziğiyle çaresizce oynuyordu. Bir süre düşündükten sonra, 'Peki bu bileziği versem, o zaman cinler gelirler mi?' dedi.
Hoca dudak bükerek, 'Aslında bir bileziğe tenezzül edip onca yolu tepmezler. Senin güzel hatırına bir çağırayım bakalım, belki sana acıyıp da geliverirler,' dedi.
Ayşe kolundaki bileziği hiç düşünmeden çarçabuk sıyırıp ruhunu teslim edercesine Hoca'nın avucuna bıraktı.
'Al Hocam, ne olur kocamın içindeki şu cini çıkar!'' dedi. Bir yandan da, 'Belki Şeref bileziğin ortadan kaybolduğunu anlamadan Hoca büyüyü çözer de bir de onun için dayak yemem,' diye geçiriyordu içinden.
Hoca, bir avucundaki bileziğe bir Ayşe'nin yüzüne baktı. Sonra oturduğu şiltenin altını kaldırdı ve bileziği kaşla göz arasında öteki kadınlardan aldığı ganimetine ekledi. Şiltenin altındaki tomar tomar paraları, envaiçeşit ziynet eşyalarını görünce, Ayşe'nin hayretten bir karış açılan ağzına neredeyse pusuda bekleyen karasinekler doluşacaktı. Hoca şilteyi telaşla kapatıp o muhterem arkasını sağa sola kımıldatarak, kuluçkaya yatmış tavuk gibi servetinin üstüne bir güzel yerleşti. Açtığı ağzını kapatmayı unutan Ayşe'ye dönüp, 'Aval aval ne bakarsın Hanım! Zaman değişti. Nerede sevabına büyü bozan o eski cinler. Şimdikiler sosyete cini,' diye yakındı. 'Mesela, benim çağıracağım cinin, evde tam dört tane yelloz karısı var ki düşman başına. Cincağazım, tüm gece onu aralıksız çağıran hocalara koşup fazla mesai yapmaktan cin anası ağlıyor. Velev ki evdeki cin karıları tek taş pırlanta yüzük bekliyorlar. Geçenlerde bahsetmişti. Dört katlı yeni bir villa almış. Kolay mı dört kadına eşit konfor sağlamak? Her kata bir karısını yerleştirmiş. Dördü de öyle bir paragöz ki sorma. Ne yapsınlar, onlar da kendilerini dişi kargalar misali böyle parlak taşlarla avutuyorlar. Laf aramızda, kıskançlıktan tüm gece tırnaklarını kemiren cin karılarının, bir dirhem et tutmayan bedenleri de günden güne kuruyup soluyormuş. Birbirlerine olan öfkelerini dört duvara sığdıramaz olmuşlar. Cin Efendi evden çıkar çıkmaz arkasından kızılca kıyametler kopuyormuş. Senin anlayacağın, dört cin karısı birbirlerini dört kaşık suda boğacak hâle gelmişler. Cin bir gün birine altın kolye getirse, diğeri ondan daha pahalı bir hediye bekliyormuş. Valla dört kadın aldığına alacağına bin pişman olmuş. ?Hangi akılla bu dört dişi cini birden başıma musallat ettim, hay ben aklıma tüküreyim! Bu kanunu da kim çıkardıysa...' diye de ana avrat sövüyor cincağazım. Yakında cinnet geçirip kafasına dört kurşunu birden sıkmasından korkuyorum. Karılarını kapıya koyup üç kez toplu hâlde ?'boş olun'' demesi an meselesi.''
Ayşe duyduklarından afallamış bir durumda Hoca'nın yüzüne aptal aptal bakıp soruyor.
'Peki cinler ülkesinde de yasal olan tek eşlilik değil mi?'
'Öyleydi,' diyor Hoca. 'Amma,' diye de sözünü uzatarak ekliyor. 'Yeni hükümet yasayı değiştirerek, erkek cinlere dört evlilik hakkı verdi. Aslına bakarsan, kanun çıkınca bir kısım ensesi kalın ve aynı zamanda da doğaları gereği çokeşliliğin dayanılmaz cazibesine kapılan ne kadar cin varsa çıkarılan yasanın üstüne atladılar. Nasıl olsa para meftunu bir sürü dişi cin etrafta cirit atmıyor muydu? Şunları bir çatı altına toplayayım da birinden birine giderken trafikte saatlerce zaman harcamayayım diye düşünenleri yasa öyle bir çarptı ki cin çarpmıştan beter oldular. Yamulan bellerini sittinsene düzeltemezler artık. Ha, bir de dört dişi cinin yetmediği erkek cinler var. Onlar da aldatma hazzını dörde katlayıp dört karısını birden aldatmaya devam ediyorlar dışarıda.'
''Yani?' diye soruyor Ayşe.
