Din ve Bilim Ekseninde Evrim Teorisi (2)

Evrim Teorisinin de Bir Evrimi Var!

Evrim, doğa ve doğadaki herşeyin sürekli değişmesine ve dönüşmesine verilen addır. Darwin, canlılar arasında değişim-dönüşüm olduğunu gözlemleyip, uzun yıllar kanıtlar topladıktan sonra 1859'da bu konudaki görüşlerini kitaplaştırınca, değişim-dönüşüm anlamına gelen 'evolution' (evrim) kelimesini kullanır. O günden beri "evrim" ve Darwin adeta özdeşleşmiştir. Yoksa evrim teorisi basma kalıp, donuk, bitmiş ve son noktası konmuş bir teori değildir. Sadece biyolojide değil bilimin değişik alanlarında sınanabilir ve geliştirilmeye, derinleştirilmeye açık bilimsel bir teoridir. "Bugün kuram (evrim terorisi) paleontoloji, genetik ve embriyoloji gibi bilimler tarafınca sürekli yenilenmektedir ve geliştirilmektedir."

Darwin ile özdeşleşen evrim teorisinin de aslında bir evrimi var. Darwin'den çok önceleri başkaları da evrimle ilgilenmişler, bu konuda çalışmalar yapmışlardır. Darwin sonrasında ve günümüzde de bu alandaki çalışmalar başka bilim adamları tarafından sürdürülmektedir. "M.Ö 6. yüzyılda İyonya'lı filozoflar evrimden söz etmişlerdir. Thales, Anaksimandros, Herakleitos, Aristotales gibi pek çok bilgin canlılığın oluşumu ve gelişimi konusunda fikirler ortaya atmışlardır."

Darwin'in dedesi de evrim konusunda çalışmalar yapmıştır. Evrim olgusuna kafa yoran ve bu konuda Darwin'den daha önce açıklama yapan bilim adamları vardır. Bunlardan biri, belki de en önemlisi, Fransız biyologu Jean Babtiste de Lamarck'tır.

Teoloji ('dinbilim') eğitimi gören ve kendisinden önceki bilim adamlarının kilise ve papazlar ile tezat görüşler ileri sürdüğünde başlarına geleni bilen Darwin, araştırma, gözlem ve topladığı kanıtlara dayanan görüşlerinin tepki toplayacağından çekindiğinden olsa gerek, uzun yıllar yakın çevresi dışında kimseyle bu görüşlerini paylaşmaz ve yayınlamaz. Ama yaklaşık yirmi yıl boyunca canlıların değişimi ve dönüşümü konusunda kanıt toplamayı ve gözlem yapmayı sürdürür.

Sadece 5 yıllık araştırma gezisi sırasında Darwin, "40 bin deniz mili, 3.200 kilometre at sırtında kara yolculuğu yapar, 1.700 sayfalık jeoloji ve zooloji notu, 800 sayfalık günce, dört bin etiketli kemik ve kuru örnek, 1.500 de alkole yatırılmış böcek toplar." Ve Charles Darwin bu sırada henüz yirmi yedi yaşındadır.

1858'de Alfred Russel Wallace evrim konusundaki düşüncelerini Darwin'e gönderince ve Darwin bu şahsın da evrim konusunda kendisiyle benzer sonuçlara ulaştığını görünce harekete geçer. Alfred Russel Wallace'ın mektuplarını da ekleyerek, görüşlerini bir bildirgeyle bilim çevrelerine açıklar. 1859'da ise uzun yıllar alan sabırlı çalışmalarına, gözlemlerine ve topladığı kanıtlara dayanan görüşlerini "Türlerin Kökeni" (The Origin of Species) adlı bir kitapta toplayarak yayınlar.

