Deniz Kabuğuna Sığınmak
Annemden; siyahı bol elbiseler dikmesini istemiştim, en çok yas yakışırdı bana, Eylül'de en fazla siyah giyilirdi. Ama aslında saklamak içindi siyah acıları, kırıkları ve yaraları.
Ruhum sıyrılırken bedenimden ben denizin dibinde deniz kabuğu bulmuş gibi seviniyorum. Kabuk gibi düşüyor ruhum yere, siyah elbisenin bedenimden sıyrılması gibi düşüyor ikisi de, yere.
Gömülebilirim, adının olduğu her yere, her şehre yerleşebilirim, uzaklaşabilirim ait olduğum her şeyden. Hiçbir yere ait değilim ki ben, rahatsızlık duyayım. Gitmeyi beceremeyenler kalmakla baş edemezler. Giderken yazmayı beceremem, bu yüzden saçmalıyorum.
***
Olması gerektiği gibiyim, içimde kopan fırtınaları saklıyorum içimdeki rüzgâra, dışımda sakin liman. Hep bekleyen gemileri değil ama sadece bir deniz dalgasını. Bir de kabuk, deniz kabuğu, benim ruhumdan bir parça sadece bunu götürmek istiyorum yanımda.
Dışardan bakınca güçlü, kendime kalınca el içine tutunan tırnaklarım kadar güçlüyüm, tırnaklarım ne kadar parçalayabilirse avuçlarımı ve gözyaşlarımdaki tuzlu asit ne kadar yara edebilirse yanaklarımı. En zoru da bu, saklamak, dürüst insanlar için ne zor. Nefesinin daraldığını söyleyememek, anlatamamak dahası belli etmemek ne zor... Hep güçlü olduğuna inanmak, inanmadığın halde...
Herkesin doğru bildiği bir yanlışa sen de inanmak zorundasın, inanmadığın anda ayıklarlar seni hayattan ama ben bir tek doğrum için yok olmayı bile seçebilirim, beni dünyanın tepesinden aşağıya atmalarını hiçe sayarak; kendi düşüşümü izlerim. O, bir tek inandığım için.
O'na bu kadar inandığım içindi tüm inançsızlığım ve yalnızlığım sadece onunla doldurulabilecek bir boşluktu. Şimdi o boşlukta hiç dolmayacak bir delik oluştu, senin bile dolduramayacağın, bu yüzden izlemedim gidişini ve gidişimi, ardında bıraktıklarını aklıma kazıdığım için, senli hatırları hatırlama ihtiyacı hissetmiyorum, bir tek benim izlerim kaybolacak türden. Onları iyi saklamamız gerek, istemiyorlar bizi bu dünyada, bu yaşamakta.
***
Birinin bana söylemesi gereken bir şeymiş gibi o zamana kadar yalanladım bildiğimi, birisi söyleyince öğreniliyor bazen. Öğrendiğimi o zaman itiraf edebiliyorum çünkü benden başka birisi daha biliyor bu gerçeği, artık kaçınılmaz, Günyüzü gerçekleri ve ben şimdi kendi gerçeğimin ellerinde ölmek istiyorum... Ölmeyi ilk kez bu şekilde isteyişim garip geliyor kendime, kendi yalvaran sesimi tanıyamıyorum. İçimde başka birisi olmalı diyorum, ama o öldü. Ölünün yalnızca izi kalır, sesi çıkmaz.
İçimin kalabalığından boğuluyorum, oysa ben sessiz sedasız ölmeyi dilemiştim hep. İçim çok dolu, ölecek yer bulamıyorum. İçimin kalabalığından sıyrılıp, en yüksek tepeden atlayıp yine içimin boşluğuna yuvarlanıp, gömülmek istiyorum. Beni artık yalnızca toprak saklar, o paklar. Yıkanmak istiyorum her yağmurla birlikte. Ben ölüyken de hissederim yağmurları ve yağmur yağacağı zaman yine sızlar bacaklarım, haber verirler yine, iyiliğine dua etmem için.
Ruhum deniz kabuğu, yüreğim köpüğü.
