Değişimin Farklı Yüzleri
Hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı.Yeninin etkisiyle, hikayeler bile eskiyecekti zihinlerde. Peki değişim iyi bir şey miydi? Evet dünya için, ülkeler için, fertler için değişim güzeldi. Değişirken gelişmeliydik ki değişimin bir anlamı olsun. "Yoksa aynı tas, aynı hamam..." sözleri havada uçuşacaktı yerli yersiz...
Hani elli yıl önce köşede evimize komşu olan ahşap ev, hani köşedeki bakkal Ali, az ileride oturan kunduracı Mehmet amca ve Niyazi usta? Ne evleri ne kendileri yoklar artık. Bu da değişimin kaçınılmaz sonu olmalı...
Değişim bazen o kadar hızlı gösteriyor ki kendisini, eskiye alışamadan, eskiyle yeni arasında bocalıyoruz. Özellikle teknolojik eşyalarda yaşıyoruz bu karmaşayı. Medya, reklamlar, kampanyalar, moda, değişimin en temel parçaları, onu ayakta tutan şeyler...Biz kendi kendimize değiştiğimizi sanıyoruz yeni bir renk denerken, giyerken, konuşurken, yürürken. Ne giyeceğimizi bile beş on yıl önceden ayarlayan ticari sektörler bu değişimi bizim tercihimizmiş gibi sunuyorlar bize, reklamların sihirli iksiriyle...Değişimin bu dolaylı dayatma yönünü sevmiyoruz evet. Bunun farkındayız ama son derecede etkisi altındayız. Kim vitrinde sergilenen elbiseyi ya da en çok konuşulan rengi üzerinde görmek istemez ki? Hele de o renk ya da o kıyafet en sevilen, en çok izlenen dizide kullanılıyorsa kostüm ve aksesuar olarak. Değişimin bu abartılı ve gereksiz yönünü hızlıca geçelim ve kendi kararlarını, zevklerini önce kendi uyumunda arayan, geliştiren, değiştiren bireyler olarak hayatımıza devam edelim...
Kese kağıdının yerini alan naylon poşetler, bakır eşyaların yerlerine geçen plastik kaplar da değişimin kötü yüzü, sonuçları doğaya direkt yansıyan ve giderilmesi bazen asırlar isteyen, gerektiren acı sonuçlar...
Özel hayata doğru götürdüğümüzde değişimi, bu defa da çevremizde yakınlığını bizim ayarladığımız eş, dost, arkadaş, iş arkadaşlığı vs gibi ilişkiler devreye giriyor. Onlarla kah yakınlaşıyor, kah uzaklaşıyoruz. Hani en sevdiklerimiz? Asla ayrılamayız dediğimiz sıra arkadaşlarımız, yürüyüşe beraber çıktığımız sevimli köpeğimiz, kısırı, keki birlikte yediğimiz, balkonda çaylarımızı yudumladığımız komşumuz Ayşe teyze. Yoklar hiçbiri galiba. Pek azı kalmış ya da hepsi değişmiş, yenilmişler zamana öyle ya da böyle. Bu da değişimin en yıkıcı yüzü olmalı. Yürek yangınları, özlemler ve tüketilen sevgiler, değişimin kıskacında. Huzur evlerinin soğuk yanları, düşünürken buz kestiren yaşarken kanıksadıklarımız hani, asla dediklerimiz...Bunlar da değişimin farklı yüzleri. Sokağa saldığımız köpeğimiz, artık değer vermediklerimiz, acıyla sınanırken değiştiğimizi fark etmediklerimiz....
Peki değişim bu kadar ters düz ederken insanı geriye bakıp nasıl da iyi ki değişmişim, iyi ki değişmiş hayat, diyebiliyor insan? İşte bu da değişimin en olgun yönü. İleriye dönük ve kabullenici, yeniye açık hali..."Eskinin tadı, yeninin yabancılığında saklı..." Zira, yeni de eskiyecek, bizi eskitirken yavaş yavaş. Biz ise eski bir hikaye olarak kalmamak için değişime kucak açacağız hiç durmadan. Buna mecburuz. Olumlu anlamda değişmeye ve gelişmeye mecburuz.
" HAYATIN BİZE FIRSATLAR SUNMASINI İSTİYORSAK, DEĞİŞİMLERE HAZIR OLARAK BAŞLAMALIYIZ -DEĞİŞEN ZAMANDA- KENDİMİZE..."Biz değişirsek gerçekten değişecek dünya. Bir kese kağıdında saklamak yerine maziyi tecrübeleri dökeceğiz yollara. Yol da değişmiş ya, yollar daraltmaz adamı, yeter ki gönül koymayalım eskiye, küsmeyelim maziye...Eski de güzel yeni de. Değişebilmek yeri geldiğinde ve sabit durmak, hayat bizden dik durmamızı istediğinde.
...
Nitekim ' Şiirkolik ' de alacak- olumlu anlamda- değişimden payına düşeni. Elbette eski-meyen şarkılar, şiirler, şairler hiç unutulmayacak, değişimin renkli yüzünde...Kırk ayakla bitirelim hiç durmadan değişen zamanda, kısa ama anlamlı kelime yolculuğumuzu...Tekrar gelinceye kadar kim bilir neler değişecek? Sizi aynı köşede bekleyen birileri daima olacak...Her defasında yeniden. Unutmayalım neydi?
"Yinelemiyoruz, yenileniyoruz..." Bir yıl daha eskirken, hoş geldin yeni!
Kırkayağa sormuşlar: "Nasıl yürüyorsun?"
Kırkayak durup düşünmüş ve bir daha yürüyememiş...
Şule Meryem Canpolat Şimşek
25 Ocak 2014