Darwin'ın uzun çalışma yıllarına, gözlem ve topladığı kanıtlara dayanarak açıkladığı, evrim teorisinin özü şudur: Canlılar dünyasındaki türler donuk ve değişmez değildir. Aksine, bir tür canlı organizmadan zaman içinde ve değişen koşullar altında başka tür organizmalar oluşmuştur. Hiç bir canlı birden bire ve farklı türler olarak var olmamışlardır. Zamana ve doğal olaylara-ortama bağlı olarak ortaya çıkan ilk canlının değişip-dönüşmesi (evrimi) sonucunda canlı türleri oluşmuş, bunların sürekli ve uzun yıllar içinde değişip-dönüşmesi ve "doğal seçilimi" sonucunda belli türler yok olurken, bildiğimiz canlı türleri yaşamlarını sürdürmeyi ve ayakta kalmayı başarmışlardır.

Darwin'in "Türlerin Kökeni" adlı kitabı tüm dünyada geniş yankılar uyandırır. Dini gericiliğin emrinde olanların ezberini bozan, bilim çevrelerinin ise ufkunu genişleten, bilinenleri yeniden düşünmeye araştırmaya zorlayan "evrim teorisi"; bütün dünyada hem büyük bir tepkiyle karşılanır, hem de büyük tartışmalara ve saflaşmalara yol açar. Darwin tüm saldırılara karşın çalışmalarını sürdürür ve esaslı bir adım daha atarak 1871'de "İnsanın Türeyişi" adlı kitabını da bilim dünyasına ve insanlığa armağan eder.

Darwin, "İnsanın Türeyişi" adlı kitabını yazarken Thomas Malthus'un "Toplumun Gelecekteki Gelişmesine Etkileri Açısından Nüfus Üzerine Bir Deneme" adlı eserinden etkilenerek kafasını meşgul eden soruların cevabını bulur. Canlıların hızlı üremesine rağmen, doğada kararlı bir nüfusun varlığını sürdürmesinin, bazı türlerin ise yok olmasının nedeninin "doğal seleksiyon" olduğunu keşfeder. Doğal yaşam koşullarında kimin yaşayıp kimin öleceği, hangi türün yaşayacağı, hangisinin yok olacağı doğal seçilim yasasına göre belirlenir. "Ancak kendilerini yaşam koşullarına iyi uyarlayanlar üreyecek yaşa gelebilmektedir. Her şey sanki yaşam zorlukları üremeye yatkın bireyler arasında bir ayıklama yapıyormuş gibi gerçekleşmektedir."

Ömrünü adadığı çalışmaları hakkında, "İnsanın Türeyişi" adlı kitabında Darwin şunları söyler: "Tüm çalışmalarımda göz önünde tuttuğum iki hedefim vardı. Önce türlerin ayrı ayrı yaratılmış olmadığını göstermek; sonra canlı dünyasındaki değişikliğin başlıca düzeneğinin doğal seleksiyon olduğunu ortaya koymak." Darwin büyük oranda bu hedeflerine ulaşmış ve dünyayı sarsan ve saran bir bilimsel teori ortaya koymuştur.

Görüldüğü gibi O'nun kendisinden önceki bilim adamları gibi 'kutsal kitaplar' ve 'tanrı' ile bir alışverişi yoktur. O, bir ömür süren çalışmasına, somut verilere (fosillere) ve gözlemlere dayanarak önce genel olarak canlıların ortaya çıkışını ve hangi koşullarda nasıl bir değişim-dönüşüm geçirmiş olabileceklerini; sonrada, insanın da aynı yol ve yasalar sonucu insan olduğunu tüm dünyaya ilan etmiştir. Yaptığı özet olarak budur.

Darwin, somut verilerden ve gözlemlerden hareketle bilimsel gerçeğe ulaşmıştır. İzlediği bu yöntemden dolayı niyetinden bağımsız olarak ve bence, kendisinden önceki bilim adamlarıyla aynı sonuca varmıştır: Hiç bir şey gördüğümüz gibi değildi, böyle de kalmayacak! "Doğadaki her şeyde bir değişim-dönüşüm (yani evrim, evolution) vardır ve bireysel ömürler bu evrimin sadece birer adımıdırlar!" Evrim gerçeğinin bu boyutunu göremeyen görmek istemeyen dar kafalı, her türden gerici, evrim süreçleriyle kıyaslandığında bir adım bile olmayan ömrü içerisinde evrime tanık olmak istiyor, bu mümkün olmayınca da, çevrelerine 'evrim yalanları' nakaratı eşliğinde masalllar analatıyor, kitleleri bilimsel görüşlere karşı kışkırtıyorlar.

