Devinim
Elveda... Vedanın evrim geçirmiş hali. Evrim teoristleri fizyolojik gerçekleri mantık kalıplarına dökme uğraşındayken, biz nasıl bir uykunun kaçıncı evresinde hangi rüyayı görüyorduk, hangi aşkın kehanetini, hangi dinin kıyametini yaşıyorduk, kestirmesi güç. Lakin şehvetli arzularımızı çiçek kokulu yalanlarla zehirlemek varken, karbonmonoksitli gerçeklere mübtela olmamızın ahiret korkusuyla alakası olduğunu sanmıyorum.
Bir filmin son sahnesi ağlatmıyorsa bunun sorumlusu seyirci midir? Yanında olmak istediklerinin yanında olamamak sürgün edilmenin kaçıncı boyutu?
Aidiyet aşikarsa çürümek için dört duvar gerekmiyor. Elleri kelepçeli bir çocuğun yüzündeki aptal gururu tasavvur edememek, parmak uçlarımızdaki çırpıntılarla alakalı değil! Bayat öpücüklerin yıprattığı resimler, yok olmanın kör edici ümidiyle çırpınıyor. Hayallerim, sahilde yüzükoyun uzanmış pis bir ayyaşın yeni yakılmış sigarası kadar taze.
Beni böyle öldüremeyeceksiniz! Ağlanmamış günahlarımın kefaletini bizzat kendi elleriyle ödedi annem. O sırada siz kaynağı tespit edilemeyen kahkahalar atıyordunuz. Bense şölene geç kalmanın burukluğuyla iki büklüm, ortalıkta avare avare dolanıyordum.
Bir şölene geç kalmak şöleni düzenleyen kişi için bir anlam ifade etmeyebilir, şölenin düzenleniş amacını zedelemeyebilir, şölendekilerin kahkahalarına herhangi bir etki de yapmayabilir. Ama bazı zaman kalıplarını bazı gerçeklerden ayırmaya çalışmak, şaraba ihanetten başka bir şey değildir.
Elimdeki şarap kokusunu kan rengi üzümlerle değişmek istemem, son derece absürt ve bir o kadar masum bir pazarlıktır. Bazı yolların ürkütücü tenhalığını bazı ıslıklarla kamufle etmeye çalışmak da öyle. Ve biz, absürt dediğimiz şeyle masumiyet bir araya geldiğinde adını mucize koyar, sonra da ona inanmayı reddederiz. İnanmak, kesinlikle iradi bir eylem değil.
İşte biz bazı geceler bazı şeylere inanmıyorduk. Böyle gecelerde elbette yağmur yağıyor ve gök gürlüyordu. O sırada bir kadın, cennetten fırlamış olduğu apaçık uykulu yüzüne masumiyetini de takınmış, kendi ürkek ellerini sımsıkı tutmakla meşguldü. O sırada bir adam, yağmurun altında koşar adım ilerlerken, alnındaki teri silip yere attığında, kendi kaderini kendi elleriyle ayaklar altına serdiğinin farkında bile değildi. Bir kaderin üstünden kaç kişi geçebilir? Bilinmiyor.
Mesela bazı geceler de çabuk sarhoş olunuyor. Ama bu dalgaların hışırtısından , arabesk şakılardan, ya da yıldızları görememekten kaynaklı bir durum değil. Ve kaynağı tespit edilmemiş vakalar birer ölüm fermanından başka bir şey değildir. İmzası sahte bir ölüm fermanı tarafsız ve bağımsız mahkemeler önünde iptal edilebilir mi? Sanmıyorum.
Ama yine de şunu biliyorum: Nasıl ki bazı soruların sonuna soru işareti koymamak, onun soru olmadığı anlamına gelmiyorsa; bir elin diğerinin üzerinde olmayışı onu tutmadığı anlamına gelmez.
Gerisi boşluk... Gerisi acziyet... Gerisi avuntu... Gerisi karanlık... Ve gerisi elbette kader...
Kim yeni bir kader yazabilir ki ? Kim ecel an'nını şaşabilir ki ? Niyet her zaman an'ın hep ötesinde.
Ya bile bile; ya seve seve
Oysa insan, ebedi ruhuna inkar, ebedi mekana bir an'kadar !
Yolculuğun nereye varacağını kestirmek zor...