Hoca, 'Yanisi, manisi, cinler ülkesinde kadın mağduriyeti hâlihazırda devam ediyor. Hem de yasallaştırılarak. Dayak mı yiyecekler, yasal yasal yiyip oturuyorlar yerlerine. Zira ehil olmayan dişi cinleri dayakla ehlileştirmek beşeri ahlakı düzenleyen yasanın maddeleri arasında keyif çatıp düşman çatlatıyor. Cin yasalarının kestiği parmak acımaz. Öyle bir kumpas ki bu, sokağa çıksalar kezzap korkusu, evde kalsalar kendilerinden gayrı üç cin kadının kâbusu...'
'Hocam neler anlattınız böyle? Bu cinler ülkesinde olup bitenler yüzünden aklım karıştı vallahi.'
'Şaşmasın, çünkü doğal bir sürecin sonucudur bu. Bir zamanlar cinler ülkesi dinler üstü bir yönetim anlayışıyla yönetiliyormuş. Amma gel zaman git zaman, öteki siyasi partilerin koltuk sevdasına kapılıp geldikleri konforlu koltuklarda zirvede oturmanın rehavetiyle uyuyakalmalarını fırsat bilen, envaiçeşit cin medresesi ürünü ulema tayfası hiç boş durmamışlar. ?Din devletü isterük,' diye kazan kaldıran bu ulema tayfası yavaş yavaş örgütlenip çaktırmadan altını oydukları cinler ülkesinin en derin devlet tabanına yerleşmişler. Bu arada halk ekonomik krizlerden, ülkeyi kasıp kavuran terör belasından ve de işgüzar politikacılardan bıkmış, yeni bir soluk arayışına girmişlermiş. Tam da bu sırada cin medresesinin büyütüp yürüttüğü yepyeni yüzler gelmiş siyaset arenasına. Doğrusu ikili oynamayı çok güzel becerdiklerinden ilk başlarda cinler âlemi inanmış bunlara. Yeni vaatler kendi dillerine yakın konuşanlardan geliyormuş bu kez. Hem de bir Allah diyorlarmış ki ta Fizan'dan duyuluyormuş zikirleri. Allah'ını bilen merhametli olur ya, adil davranır hak ve hukuk tanır ya, hani o bakımdan inanmışlar. ?Yok yok, bunlar gerçekten ötekilere benzemiyor,' deyip sandıklarda oylarıyla bu yeni yüzleri ihya etmişler. İhya olan hükümet de tam gaz satıp savmış cinler ülkesinin yeraltı ve yerüstü kaynaklarını. Bu arada yazılı ve görsel cin basınını, cin ordusunu, cin yargı kurumlarını da bir güzel ele geçirmişler. Tabi cinler âleminde kendilerine tehlike arz eden aydın cinleri toplayıp kimi haklı kimi haksız uyduruk senaryolarla tutuklatmışlar. Gıkını çıkaran yüce devletin tokmağını kafasına yiyip k.ç üstü oturuyormuş. Baş döndüren bu değişim cinler ahalisinin yarısını büyük bir endişeye sürüklüyormuş. ?Her türlü güvenceniz benim,' diyen cinler padişahı aslında çok zekice hareket ediyormuş. ?Mahalle baskısı' diye bir şey varmış ve düğmesine bastığı sistem tıkır tıkır işliyormuş. Özellikle ipek şal kullanmayan dişi cinler, padişah her ne kadar, ?Güvenceniz benim!' dese de tek güvencenin ortalarda pek görünmeyen degaje demokraside olduğunu düşünüyorlarmış. Padişah başını cin işi ipek şal ile kapatmayan dişi cinleri kendi mahallelisine adeta kırdırmaya soyunmuş. ?Hadi buyurun, ben gözümü kapattım. Bakın görmüyorum bile. Her türlü baskı ve yıldırma serbest!' dercesine vurdumduymaz davranıyormuş. Bu mahalle baskısı; kimi zaman toplu ulaşım araçlarına şortla bindiği için bir kızı dövmek olarak, kimi zaman da bir resim sergisi açılışında cin işi alkol alınıyor bahanesiyle mekân basıp içerdekilere saldırma şeklinde gösteriyormuş kendini. Muhalif siyasiler kürsülerde kendilerini yırtsalar da artık çok geçmiş. Aslında o partilere ?oh olsun size' demek de gelmiyor değilmiş çoğu cinin içinden. Her biri iktidara geldiklerinde demokrasi söylemini kendi çıkarları için kullanmışlar. Toplumu parçalara ayıran ?ötekileştirme olgusu' kim iktidara gelirse gelsin hiç değişmemiş cinler ülkesinde. Şimdilerde, ?Yahu ben demokrasiden yanayım, nereye kaybolduysa gelsin artık. Tek ihtiyacımız demokrasiymiş,' diyen o kadar cin gördüm ki anlatamam.'