Darwin'in bilimle, bilimin Darwin'le kaçınılmaz buluşması, istemese de O'nu teoloji ve 'kutsal kitaplar'la; evrene, dünyaya ve canlılara buradan bakanlarla karşı karşıya getirmiştir, getirmeye de devam ediyor. Ama Darwin ve teorisine karşı nerdeyse 150 yıldır sürdürülen haçlı seferlerinin daha derin ve köklü sebepleri vardır. Şimdi kısaca bu sebeplerden bazılarını görelim.

Tevrat, İncil ve Kuran dünyanın ve insanın 6 günde yaratıldığını bildirmektedir. "Teologlar ("dinbilmciler") yaratılışın İ.Ö. 4004 yılında başladığını; Adem ile Havva'nın o yıl 23 Ekim günü saat 9'da yaratıldığını hesaplamışlar. Bu hesaba ve teologlara göre "dünya ve insan 6 bin yıl önce tanrı tarafından yaratılmıştır." Ne ilginçtir ki, Kuran'da farklı bir yol izleyerek aynı hesabı yapmakta, aynı sonuca ulaşmaktadır.

"Allah, gökleri ve yeri, ikisi arasındakileri altı gün içinde (altı evrede) yaratan sonra da Arş'a kurulandır..."(Kuran, Secde Süresi, Ayet:4) "Gökten yere kadar bütün işleri Allah yürütür. Sonra bu işler, süresi sizin hesabınızla bin yıl olan bir günde ona yükselir." (Kuran, Secde Süresi, Ayet:5 ) Açıkça görüldüğü gibi; önce, "yerde ve gökte ne varsa 6 günde yaratıldığı", sonrada "her günün bizim hesabımızla "bin yıl" olduğu yazıyor. Yani 6 gün, bizim hesabımızla 6 bin yıl ediyor. Çevirmenlerin parantez içinde "altı evre" yazmaları da ilginç. Aslında bu ifade, "herbiri bin yıl süren 6 evrim süreci" de demektir.

'Kutsal kitaplar' evrenin, dünya ve canlıların geçmişi ile ilgili olarak yukarıdaki açılamayı yaparken, bilim adamları ve bilim dünyası bizlere, aynı konularda apayrı şeyler söylemektedir. Örneğin, evrenin ve evrende var olan herşeyin (dünya ve insan da dahil) bizim gördüğümüzden farklı olduğunu, milyonlarca yıl süren evrim süreçleri sonucunda muvcut duruma dönüştüklerini, değişim ve dönüşümün bugün de durmayıp devam ettiğini bilimsel araştırmalar, çalışmalar, somut veri ve deneylerle ortaya koymaktadırlar. Jeoloji bilimi (yerbilimi) de Darwin'in evrim teorisini doğrulamakta, dünyamızında evrim geçirdiğini kabullenmekte, kayaçlara dayanarak dünyanın 4,5 milyar yaşında olduğunu söylemektedir. (Jeolojik Devirler)

İnsan türünün, atalarımızın ortaya çıkışı ve geçirdiği evrim süreçleriyle iligili olarak ise; fosillere, gözlem ve DNA hesaplarına dayanılarak şu görüşler ortaya konmuştur: "...Uzmanlar evrim tarihimizdeki en önemli dönüm noktalarını saptamayı başardılar. Bunlardan ilki, yani iki ayak üzerine dikilmemiz, 6 ile 4 milyon yıl önce insansı maymunlardan ayrıldığımız dönemlerde gerçekleşti. İkincisi, yani alet yapmayı keşfetmemiz ve et yemeye başlamamız 2.5 milyon yıl öncesine rastlar. Üçüncüsü, 2 ile 1 milyon yıl önce, beynimizin büyümesi ve ilk atalarımızın Afrika'da boy göstermesidir. Sonuncusu, onlarca bin yıl önce beynin soyut kavramlara yönelmesi, sanat, müzik, dil gibi insanı gezegenimizin en güçlüsü haline getiren diğer zihinsel yeteneklerin ortaya çıkmasıdır." (Bknz.)-
ve (Fosil resimleriyle modern insanin soy ağacı)

