Dem Masası
Nice asrın umudunu eritip gözlerimde yüreğime damıtmış yarım yamalak bir aylak gibi çıka geldim ben bu dönemeçli dünya denen tepsi kadar düz dünyaya. Ellerim de tuttuğum varlığım benden de önde bir bilinmeze gidiyor tutamıyorum bazen ve kaybolup gelemiyor geri ve ensemde hissettiğim Azrail aslında gölgesi bile yetiyor ayılıp bayılmama. Ki bu denli korkak bir insanın yapamayacağı tüm karşıtlıkları dünkü anılar gibi taze tutuyorum sırça saçlarımın içinde. Yanilemeden yani yani demeden anlatmaya çalıştığım her hayat biraz eksik gibi geldi bana. Bilmem neden biraz daha yollar genişliyor ama ben o yolda git gide yalnızlaşıyorum ve neden bilmiyorum. Hâlbuki gülen palyaçonun dramatik hikâyesi gibi de değildi benim yaşamım. Ama alıp ellerimle bir resim yapsam hep bir duygusal kareler. Yahu ben odun gibi bir adam değil miyim yoksa sorusu geliyor peşi sıra. Değil miyim yoksa.
Ne bilim diye kesip atıyorum bira şişenin kıyısıyla vurduğum dost şişeleriyle. Olmadık bir anda şişenin dibini ararken buluyorum kendimi. Alkolün damarda nüksettiği kadar keyif peşinde olmadım hiç ve derdim dinlemekti dostunda düşmanında anlattıklarını, anlatacaklarını. Belki de ayık kalmam hep bu yüzden. Bilmem nice küçük oyunlarım vardır diğer insanlar gibi ve bana göre insan çözümlemesi budur.
Bir insanı tanımak için rakı masası kâfi... Ki insan alkol ile öyle açılır saçılır ki o nedenle her kadehin tokuşturulmasında şerefe denir. Bunun da nedeni 'bak burada alkol alacağız ve alkollü insan kulağı yokmuş gibi konuşur ve bu konuştuklarımız bu masada kalacak' diye şerefine söz verildiği için kalmış bir alışkanlıktır şerefe demek ama birçok insan bunu bilmez ve lafları alır oradan oraya taşır. Ve ben bu dem masalarında çok insan tanıdım böyle karaktersiz ve dengesiz. Önemli olan ne kadar içtiğin değil hangi adap ile içtiğindir. Masadan kalmak bile bir kültürdür. Kalkamayacak kadar içmekse aç gözlülüktür.
Adam olan rakıyı da şarabı da içebileceği kadar içip tüketemeyeceğini kadehine buyur etmeyendir.
Anılarım olduğu sürece yaşadım diyebilirim dedim ve anılarla dolu ve anlatılacakların çokluğu ile ölçülebilir bir yaşam şeklinde çakılı kaldım. Belki de çok konuşmam da bu yüzden.