Bir avuç deniz kabuğu istiyorum, sığınmam için yeterli, saklanmak için derin. Sadece bunu istiyorum giderken, toprağa karıştırın gerekirse. Dudaklarımı gülerken hatırlayın, karpuz dilimi ay gibi hatırlamayın.
Birilerinin bana söylemesi gereken her şeyi anladım ben onlar daha söylemeden. Vaktimi doldurmuş gibiyim, her nefesim fazladan borç haneme yazılıyor, borçlu kalmak istemem, hissetmem ki zengin hissedeyim. Ancak aklı olmayanlar mutlu hissederler, buna sığınıyorum. Aklımı yitirmeyi istiyorum, ancak o zaman mutlu hissedebilirim tüm deliler zengin mutluluk bakımından.
Gitmeliyim, tamir edemeyeceğim bir boşluk birikti içimde, doldurulamayan, bir daha olmayacak bir şey oldu ve bitti, anında kapandı perde. Bir daha olmayacak bir şeyin yasını tutmak ağlatır en çok insanı çünkü buna birde özlem karışmıştır.
Ruhun acısı sevdiği ve ait hissettiği herhangi birinden ya da bir şeyden zarar görmektir. Dayanılmaz bu. Yıllarca fanusta sakladığım yüreğimin çığlıkları da yetişemedi imdada, şimdi daha güçsüz görünüyor her şey gözüme, ölürken güçlenir insan ve küçülür ama kendisi küçüldükçe dünya da küçülür, herkes küçülür. Yanında götürmek istediklerini sığdırabilmek için belki de. Ama benim fazla yüküm yok, üzüntüleri de bırakabildiğime göre.
Tek yüküm; deniz kabuğu!
Hafif, saklanılası, huzur, nefes darlığından geniş, önemli olan da bu, nefese ihtiyacımız olmadığı yerde, nefes alabilecek bir yer olması...
Gidiyorum, bu kelimeyi kim bilir kaç sefer kullandım da gidemedim. Sözümde duramadım, kaldırımlar özledi ayak seslerimi, karanlıkta kayboldum. Hiçbir sokak gizleyemedi beni ve hiçbir güneş saklayamadı umutlarımı, daracık bir alanda son veriyorum her şeye, ellerimde kedi tırmıklarının yerini alan, deniz kabukları...
Çünkü kalamazdım, çünkü her şey birbirinin kopyası gibi, tekrarı devam ediyor. Yeni bir gün yoksa yeni bir ölüm vakti gelmiş demektir. Bulunduğumuz yerde her şey aynı devam ediyorsa bir değişiklik yapmalı, bu yüzden yok oluyorum, kalmanın faydası yok, izahı da yok, gereğinden fazla şey oluyor burada harflere, kelimelerin yakası paçası dağınık, toparlayamıyorum.
***
Öyle bir bıraktın ki, kimseye kalamam artık
Ellerim yüzümde, başka bir avuca sığmaz artık
Sözlerime ağıtlar yetmez
Ama bir tek deniz kabuğu yeter sığınmama, saklanmama, dalgalar götürsün beni, gömüleyim sonra boşluğa. Kimsenin bilmediği, bilemeyeceği ve göremeyeceği kadar gizlenmek istiyorum, bu ancak yok olmakla mümkündür.
Vakit çok geç olmuştu, uykulu gözlerimden sensizlik akıyordu ve dışarıda yağmur yağıyordu. Yağmur hep yağar. Saat ilerlemez çok şey yaşanıldığı halde. Saate niye bakıyorum ki; sanki vakit geçince gelecek misin?
Altı-üstü bir akşamüstüydü
Şimdi tüm dünya üzerime yıkıldı...
Sana sarılınca silinmişti tüm dokunuşlar, sonbaharın yaprakları döktüğü gibi dökülmüştü, ruhum böyle sıyrılmıştı bedenimden, sana dokunmak sonsuzluk gibiydi ve ölüm kadar güçlü bir duygu.
Ben ancak ölebilirsem
Daha çok yaşarım
Yaşamak mı bu?
U n u t u l m a k t a n b a ş k a ö l ü m t a n ı m ı y o r u m . . .
Ellerim Eylül
Soğuk
Ayrılık
Eylül'de kaldı ellerim!
Bir Ekim İki Bin On Üç 13 40