Evrenin fiziksel anlamda 'kutsal kitaplar'ın yazdığından farklı olduğu Darwin öncesi bilim adamları tarafından savunulmuş, gözlem ve deneylerle kanıtlanmıştı. Buna rağmen bu bilim adamları kilise ve Engizisyon Mahkemesi'nin hışmına uğramışlardı. Burjuva devrimleriyle birlikte bilim teoloji ve dini bağnazlığa karşı bir üstünlük sağlamıştır. Açıktan bilime ve bilim adamlarına karşı düşmanlık yapılamaz olmuştur. Çünkü iktidarı ele geçiren burjuvazi düzenini egemen kılmak ve yaymak için ve o dönem, bilimsel ve teknolojik gelişmeye dine olduğundan daha çok ihtiyaç duymaktadır.

Sosyal devrimler, bilimsel devrimlerin de önünü açmıştır. Ama buna rağmen, evrim teorisi açıklandığında da günümüzde de her türlü gericilikle bilim arasında bir çatışma konusu olmaya devam etmektedir. Bunun bence iki temel sebebi vardır. Birincisi, evrim teorisinin sadece canlılar dünyasına ışık tutan bir teori olarak kalmayıp; doğal ve toplumsal gelişime-dönüşüme de ışık tutacak bir muhtevaya bürünmesi ve metafizik feodal-burjuva dünya görüşünün alternatifi materyalist dünya görüşünü desteklemesidir. Dahası urjuva sınıfın bir diktatörlüğü olan burjuva iktidarları çağımızda dünyayı ele geçirmiş, kendi aralarında paylaşmış ve tamammen gericileşmişlerdir. Ezip, sömürdükleri ve birbirine kırdırmaya çalıştıkları büyük işçi-emekçi kitlelerini kontolleri altında tutabilmek için, her türlü baskı ve gericiliğe olduğu kadar, dinin istismar edilmesine de ihtiyaç duymaktadırlar.

İkincisi, fiziki dünyada olup bitenlerin açıklamasını bilime bırakmak zorunda kalan teoloji ve her türden gerici, evrenin, canlıların ve tabiki insanın "yaratıldığı" mevzisine çekilmişlerdi. Darwin, evrim teorisiyle bu mevziyi de onların ellerinden çekip almıştır. Ayaklarının altındaki toprağın kaymakta ve kendilerinin gereksizleşmekte olduğunu anlamakta geçikmeyen her türden gerici son mevzilerini savunmak için Darwin ve evrim teorisine savaş açmışlardır, bu savaş bugün de sürmektedir.Tek 'Tanrı'lı dinlerin hepsinde insan, (insan içinde de erkek) doğanın ve diğer canlıların üzerinde ayrıcalıklı bir varlık sayılmaktadır. Oysa evrim teorisi, insanın da diğer canlılar gibi evrim geçirdiğini, insan olmadan önce hayvan olduğunu ortaya koyarak, tüm gericilerin ezberini bozmuş, ayağının altındaki toprağı çekip almıştır. Tersten "yaratılış" masallarına inanmayan ama bunu bilimsel bir temele de oturtamayanları bilimsel bir teori ile silahlandırmıştır. Darwin ve evrim teorisine karşı bunca yıldır süren düşmanlığın ve saldırıların en temel sebepleri bunlardır.

Peki herşey; evren, dünya, ay, güneş, canlılar, insan neden sürekli değişim ve dönüşüm (evrim) geçirmiştir ve geçirecektir? Bu krıtık soruımuzun cevabını konunun uzamanı birinden alalım:"Doğadaki bu değişim-dönüşümlerin nedeni ise: canlı cansız tüm varlıkların "hücreler", "hücrelerin" moleküller, moleküllerin atomlar, atomların ise, enerji ile maddenin iç-içe olduğu, atom-altı-parçacıkları denilen temel yapı taşlarından oluşmalarıdır. Her şey matruşka bebekleri gibi, içlerindeki bir başka öğe tarafından oluşturulduğundan, ve en temeldeki öğe ise sürekli-değişken-akışkan (yani aktif = canlı) olduğundan, halkanın en son ürünleri olan doğa ve dünyamızın nesnelerinin de sürekli bir değişim-dönüşüm içinde olması kaçınılmazdır." (Prof. Dr.İsmet Gedik, Karadeniz Teknik Üniversitesi Paleo-Biyoloji Uzmanı, Jeoloji Bölümü, Trabzon)

