Değerini Bilmek
Bizlere verilmiş olan nimetlerin farkında mıyız ve farkında isek ne kadar değerini biliyoruz? Hiç iki gözümüzün bizim için ne kadar kıymetli olduğunu düşünüp; cinsinden şükrünü eda etmeye çalıştık mı?
Peygamber Efendimiz bir hadisi şeriflerinde;'Beş şey gelmeden şu beş şeyin kıymetini biliniz; ölmeden önce hayatın, hastalıktan önce sıhhatin, dünyada ahireti kazanmanın, ihtiyarlamadan gençliğin ve fakirlikten önce zenginliğin kıymetini' buyurmaktadır.
İnsan nisyan ile müpteladır. Bir yakınımız veya tanıdığımız öldüğü zaman kısa bir süre de olsa hayatımızın ve sağlığımızın kıymetinin farkına varır, belki yaşantımıza çekidüzen vermeye çalışır şükrümüzü ziyadeleştiririz. Ancak, uzun sürmez yine hayatın debdebeli ve acımasız akışına kendimizi bırakmamız. Nedir peki çaresi ve hep farkında olmanın yolu?
İlla, bir şeylerin değerini fark etmek ve bilmek, elimizden alınınca mı olacak veya bir sevdiğimizin değerini o ölünce mi anlayacağız...
Öyleyse, düşüneceğiz ve baktıklarımızı görüp fark edeceğiz. Bakan değil gören göz sahibi, yalnız hisseden değil, şükreden gönül sahibi olmaya çalışacağız. Verilen nimetlerin değerini bilmeyen hakkıyla şükredemez de...
Bir şeylerden mahrum kalmamız mı daha iyi olacak, yoksa bazı nimetlerden yoksun olanların durumunu görerek şükretmemiz mi... Dinimiz de emreder, insanlığımız da; hastaları ziyaret etmeyi, ölmüşleri anmayı... neden acaba?
İnsan düşünürse, hasta ziyaretinde çok mesaj bulur kendine, yine kabristanda yatan ölmüşleri anmak ve ziyaret etmek, bize neleri hatırlatır ve onlar sessizlikleri ile bize çok şey anlatır. Her geçen zaman; değerini bilemediğimiz nimetlerin elimizden çıkması ile son bulur ve keşkeler ile anılır. Değerini bilmek hayatın, sıhhatin ve dünyada bunca nimetle donanmanın...
Belki, bir çok insanın sahip olmadığı varlığa ve imkana sahibiz. Ancak, onların değerini bilip, şükrünü cinsinden eda edebiliyor muyuz. Yoksa gerçek maliki unutup, emanete hıyanet mi ediyoruz. Bir lokma ekmeğe muhtaç insanları görünce, sırtımızdaki yükün ağırlığının farkına varabiliyor muyuz. Ya da her zaman ki; vurdumduymazlık ile yaşamaya devam mı ediyoruz. Neden değerini bilmiyoruz bize verilen zenginliğin, yoksa Karun gibi yerle yeksan olmasını mı bekliyoruz bekçisi olduğumuz malların...O zaman gelin bize verilen malların şükrünü edaya çalışalım.
Aklın, kendine özüne dönmesi ve bize sunulan onca değerli nimetlerin farkına varması için; verilen nimetlerden mahrum ve yoksun düşmeyi beklemeyelim, fakirleri görüp; zenginliğin, hastaları görüp; sıhhatin, ölmüşleri görüp; hayatın ve dünya ötesini düşünüp; sunulan fırsatların ve beli bükülmüş, sesi kısılmış pir-i ihtiyarları görüp; gençliğin değerini bilip; her nimetin cinsinden şükrünü eda etmede gecikmeyelim...
Son olarak; şairin dediği gibi; Kıymetini bilelim bize verilen hazinenin,
Geri dönüşü yok verdiğin bir nefesin,
Üzüntüleri dertleri uzak tut kendinden,
Ancak, sen sorumlusun kendi bedeninden.
Çok hassas bir denge burası. ' Eldeki olanların değerini bilmek ' denen şey. Evet bilmeli ..Hem de çok iyi bilmelidir ki, herkesin gözüyle gördüğü gönlüyle sevdiği diğer duyularıyla algılayıp kavradığı hayt...herkese hak ve üstünlük farkı olmadan değerli, güzel ve inanılmaz derecede yeterliliktedir. Onun için ölüm gelmeden ölüme kendini soyunmak değildir bu dengedeki değer yahut kıymet bilme zorunluluğu. Aksine ölümün varlığından haberdar olup kudurgun ve kuzgunca abanmadan gözdönmüşlüğe ve hırsa...İnsan yürekliliğinde sunulan güzellikleri pişmansız birlikte yaşamlar ortasında paylaşmaktır...Değer bilmenin yaşamla ölüm arası hassas dengesi. Bu kıymetin ortasında dengeleyen teraziyse akıl ve vicdandır...Bu adlı klavuzlara inat, onları (akıl ve vicdanı ) dize getirip kendinden azmaksa, her türlü değer ve kıymet bilme inkarından firavunlaşmakla el tutuşan; zaman, zemin ve denge kaybıdır. Bu yüzden sıkı sıkıya sarılmalı ve hiç bir koşulda elden bırakmamalı gözbebeği hayatına insan. Çünkü o, yeryüzünde kimsenin ne lutfudur ne de bağışı. Selam ve sevgiyle.