Ayşe, 'Bu film nedense bana hiç yabancı gelmedi. Demek cinler ülkesinin şimdiki rejimini biz kaç yıl geriden izliyoruz. Acaba çok mu geç kalındı gerçek demokrasi için?' diye geçirdi içinden. Geçtiğimiz günlerde TV'de okumuş yazmış bir kadının, ?'Erkeğin dört kadınla evlenmesi yasallaştırılsın!' sözü yeniden çınladı kulaklarında. Duyduğu anda pek de üzerinde durmadığı bu sözleri şimdi bir kez daha düşününce, ekranlarda pervasızca ahkâm kesen bu kadının cesaretini hangi güç odaklarından aldığını anlamıştı.
'Safsatalarına inanıp halkın hem inancını hem parasını sömüren şu sahtekâr ulema müsveddesinden medet beklemek de neyin nesi?' dedi kendi kendine.
Birden ayağa fırladı. Sanki biri yıllardır TV dizilerinden uyuşmuş beynine, büyük bir balyozla vurup kendine getirmişti.
'Bileziğimi bana ver Hoca Efendi! Kendine hayrı olmayan cinin bana ne hayrı olacak? Onların başındaki kara büyü benimkinden daha korkunç olmalı,' dedikten sonra, Hoca'nın elinden bileziği kaptığı gibi koşar adım kapıya yürüdü.
Arkasından, 'Nereye gidiyorsun Hanım? Daha büyü bozacaktık hani,' diye seslenen Hoca'ya dönüp;
'Hemen bir avukat tutup kocamı boşamaya gidiyorum,' dedi. 'Şu can çekişen hukuksal yapı yıkılmadan, aldatmaya ve şiddete karşı her onurlu çağdaş kadının davranması gerektiği gibi davranıp dayakçı kocamı boşayacağım. Bari bileziğim hayırlı bir işe yarasın. Sonra da mahallede ne kadar kadın varsa dizi başlarından kaldırıp gerçek demokrasinin ve insan haklarının ne olup ne olmadığını anlatmaya çalışacağım. Ben bir kez anlatayım da anlayana cılız sesim saz olsun...'
..70 lerin başında gelmiştim ülkenize ve henüz çok gençtim şimdiyse okuduğumda yazınızı gelenek zihniyet karbon kopya hiç değişmemiş sizin burası umarım ve dilerim darbe de olmuyordur artık veya verilmiyordur muhtıralar hükümetleri devirme planlarıyla..bitti mi töreleriniz namus cinayetleriniz çocuklarınız yine ant içiyor mu her sabah süt niyetine olur olmaz marş söyleniyor mu statlarda tanklar geçiyor mu milli gün diyerek sokaklarda yine vandal mısınız toplu taşımalar duraklarda..uzayacak sorular..güzel bir yazıydı nuriye hanım kurgusuyla..teşekkürler..tebrikler...
Aman efendim , siz bir kez değil bence sürekli olarak anlatınız . :)
Cılız sesinizin saz olacağı kişiler umarım anlarlar sizi , zaman henüz tam da geçmeden . Bence onlardan çok var bizim ülkemizde .
Yazınızı okurken dalıp gittim bir an için , acaba bu cinlerin değişik türleri de var mıdır diye ? Özellikle de insan kılıklı olanları ? :):):)
Şaka bir yana az sonra dizi başlayacak Nuriye Hanım , bu nedenle yorumumu kısa kesmek zorundayım . :) :) :)
Sağlık , mutluluk ve de hep ama hep sevgiyle kalınız . 🙂
Çetin Bey, değer katan yorumunuz için çok teşekkürler efendim. Saygılarımla...
Ayhan Bey, teşekkür ederim efendim. Dizi izleyenlerin hepsi sizin kadar duyarlı olsaydılar keşke😐 İşte o zaman pembe dizilerin uyuşturucu etkisi kaybolurdu da, bellekler gerçek yaşamı daha net idrak edebilirlerdi:) Tekrar çok teşekkürler efendim. İyi seyirler:)
Toplumun adeta fotoğrafını çekmiş ve önümüze sermişsiniz Nuriye hanım öncelikle kutlarım. Bunlar halkımızın duyguları ile oynayan ve bunu da marifet sayan, aydınlarımızı, ordumuzun değerli komutanlarını susturmaya çalışan, safsatalar ile de yüce dinimizin, başka insanlar gözünde, (gerçek islam sanki oymuş gibi) küçülmesine vesile olan olaylar dizisi. Aydın duyarlılığı da burada başlıyor işte, birilerinin bunları dile getirmesi zorunlu hale geliyor, çocuklarımızın geleceği ve ülkemizin geleceği için. Manidar yazınızı kutluyorum tebrik takdir ve başarı dileklerimle saygılar...👍