-------------------------------------------------------------------------------------
Ekler:

Evrim teorisi üzerine yapılan "ünlü "Oxford Tartışması" nasıl geçti?

Darwin kuramı üzerinde bilim adamları arasında başlayan tartışma çok geçmeden genişler, halk kesimlerine inen kırıcı çekişmeye dönüşür. Bilim dünyasında çoğunluk açık ve doyurucu bulunan doğal seleksiyon düşüncesine bağnaz çevrelerin tepkisi gecikmez. 1860'ta yer alan ve "Oxford Toplantısı" diye ün kazanan ilginç çekişme aradan yüz yılı aşkın bir zaman geçmesine karşın unutulmamıştır. Taraflar çatışmaya hazırlıklı gelmişlerdi. Kilise yüzyılların deneyim ve bilenmiş argümanlarıyla ortaya çıkıyordu. Hedefi darwin'ciliği vurmak, kutsal kitabın yanılmazlığı dogmasını kurtarmaktı. Düelloyu, etkili konuşma gücüyle tanınan Oxford Piskoposu Samuel Wilberforce üstlenmişti. Olayın öyküsünü Huxley'in Yaşamı ve Mektupları adlı biyografiden dinleyelim:

Daha toplantı salonunun kapıları açılmadan Oxford, Piskoposun darwin'i ezeceği söylentisiyle çalkanmıştı. Wilberforce'u tartışmaya, darwin'e kişisel kin besleyen Profesör Owen hazırlamıştı. Karşısında darwin'in "çoban köpeği" diye bilinen T.H. Huxley vardı. Aslında Huxley'in niyeti dinleyici olarak kalmak, tartışmaya katılmamaktı. Tartışmanın çok geçmeden demagojiye dönüşüp soysuzlaşacağı endişesini taşıyordu. Öyle bir kalabalıkta akıl değil, duygular ağır basacak, dolayısıyla bilimsel bir tartışmaya olanak olmayacaktı. Hatta arkadaşlarının ısrarı olmasa, toplantıya katılmayı bile istemiyordu. Toplantıya gelenler öylesine kalabalıktı ki, Oxford Müzesinde aynlan salon yetersiz görülerek Kütüphanenin Batı Odası diye bilinen daha geniş bir salona geçilir. Konuşmacılar daha gelmeden salon tıka basa dolmuş, nefes alınacak yer kalmamıştı. Salonun batı kesiminde pencerelere kadar doluşan bayanlar yer almış, bir yandan yelpazeleriyle serinlerken bir yandan da el kol işaretleriyle piskoposu coşkuyla selamlıyorlardı. Piskoposun hazır kuvveti kilise takımı da salonun tam ortasında yer almıştı. Salonun kuzey kesimine ise, öğrenciler yığılmıştı; azınlıkta olmakla birlikte onlar da darwin için seslerini yükseltmeye hazırdılar.

Wilberforce konuşmak için yerinden doğrulmaya başlayınca salonda gerginlik artar, tüm gözler ona çevrilir. Piskopos yarım saat boyunca parlak ama içeriksiz bir retorik örneği sergiler; dinleyicileri düşünmeye değil duygulanmaya iten, gerçekleri çarpıtan bir dil kullanır. Ağır başlı bir din adamı görünümünde, evrim düşüncesinin anlamsızlığını vurgular; türlerin başlangıçtaki yaratılış biçimleriyle kaldığı, Tanrısal düzenin değişmeyeceği temasını işler. Dinsel törenlerde her zaman ustaca başvurduğu yöntemle konuşmasının etkisini yükseltmek, karşı tarafa ölüm darbesini vurmak için Huxley'e döner, alaycı bir gülümsemeyle şu soruyu yöneltmekten kendini alamaz: "Şimdi öğrenmek istiyorum, sizin maymunla akrabalığınız anne tarafından mı, yoksa baba tarafından mı?" Konuşmak niyetinde olmayan Huxley artık sessiz kalamazdı, Piskoposa ağzının payını vermek fırsatı doğmuştu. Yavaşça yerinden doğrulur, sakin, kararlı bir ifadeyle, "Maymunla şu ya da bu yoldan akraba olmayı düşürücü bulmuyorum. Beni asıl utandıran şey, söz söyleme ustalığıyla gerçeği saptıran biriyle şu anda karşı karşıya kalmış olmamdır."

