Diplomasız

Diplomasız ama çalışıyorum
Hayat işte bazen büyümeden yaşlandırıyor.



Yaşıtlarım daha mezun bile olamadan kendimi sorumluluklu işlerin içinde buldum. Bir şikâyet değildi bu, bence ayrıcalıktı. Ama hep aradaki açığı kapama telaşında, hep bir şeylerin eksik olduğunun bilincinde, hep yetinmek ama yetememek. Belki de kısaca bu yazının özeti budur.

***

Nasıl kaybolduğumu
Ve kaybolduğum yerin adını, görebilirsiniz bakabilirseniz!

Kendime gelsem de, kendimden gitsem de, kimse tarafından fark edilmedi, ne gelişlerim ne de sessiz gidişim. İstediğim buydu belki de, kimsenin zihnime çarpacak kadar yakın olmasını istemiyordum, onlar da istemiyorlardı bunu. Bu yüzden içime çekilmelerim kimsenin umurunda olmuyordu. Ben sessizleştikçe, etrafımdaki sesler de azalmaya devam ediyordu. Bu sessizliğe alışmakla birlikte çok da rahatsız olmuyordum.

Bazı günler sokağa çıkıyordum, belli belirsiz yaptığım bir işim vardı. İşlerimi halledeceğim düzenli saatlerde, düzensiz çabalıyordum, çabalarken çalışıyordum yani buna çalışmak diyordum. Diplomasızdım ben oysa. Hayatın elime aceleyle tutuşturduğu, gözle görülemeyen bir görev vardı, hayatın elinden almak zorunda kalmıştım diplomamı, mezun olup, diploma sahibi olamadan çalışmak durumunda kalmıştım. Tabi büyümeden de yaşlanmıştım, yaşlanmadan giyinmiştim o olgunluğu ve içimin dolgunluğu gün geçtikçe artıyordu. Hala diplomasızdım.

İnsanlara çarpmadan yürümek bu şehirde cambazlığı gerektiriyordu, ben de bayağı cambaz olmuştum çünkü kimseyle temasa geçmek istemiyordum. İçime kapanışlarım bu yüzdendi, içime kapanıyordum kaplumbağa gibi, dünyadan haberim yoktu. Ancak bir tepeye çıkabildiğimde açabilirdim kabuğumu, orada kimse göremezdi çünkü beni. Yüzüme bakınca anlayamazlardı içimde neleri barındırdığımı ve neleri unutmak istediğimi.

O tepelerden birine çıkıp, kollarımı iki yanıma açıp, kuşların konmasını istiyorum, kuşların acıktıkça beni yemelerini beklemeyi istiyorum. Kuşlarla buluştuğum seyrek günler vardı, sanırım kedilerle daha iyi anlaşıyordum, onlar her günümde vardı, hatta insanlardan daha çok onları görüyordum. Ellerim kedi beslerken çok temiz, mama kokusu siniyor. Ellerim yazarken çok suçlu, kalem kurşunu kokuyor. Diplomasız ellerim.

Konuşmaya ağzı yok yüzümün. Bu yüzden sesle kelimelerim bir araya gelmez hiç, gelemez. Konuşmaya hakkım olmadığından beri susuyorum, susarken yazıyorum. Sesim çıksa kelimelerim didiklenir, sesim çıksa kelimelerim diklenir. Kavga eder sesimle cümlelerim.

Anlamamam gereken şeyleri anlıyorum, sanırım bu yüzden dilsizim. Sesim ile kelimelerimin bütünleşemediği zamanlarda dilsizliğimle geçiniyorum. Daha çok çabalıyorum susmak için ve her geçen gün daha çok çabalama ihtiyacı içerisinde hissediyorum kendimi, herkes konuşmaya susarken, ben her geçen gün daha çok susmaya ihtiyaç duyuyorum. Susamak gibi geliyor susmak. Kanacağın bir su yoksa susmayı da öğreniyor insan, susamayı da.

