Denizin Ortası
Küçükken ağlamaktan utanırdım
Yalnızken ağlardım
En karanlık gecelerde,
En kalın yorganların altında
Büyüdükçe utanmıyor insan ağlamaktan, sıkılmıyor. İnsan içinde, gözleri açıkken, kapalıyken fark etmiyor ağlamak. Büyüdükçe daha çok ağlıyoruz, saklayamayacak kadar. Küçükken her şey daha saklanılır gibiydi, kendimiz gibi, minicik bedenimiz herkesin oturduğu sandalyeyi bize yatak yapıp uyuyacak kadar ufacıktık.
Küçükken sakladığımız şeyleri büyüdükçe saklamakta güçlük çekiyoruz. Belki de ağır geliyor artık saklamak. Belki de büyüdükçe yüreğimiz küçülüyor ve gittikçe cesaretleneceğimize yüreksizleşiyoruz. Yüreğimizi birilerine verirken çok da cömert davranıyoruz aslında. Ama söz konusu kendimiz olunca harcamak kolay olmuyor.
Büyüdükçe saklamak için tecrübe sahibi olmamız gerekirdi ama büyüdükçe inatla saklayamıyorduk. Olur olmaz yerlerde ağlıyorduk çocukça. Çocukken yapamadıklarımızı yapıyoruz belki biraz da...
Büyüdükçe çocuklaşıyoruz belki de, yaptıklarımızı ancak çocukluğumuz kabul eder. Büyükken çocuk gibi yaşamaya çalışıyoruz. Çünkü her şeyimiz küçülüyor biz büyüdükçe ellerimiz büyüyor ama tutamıyoruz istediklerimizi. Zaman kayıp giderken avuçlarımızdan biz yakalayamıyoruz. Sevdiklerimiz terk ediyor biz tutamıyoruz. Çünkü gücümüz azalıyor büyüdükçe.
Büyüdükçe çocuklaşıyoruz ve ağlamaktan başlıyoruz buna. Belki de her şeye ağlamamız bu yüzden, çocuklaşmak yaşlanmak biraz da. Bunu kanıtlamaya çalışıyoruz ağlayarak.
Mahallenin en pasif çocuğuydum ben, oyunlardan atılan ya da yedekte tutulan. İp atlama oyununda hep ipi tutan çocuktum. Zayıf, kısa boylu ve küçük. Ayağımdaki renkli lastik ayakkabılardan koşarken batan taşlar acıtmazdı yüreğimi, diğer çocukların beni horlamaları kadar. Biraz da beceriksizdim sanırım, oyun oynamaya gelince. Beceremezdim, hayatın gerçekleri vardı çünkü oyun oynamak yerine zamanlarımı dolduran. Ama yine de cesaretliydim şimdiki zamana göre. Büyümek belki de cesaretsizleştiriyor ya da tam tersi, değişken bir şey bu.
Beceriksizliğim hayatın oyunlarıyla ilgiliydi. Gerçeklerden vakit bulamadığımız oyun saatleri vardı, ekstra vakit bulmak için çabaladığım. Oyun oynamak için başka şeyleri daha çok yapmak durumunda kalırdım. Birilerinin gözüne daha fazla girmem gerekiyordu oyun oynamak için. Bunun için de daha fazla hizmet, daha fazla çalışmak gerekti.
Hayat denilen şey hep ileride giderdi ve ben ona yetişemezdim ya ayaklarım küçük olduğu için ya da giydiğim rahatsız ayakkabılar yüzünden. Katılamazdım katılmam gerekenlere. Hep bir şeyler engeldi hayatıma. Benim hayatıma dışarıdan müdahale ediliyordu ve kanatlarım yoktu uçmak için. Ayaklarım koşamayacak kadar küçüktü. Ellerimdeydi tüm güç, onlar da yetmiyordu bazen. Yumruk yapsam bile yetişmiyordu hayata. Yetmiyordu acıtmaya.
***
Tüm uğraşım okyanusta bir damla olmakken, bir yıldız tozu olmuştum.
Yerim yoktu burada, büyüdüğümde bile. Toz olup uçacaktım. Gökyüzü mü daha genişti yeryüzümü? Dünya yuvarlaksa ikisi de eşit olmalıydı. Ama yeryüzü lüzumundan fazla doluydu ve bazılarımıza yer kalmıyordu.
Kağıttan bir gemiyim denizinde, kağıttan olduğumu bilerek, sonuna gelmeden batacağımı, su alacağımı bilerek çıktım bu yolculuğa. Ya deniz beni yutacaktı ya da kağıdımdan yanacaktım. Ben boğulmayı tercih ettim, küçük bir çocuğun elindeki gemiyle birlikte. Bir kova dolusu su yetmedi gitmeme. Ardımdan dökülen suların inadına daha da uzaklaştım. Şimdi olmak istediğim yerde, kağıttan geminin tam ortasındayım, kurtarılmayı beklemiyorum. Bu batış hayatımın anlamı çünkü. Sevdiğim maviyle buluşma vakti.
Büyüdükçe cesaretlenmem, çocuklaşmam bu yüzden işte.
Şimdi ağlamaya ihtiyacım var,
Bu denizin ortasında
Küçücük ellerimle yaptığım kağıttan geminin içine sığamıyorum artık. Hem gözyaşlarım da ıslatıyor, daha çok su alıyor gemi.
Sende var olmak için, yok olmayı seçiyorum ben. Bu yüzden buradayım.
Deniz'in tam ortasında
En kağıt halimle.
Çocuk ellerimle;
Beceriksizim işte, elim yakışmıyor küreklere.
Yirmi Sekiz Şubat İki Bin On Üç 11 30