Diri Kemikli Kalçaların Kıvrımında Dinleniyordu Güneş

Gölgeler balçıkla sıvanıp gün geceyi yuttuğunda;
altın ışıkların oynaştığı ölümü eğiren sular yüzünü yıkayan realitede henüz yalanı yutmamış vücutlardı.

Cennetinden düşmemişken tanrının billur ırmaklardan akan sularında dinleniyorken henüz göğün.

Bilinenin dışında maviye sığınma cesaretini göstermiş ve çakıl taşları birer hezeyan olmuştu hayatlara...


En azimli baş kaldırışını sunmuştu Prometheus .
Ölümü ölümsüzlerin elinden aldığı gün ateşi uzatarak gücü bıraktı insanlığın yazgısına...

Efsanelerin doğuşuna şehadet ettiğimiz gündü ve bir mevsimin eteğinden döküldüğümüz ilk bahar.



Soluğumu tuttuğum dolunayda nefesimden arta kalan günahtı gecenin iniltisine karışan.
İçimin gölgelerini boyayan çağrışımları ne çabuk katmıştım ruhuma.
Şimdi denizimde havalanan zümrüd-i anka yı basıyordum bağrıma,
didiklenmiş bir haldeydi benliğim. Yosunu yeşile çalan denizlerin koynundan aşırılmış gizemdi gördüğüm. Kendimi aradığım yerde kaybolmuştum.





bil ki;

Söylemi güçlü nefeslerin kaburga aralığında ihtişamlı bir olgunluktur aşk. Ardına bakmadan yaşlanan gözlerin ağ usu, sahilde kumları çekilmemiş denizlerin saflığı. Ve iri yarı albatrosun görkemli pike sidir hayat. Acıyla anlaşman yoktur doğarken. Hayata kattığın her renk senindir.
İşte!
Her birimizin yolcu olduğu serüvende, ben de eşlik ediyordum maceraya.


Gümüş kuytulara çisentiler bırakan yağmurların yağışıyla, belirginleşir anılar.
İncecikten yağan sağanakları yağmurdan saymazdım o vakitler.
Düşünce bütününün harabiyetle örtüştüğü gündü sanırım. Kaderi, denizin koynuna yazılmış bir dalgayla kandırdın kendini.
Ben ihtimal ola ki biliyordum bunu yapacağını. İlmin derinliğinde ilerleyen erdemli önseziydi sonuçların üzerinden atlayan.


Pek çok şey bildiğimiz çizgide değildi. Şimdi bakıp göremediğin onlarca cümleyi zikrede bilirdim bir solukta. Ve anlamlandıramadığın konuşmalarla bir kapı aralayabilirdim ummanına. Ama yapmadım! Bütün maneviyatımı alıp kattım rüzgarların önüne.


Adı hoyrata çıkmış sonbaharla kırıştırmıyordun daha ve gönül bahçende üç otuzluk yürek akımları fire vermiyordu.
Yarı deliliğin, aç gözlü veçhesi doğmamıştı belki bebek gözlerinden. En azından devrilmeden ayakta durabildiğin zamanlardı.
İçime saklanmıştım. Yararı olmayan bir kayıplık ta bocalıyordum. Bulabildiğim her hoşluğa övgüde bulunurken, dalda tünemiş alaycı kuşları yok saymak saçmalıktı.



Çizikler atıp kaçmaya çalışan, erozyon göçünde iklimler, yarı solgun bir haritanın yedi ceddine sığmayan endamıyla karıştırırdı aklımı. Yine de kızmazdım şaşkınlığın kana karışmasına..



Korkunun içinden geçebilen kimseler olarak edindiğimiz yegane şey uyanık olmaktı ve tekrar uykuya dalmanın olanaksızlığına bakıp neşelenebilecek kadar bilinçliydik.


Gökyüzünde unutulan kahkahalar nöbet yerlerinden dökülmemişti. Diri kemikli kalçaların kıvrımında dinleniyordu güneş. her şey varsa da hiç bir şey yoktu aslında...



Karanlığın zehrini almamıştı bulutlar. yine de ay'a çarpan birileri değildik.
Biz kendi seçimlerimizin coşkusunda hoş bir hal olduğunu çoktan kavramış ve sessizce beklediğimiz sırada bunun olasılıklarımızla ilintili olduğunu kavramıştık. Anlatabilmenin gerekliliğinin farkındaydık ancak uykuda olanlara seslenmek faydasızdı. Gözlerini kapatmanın mahmur hali sarmıştı hepsini.


Karanlığın bizi alt etmesinden korkmuyorduk. Gölgeler giderdi bir tebessüme katlanamayıp. Edepsizliği sevgiyle çözüyorduk. Bekleyip duran iştahı artmış kuytuların yanı sıra iğnesi kuyruğunda akrepti yargılar. Aldırmamayı seçmiştik onlara.



Bir parça umut, bir kelam sözden ibaretti yaşanan. Kibrini arıtmadan sona uğurlanan yolcu ve donan ihtimali çözen kararlılık taydı yaşam...
Üzeri örülmüş hınçların dağınıklığı değildi en saf rüya. Rehberliğin en güzel mesajıydı anlatılan.
Sonun son olmadığını bilmeden de sürüp giderdi ömür. Ancak bir ağacın gölgesine yaslanmak vardı. Ve gölgede de solardı bir çok mevsim.
Yine de;
yaşamak vardı bir zamanı. Ağaç gibi toprağa tutunarak.

15 Eylül 2014 3-4 dakika 19 denemesi var.
Yorumlar