Diplomasızdım.
Ama şiirlere sığınmak için diploma sormuyorlardı şükür, beni en iyi onlar anlayabilir, ancak onlar sarabilirlerdi kelimelerimi. Duvarların ardında kalan hayallerimi gizli bir hapishanede tutuyorlardı sanki. Ben kelimelere hasrettim, kelimeler bensiz şiir oluyordu. Şiir, düzende düzensizlik gibi ilgimi çekiyordu, belki nice diplomalıların bile farkında olamadığı kadar âşıktım şiire ya da onlar hak ediyordu en çok kelimeleri. Diplomasızdım, doğduğumdan beri. Bundan artık rahatsızlık duymuyordum. Diplomalılardan fazla çalışıyordum, onlardan fazla işe yarıyordum, aradaki açığı görmemeleri içindi belki çırpınışlarım. Kimsenin aklına gelmesin diyeydi bu kadar çalışmam.

Diplomasızdım, herkesi gözümden arındırıp öyle bakıyordum, bakabildiğim zamanlarda. Yazdıklarımı geri dönüp tekrar gözden geçirecek kadar önemseyen diplomasız, kalem tutan ellerim vardı, kimse öğretmemişti belki de kalem tutmayı, belki de ben daha doğmadan içime yerleştirilmişti bu sevda. Kendi yazdığım öykülerde vatanımı saklıyordum, şiirlerle sabahlıyordum. Sonra hep çalışıyordum. Kimseye bakmadığımdan dolayı eskimemişti gözlerim ve terk edilmiş yüzümle yüzleşiyordum her gün. Ayna yetiyordu bunun için, kenarı ahşap işlemeli ayna. Boş oda, boş zamanlar. İnsan bu kadar yoğunken bile boş hissedebiliyor bazen kendini. Ama yine de biliyordum zamanın kendine yakınmakla geçiremeyecek kadar kıymetli olduğunu.

Diploması olmayanların, tatili de olmuyor. Dinlenmeye hakkı da. Sonradan telafisi olur mu diye bile düşünemeden atılmak zorunda hissettim kendimi hayatın her alanındaki kendi koşturmacasına. Zaman geçiyor, hızla geçiyor, peşinden sürüklenirken daha fazla geçiyor. Dinlenmeye fırsat bulabilsek belki, zaman daha yavaşlayacak. Bizimle birlikte dinlenecek. Ama biz koştukça o da koşuyor.

Hayat, bazen ağlamaya bile fırsat vermiyor ve yakınmalara zamanımız yok. Uzun zamandır zamansızız. Zamanın telafisi yok ve zaman bulabileceğimiz bir yer de yok.

Bazen o kadar duramıyoruz ki yerimizde, aynalar bile yürüyor. Yıllar gidiyor aynaların peşinden, istemesek de farklı yönler çiziyor yolumuza. Gece ansızın uyandığımızda saate bakmadan önce, dizeler düşüyorsa avuçlarımıza, yazmalıyız.

İyi ki kalem var, iyi ki bileğimiz bir kalemi tutacak parmakları yuvasında saklayacak kadar anne şefkati ile beslenmiş. İyi ki ellerimiz var. Diplomasız da olsa, yazarken ellerine diploma sormuyor hiçbir kalem ve k/âğıt.

Kelimeler,
hâlâ bize ait, yazabiliyorsak. Diploma istemiyorlar yazarken. Bu yüzden kelimeler kadar bilgimiz, diploma alamasak da...




Yirmi Sekiz Haziran İki Bin On Üç 17 00

02 Temmuz 2013 4-5 dakika 94 denemesi var.
Beğenenler (2)
Yorumlar (2)
  • 11 yıl önce

    Diploma dediğiniz ne ki. İçinizdeki ses, gönlünüzdeki sevgi, iyi niyet olduktan sonra, hayat her haliyle güzel, diplomalı ya da alaylı, ne fark eder. Yürek sesinizle kaleme aldığınız yazıyı severek okudum. Kutlarım, sevgiyle kalı her daim.

  • 11 yıl önce

    Çok da dert etmemek lazım sizin gibi diplomalı olmayı, hayatın içinde yaşayarak, bazen hata yaparak, hatalarından ders çıkartarak zaman zaman insan belli bir konuma geliyor ve saygınlığı elde ediyor. Nice diplomalılar var ki karşınıza çıkar ve öyle hatalar yaparlar ki ''Bu okumuş insan bunu nasıl yaptı dersiniz.'' aslolan insanın kendi kendini yetiştirmiş olması ve olgunluğudur. Güzel bir yazı kutladım Nevin hanım...👍