Huxley'in bu kısa yanıtı salonun havasını bir anda değiştirir. İtiş kakış ve bağrışmalar arasında hanımlardan biri bayılır. Öğrencilerin ısrarlı isteği üzerine dönemin tanınmış botanik bilgini Hooker kürsüye çağrılır. Hooker konuşmasında Piskopos'un bilimsel verileri hiçe saydığını, bilmediği bir konuda uzmanlık tasladığını, Türlerin Kökeni'ni okumadığı halde kulaktan dolma sözlerle karaladığını belirtir. Piskopos kendini savunamaz duruma düşmüştür; kurtuluşu çevresiyle birlikte toplantıyı hemen terketmekte bulur.

Bu olay aynı dili kullanmayan din ile bilimin bir araya gelip tartışamayacağını göstermekle düşünce tarihinde önemli bir yer tutar."

Aktran: Prof. Dr. Cemal YILDIRIM, (EVRİM KURAMI VE BAĞNAZLIK, Soru:19)

-------------------------------------------------------------------------------------

Fanerozoik Devir
545 Milyon yıl önce-Günümüz

Dünya ve yaşam tarihinin üç devrinden sonuncusu ve en kısa olanıdır. Yeryüzü yaşamının son 545 milyon yıllık dilimini içine alan Fanerozoik, kelime anlamıyla "görünür ya da bilinen yaşam" demektir. Yaklaşık elli yıl öncesine kadar bu zamandan öncesine ait kayaçlarda canlı fosiline rastlanmamıştı. Fanerozoiğin ilk dönemi olan Kambriyenin başında hayvanlar birden bire çok çeşitli ve yaygın fosiller bıraktı. Fanerozoikte yaşam önce suda çeşitlenip yaygınlaşmış daha sonra karaya çıkıp kıtaları da işgal etmiştir. Artık yeryüzü yaşamının tarihinin çok daha eskilere, 3,5 milyar yıl kadar öncesine dayandığını, ilk hayvanların da Kambriyen öncesinde Vendiyanda ortaya çıktığını biliyoruz. "Fanerozoik" adı, artık bire bir anlamını korumasa da bu devir 3 milyar yıllık sönük Kambriyen öncesi bir hücreli yaşamının karmaşık biçimlere evrimleşip çeşitlendiği, canlıların yeryüzüne belirgin biçimde damgalarını vurdukları şaşaalı bir zaman dilimini temsil eder. Fanerozoik, ilkin hayvanlardan, dinozorlar çağına ve günümüzün memeli baskın yaşamına, ilkin bitkilerden, Karbonifer bataklık ormanlarına ve günümüz çiçekli bitkilerine, basit sucul bir ekosistemden günümüzün karmaşık ve yer kürenin üzerini kaplayan çok katmanlı ekosistemine uzanan evrimsel bir patika ve yeryüzü yaşamının en etkileyici dönemidir.
Jeolojik Devirler

-------------------------------------------------------------------------------------

Evrimin kanıtı olarak neleri sayabiliriz?

Evrim, canlılığın zaman içerisindeki değişiminin göstergesidir. Dünya üzerinde yaşamış olan türlerden %99'unun, günümüzde soylarının tükendiği düşünülmektedir. Soyların tükenmesi, canlılığın evrimleşmesinin bir yoludur. Evrimin temel bileşenlerinden birisi olan 'doğal seçilim', ortam şartlarına uyum sağlayamayan veya diğer türler arasında başarısız kalan türlerin, doğa tarafından seçilime uğrayarak sayılarının azalmasını ve sonunda da ortadan kalkmalarını gerektirir.

