Deniz'in Ortası II
Birbirimizden haberimiz yokken bile birbirimize dökülüyormuş satırlar
Sen hep benimleymişsin
***
Suç değildi satırlara iman etmek ve ben kimseyi suçlamak için yazmıyordum, sadece inanıyordum yazdıklarıma, en çok sana hitaben yazıldığı için, kimsenin suçu değildim. Yazdıklarım suçtu belki sizin kanunlarınıza göre, ben kanunlarınızdan birisi değildim, beni suçlayacak hiçbir şey yoktu elinizde. Çünkü benim dünyama bir ben, bir de yazdıklarımın sahibi olan 'O' kişi sığabilirdi. Sizin dünyanızda olmadığıma göre, yaptıklarım da sizin dünyanızı ilgilendirmezdi. Karışamayacağınız kadar uzakta işliyordum bu suçu, iki kişilik.
Sizin suçlunuz ben değildim, olamazdım.
Siz de benim yazdıklarıma suç olamazdınız, ortak da olmanıza imkân yoktu. Kendi dünyamın suçlusuydum ve yine cezayı ancak kendim verebilirdim, sizin kanunlarınızın tamamen dışında bir var oluştu bu.
Rüyama girip, beni korkutan tüm kâbuslardan nefret ediyorum, meleklerimden teker teker özür diliyorum, korkuttuğum için onları. Acelem var uyumam lazım yine, ama Allah'ım ne olur bu sefer olsun kaldığım yerden devam etmesin bu rüya, rüyalarımın devamı gelsin ama kâbuslarımın gelmesin.
Sağ yanıma dönüp uyuyorum ben her gece, her sabah gün iyi geçsin diye, sağ tarafımdan kalkıyorum. Sağ elimi sağ yanağımın altına yerleştiriyorum güzel rüyalar göreyim diye. Güzel rüyadan kastım sensin, senin olmadığın hiçbir rüya bana güzel gelemez. Tüm şehir uykuda, herkes susmuş gibi. Arabaların egzozları bile bağırmıyor artık. Gece olduğunu giden elektriklerden öğreniyorum. Odam o kadar karanlık ki, ama aydınlık kadar korkunç değildir karanlık. Aydınlıkta saklanamazsın, en azından aynalardan saklanamazsın. Gece ile gündüz arasında yanan lambalar var. Elektrik gittiğinde geceyi yaşıyorum, bazen kafama göre elektrikleri kesip, sigortaları attırıyorum.
Karanlıktan korkmuyorum, aydınlıktan gözlerimi sakındığımdan beri. Sanırım bu bana karanlıkta durduğum zamanlardan bulaştı, aydınlık olsa, kollarımı gözlerime kapatırım, öyle ürkütücü geliyor ki... Ama karanlık öyle değil, sarıyor insanı, saklıyor, sarmalıyor.
Uyurken yasemin çiçeklerini düşünüyorum, en mor olanlarını. Nedense hayallerimde hep mor renkler mutlu ediyor beni. Gerçekte sevdiğim renk farklı olsa da, mor hayallerim gibi uçuk biraz, sanırım hayallere en çok yakışanı o. Mor papatyalar dikiliyor bahçeme, olmayan bahçeme tabi ki. Rengârenk kediler geliyor gözlerimin önüne, her birini çok seviyorum, seni de seviyorum kediler kadar. Karanlıkta hep beyaz kediler düşlüyorum. Belki ben de beyaz olduğum için, karanlıkla iyi anlaşıyoruz, ben de siyah olsaydım sarabilir miydi karanlık beni? Basabilir miydi bağrına?
Bir tek denizin rengi değişmiyor içimde. Bir tek rengine sadık, diğer tüm renkler değişirken, deniz koruyor maviliğini... Yani hayalimdeki deniz, gerçek deniz öyle değil biliyorum. Dışarı çıkabildiğim zamanlarda uğruyordum yanına, her gittiğimde ıslatırdı beni. Ah ilaçlarım, her defasında denize düşerdi cebimden. Yaşamamı istemezdi belki de, o yüzden alırdı cebimden ve ıslatması da çabası. Her kenarına gidip, oturmaya kalksam, tam dinleneceğim sıradan,
kocaman bir dalga saldırırdı üzerime, ama onu da severdim, adını taşıdığı için. Her deniz kendi köpüğünden sorulur. Herkes kendi boşluğunda yuvarlanır. Herkes kendi karanlığından sorumludur, ışık bakmaz senin karanlığına. Sen yakalarsan ışığı, ancak o zaman aydınlanır karanlık dünyan.
Her kalem kendi yazdıklarından sorumlu, her harf kendi cümlesinden, ben cümlende tek kelimeyim ki, bakarım ardıma, önüme. Neyi ifade ediyorum diye.
***
Denizin ortasındayım, gerçekten tam ortasındayım. Kız kulesi kadar. Ama bunu kimse tahmin edemeyecek, çünkü o kadar uzağım o kimselere, yüzümün akan makyajlarına gülen, maskeli balodan çıkmış dostlarım var benim. Ben akan karakalemimi silmek için çabalamıyorum, nedense rahatsız olmuyorum geceden kalma makyajımdan. Çünkü umursamıyorum.
Her şey daha zorlaşmaya başladı, karanlıkta dalgalarla boğuşmak hiç kolay değil, nereden geleceğini bilmediğim hamleler yiyorum, tuzla besleniyorum, köpüklerle yıkanıyorum. Kelimelerim kayboluyor her dalganın peşinden akıp giderken. Ben gidenlere üzülmüyorum, denizin hâlâ ortasında olabildiğim ve durabildiğim için mutluyum, zor da olsa. Ama kolayını istemezdim zaten, yakışmazdı bana kolay olanlar.
Mecnun'dan sonra affedildi tüm âşıklar, ama geç kalındı, herkes bir önceki nesli affetti, kendi aşkından dolayı. Kediler kadar sert yere başımı koyuyorum, çok ilginç uyuyabiliyorum, rüyalarım da mor, buna seviniyorum, sevinirken seni daha çok seviyorum. Çünkü sana ancak sevinçli bir sevgi verebilirim yani bunu istiyorum.
O kadar çok karanlıktan bahsettim ki, elektrikler gidecek yine, eminim. Ama kimseyi görmek istemediğim zamanları yaşıyorum. Elimde bir kalem, her bulduğum yeri karalıyorum. Görmeden yazılır mı demeyin, yazılıyor. Alıştım, dünyası karanlık olanların, aydınlıktan farkı yoktur gündüzleri.
Asırlık bizim aşkımız
Yüzyıllardır bekliyoruz
Bu yüzden seni asırlardır beklemiş gibi yorgunum
Ama seviyorum asırlardır görmemiş gibi, hasretle
Ve her gördüğümde de asırlardır görmemiş gibi heyecanlanıyorum
Deniz vardı bu şehirde
O yüzden hep nemliydi havası ve ıslaktı duvarlar
Elektrikler gitti yine, gece oldu bu sefer çabuk geldi uyuma saati. Denizin herkesin gözünde rengi lacivert şuan biliyorum ama benim gözümde hiç görülmemiş bir renk, mavi.
Deniz var bu şehirde,
İyi ki var.
Bir Temmuz İki Bin On Üç 15 50