Deli/rmiş - Sarı
Sarı ne garip renkmiş meğer senin yüreğinde.
''Mevsim dediğin Eylül gibi olmalı'' der dururdun. Kaç eylül geçti üzerimi hummalı sarılarla boyayan, yine de ben sana hiç giydirmedim o ton kaçığı garip rengi. Senin yüreğin hep 'mavi' ye çalardı gözlerimde. Gözbebeğin siyah olmuş ne çıkar? Maviye boyadıktan sonra benim gözlerim!
Uzun zaman oldu sana yazmadım; ne zaman elime kalemi alsam enseme bir ürperti çöküyor. Sayfalar dolusu yazıyorum, sonra bir bakıyorum tüm satırların tonu 'siyah'. Anlıyorum o zaman; 'kalemi tutan karabasandır.' Alıştım artık buna, önceleri garipserdim, bu tansık satırlar hangi karaların gayyalarından geliyor ki geceler boyu kalemimin kalesini kuşatıyor diye. Oysa ben kendi şarkımı işite işite sarhoş olmuşum:
''İşitiyor musun şarkımı
Sessiz kalbine koydum elimi.''
...
Bu yeryüzünde yaşadığını sanan kimse, her mevsim gibi çabucak dağılacak bir düşle oyalanır - madde ve enerji dışında üçüncü bağımsız kütle; bilinç ve onun cimri veziri bellek olmasa hiç Homeros' un şarkılarını duyabilir miydin- sissiz havada gördüğün her bedenin yaşamı köşede yitecek olan kişi, çok yaşamış bile olsa, tek gerçek ölü değil midir? Bellekte kısacık bir an çakan flaş! Bilemezsin, nerede yaşar; ne içer, neye kederlenir, niye neşelenir... En son gördüğün bir sırttır da düşünemezsin o an:
'Bu sırt gördüğün en savaşçı, en yüce, veya en ahlaksız sırt mıdır?'
Sen benim sırtımı yasladığım en sağlam enkazdın! Sarı ne garip renkmiş meğer senin sırtında? Eylül' de, o sararmış yola giderken, gördüğüm ton kaçığı o garip 'sarı' idi boynuna doladığın. Kendini tamamlayan bir damlaya tüm küskünlüğüm oysa; 'mezarötesi' şarkılara meze olan!
Anımsıyorum yine o günsüz zamanlardan biriydi:
''Eylülde dolaşmalısın dağ kıyılarında, serin vadilerde, başı dumanlı yaylalarda. Sonlara şahitlik etmelisin, senin yüreğin yeşil çünkü. Yeşil, çam ağaçları gibi yaprakları ne kadar fedakar bak, sadık yapraklar bırakmaz hiç ağacını, sımsıkı sarar. Eylülde aşık olmalısın mesela, kış bastırıp ruhunun sokakları üşüdüğünde kaşmir bir hırka gibi sarar üşüyen ruhunu. Eylül gibi hüzünde yıkanmazsan nasıl tadabilirsin ki 'sarı' yı? Öleceksem Eylül' de ölebilirim ancak ben; bir ağaçla ölmeliyim...Çınar yapraklarının düşkünüyüm, son yaprak düşerken düşmeliyim onlarla. ''
Yağmur yağıyordu sen bunları söylerken, Eylüle! Ağacı için ölmeyen yaprak -iğne yapraklı belli zaten bencilliğinin uçları - olsa olsa bencildir; fedakar değil! Nereden bilebilirdim ki? Sarı kaçkını Eylül sersemi senin 'düşmeliyim' derken içime düşeceğini. Sarıp sarmalar derken sarm(aşığım) olacağını. Her yanıma dolandın, ağacın yerine geçen şarmaşık! Sarmaşık ne zaman ağacın yerine geçse, kişi o sarmaşıktan kurtulmak için ağacı keser: Özkıyım.
...
Psikiyatr, kendi kendisinin terapisti olamaz bilirsin. Tüm yolların ne olduğunu, hangi düşüncenin onu nereye çıkaracağını bilir, zihni de buna inanmak veya inanmamak için türlü hilelere başvurur. Terapiyi kendine uygulayamazsın işte. Hani şu senin 'Ruh avcısı ruhdar muzdaribi' dediğin psikiyatristlerden oldum işte:
Doç..Dr.......bayan 'Deli nöropsikiyatrist' . Deli kimdir, deliren nedir, bir deli kaç akıllıya bedel, 40 kütüphane kitap okudum, obez beynimi taşıyamadı narin yüreğimin tahta bacakları, yüzyıllık acılarla yoğurdum beynimi, 40 ayrı çölde, 40 eskimoya 40 kürk sattım, 40 bedeviye 40 kova buz sattım kutuplarda, 40 beste dinledim Chopin'den, 40 ödül verdiler kucağıma, 40 fırıncının camını taşladım, 40 kere 40 : Taş kuyu? kirlendiğinde suyunu yıkadım ruhumun 40 kere; deliliğimi över misin sevgili Erasmus!
...
Eylüldü, sarı renk bir sarmaşık dolanmıştı boynuna,
''İp kopmuş'' dediler, rüzgar, yaprakları üzerine yığmış da c......dini o sabah bulmuşlar...
Sırtında ton kaçığı sarı yapraklar
Eylülü yıkayan damlalar
Sarı, ne garip bir renkmiş meğer senin mevsiminde!
Sen Eylül şimdi
Ben 'deli(rmiş) sarı'
...
16.9.2015