Canlıların sahip oldukları kalıtım maddesi (DNA), canlılar arasındaki akrabalık derecesinin temel göstergesidir. Kural olarak, yakın akraba olan türlerin veya aynı atasal canlıdan evrimleşerek bugünkü halini almış olan türlerin, DNA'larındaki baz dizilimleri birbirlerine benzerdir. DNA benzerlik derecesi, türlerin birbirlerine ne denli yakın akraba olduklarının en önemli ve tartışmasız kanıtıdır. Örneğin; goriller ile aynı ortak atadan evrimleşmiş olan insanların (lütfen dikkat ediniz, gorillerden evrimleşmiş değil!!) DNA'ları, birbirlerine çarpıcı şekilde benzerlik gösterir. Bilim adamları tarafından, canlı gruplarının gen frekansları ve protein yapıları üzerinde yapılan araştırmalarda, zaman içerisinde meydana gelen evrimsel değişiklikler ortaya çıkarılmaktadır.

Evrim teorisine göre, dünya üzerindeki tüm yaşam formları, ortak bir atadan gelmektedir ve birbiri ile akrabadır. Evrimin en önemli iki kanıtı olarak fosilleri ve 'homoloji'yi sayabiliriz.
Fosiller, bize günümüz öncesinde yaşamış olan canlı formları hakkında bilgiler verir ve canlılar arasındaki akrabalık derecelerinin tanımlanmasına yardımcı olur. Homoloji ise, ortak kökenlerden gelişen yapıları inceler. Sucul memeliler olan balinalarda, yürüme işlevleri olmamasına rağmen kalça kemerlerinin kalıntıları bulunur. Çok büyük bir ihtimalle bu canlılar, karasal yaşama uyum yapmış olan yürüyen memeliler ile ortak bir atadan evrimleşmiştir. Paleontologlar tarafından, daha gelişmiş arka üyelere sahip olan fosil bir balina formu (Pakicetus) bulunmuştur. Bu da, balinaların yürüyen memelilerden evrimleşmiş olmalarını teorisini doğrulayan bir kanıttır. Çünkü bu teoriye göre, eskiden yaşamış olan balinalar, atalarına daha fazla benzerlik göstermelidir.

Diğer bir ilginç fosil, tıpkı kuşlar gibi tüylü kanatları olan bir dinozora aittir: Archaeopteryx. Kuşlara benzer kanatları olan bu dinozorun, kuşların aksine dişlerinin olması oldukça ilginçtir. Bu durum, kuşlar ve dinozorların ortak bir atadan evrimleştiği ve kuşların, dinozorlardan arta kalan son gelişmiş örnekler olduğu şeklinde yorumlanabilir.

Analoji ve homoloji kavramlarını birbiriyle karıştırmamak gerekir. Analog iki organ, aynı işleve sahip olabilir ancak kökenleri farklıdır. Homolog organların ise kökenleri aynıdır. Örneğin böceklerin kanatları ile kuşların kanatları, aynı görevi görmelerine rağmen farklı kökenlerden gelişmiştir. Bu nedenle de homolog değil, analog organlardır ve kuşlar ile böcekler yakın akrabalar değillerdir. Birbiriyle yakın akraba olan türlerde, homolog organlar bulunur. Homolog organların işlevleri her zaman aynı olmayabilir. Örneğin; balinaların ön üyeleri (yüzgeçleri), yarasaların kanatları ve insanların elleri homologdur, ancak bu farklı memeli gruplarında, farklı işlevlere sahiptirler. Kuşların ve yarasaların kanatları da homologdur. Her ikisinde de bir üst kol kemiği (humerus), alt kol kemikleri (radius ve ulna), bilek kemikleri ve parmak kemikleri bulunur. Yani, aynı genetik plandan çıkmışlardır.

Deniz Candaş

23 Şubat 2013 20-21 dakika 3 denemesi var.
Yorumlar