Değişim

Bir birey var olduğu toplumla paralel düşünce ve yaşayış tarzına sahip olduğu sürece toplumdan kabul görür. Peki ya aksi gerçekleştiğinde? Toplumdan tecrit (mi?) edilir. Aşağılanır, hor görülür. Kaçınılması gereken vebalı bir hasta muamelesi yapılır. Yalnızlaştırılır.

Ben korkuların yıktığı ve yeniden doğurduğu kadın.

Değiştim. Ziyadesiyle...
Ruhumda devasa volkanlar patladı. Lavların yakıcılığında eridim. Eridim ve kendimden bir başka 'Ben' inşa ettim. Bu değişimin tetikleyicisi volkanik bir patlama idi yani iradem dışıydı. İrademe seçim hakkı sunulsaydı 21 yıllık aklımla böylesi ezber bozan bir değişimi seçer miydim? Bilmiyorum. Ancak şimdi bu değişimden pek çok yönüyle memnunum.

Her şeyden önce yalınlaştım. Çok insan, çok konuşmak, çok kıyafet... Çokluğu barındıran her şeyi bünyemden attım. İçi boş konuşmalardan korkar hale geldim. Susmanın erdemli bir tercih olduğunu anladım..Ve yalnızlaştım.

Önceleri bu değişimle savaşmaya çalıştım. Direndim. Sürekli eski 'Ben'liğime dönmenin farklı yollarını aradım. Bir acil çıkış kapısı mutlaka olmalıydı. Ancak değişim yalnız zihnimde değil tüm bedenimde ve ruhumda gerçekleşiyordu. Bedenimi zihnim yönlendiriyordu ve ruhum da bedenimden bağımsız değildi. Bu da demek oluyordu ki acil çıkış kapısı diye bir şey yoktu. Değişim kaçınılmazdı.

Elbette hayatın dinamizmi karşısında her insan bir parça değişirdi. Ancak ben köklü bir şahsiyet değişikliği yaşıyordum. 21 yıldır körü körüne bağlı olduğum değerler, inanışlar, bakış açıları hepsi bir bir lavların sıcaklığında eriyip sıvı bir hâl aldılar. Sanki ''bizi yeniden inşa et'' diyorlardı. ''Senin için sıvılaştık. Bizi ister yeni bir kalıba sok, dondur; ister buhar olmamıza izin ver veya sıvı halde kalıp sana hayat olalım.' diyorlardı. Ben ailesinin belli değer yargıları içerisinde büyüttüğü, toplum faktörünün eğip büktüğü, kendine göre değil topluma göre doğru ve yanlışları olan, 'Toplum ne der?' diyerek baskılanan ve korkutulan (!) bir kadın'dım.

Ben korkuların yıktığı ve yeniden doğurduğu kadın.

Arınmış bir zihinle yeniden inşa ediyorum kendimi. Sıfırladım algılarımı, önyargılarımı, 'toplumda nasıl var olunur' kurallarını... Toplumda nasıl var olduğumun ne önemi var? Varım işte. Mevcudiyetim aşikar. Yaşamak demek çokça acı, biraz da umut demek değil mi? Hepimiz ayni trende yolculuk yapan anlam arayışçılarıyız. Kimimiz class sınıfında, kimimiz ekonomik sınıfta belki ama ne fark eder? Tekrar ediyorum hepimiz aynı trendeyiz. Başlangıç noktamız aynı. Varış noktamız yine aynı. Güzergah belli. Aynı yeryüzünü, aynı göğün altını paylaşırken bana sırtını dönmen bir anlam ifade etmiyor. Sen kendi anlamını aramaya bak. Anlamını bulana kadar da durma. İnanmak mı istiyorsun, inan. Sevmek mi istiyorsun, sev. Öylece durmak mı istiyorsun, dur. Ancak tüm bunları kendi öz benliğinle yap.

Bana göre hayat, sevgiyle anlam kazanır ve içten gelen o saf sevgi,insanın en büyük hazinesidir. Öz benliğinle bir insanı da sevebilirsin, bir yaratıcıyı da. Adına her ne diyorsan ALLAH, Tanrı, Buda... Ancak korkarak itaat etmekten bahsetmiyorum. Saf sevgiden bahsediyorum dostum! Korku ile sevgi ters orantılıdır. Korktuğun birini sevemezsin. Bu bir yaratıcıyı sevmek mevzusunda da böyle. Ondan korktuğun için mi isteklerini yerine getiriyorsun, yoksa gerçekten sevdiğin için mi? Cezalandırılmaktan korkarak yerine getirilen istekler sana da samimiyeti sorgulatmıyor mu? İçinden üfleyip püflerken, bedeninle ibadet ediyor olmak tezatlığın daniskası değil mi? Oysa yüreğinde sevgiyi var ettiğinde, sevginin muhatabının istekleri sana külfet gelmez. Seven, sevdiği için neler yapmaz ki.

Korkuların yıktığı ve yeniden doğurduğu 'Ben'e sesleniyorum; Baskılanmadan, korkmadan öz benliğinle duyduğun sevgi kurtuluşun olacak.

25 Temmuz 2018 3-4 dakika 17 denemesi var.
Yorumlar