Doğmayacaklar
- Baba, siz nasıl tanıştınız annemle?
- Yıl önemli değil. Yazdı. Biz damda geziyorduk; biz o zaman kediydik. Düşüverdik damdan. Öyle tanıştık.
- Tanışır tanışmaz mı âşık oldunuz peki?
- Hayır. Önce biraz itişmek gerekti. Biraz yoklamak. Kaçamak bakışlar. Hani anneniz kaşlarını alırken bir şey kullanıyor, adı cımbız. Onunla tutup seçtik kelimelerimizi ve akıllarımıza işlediğimiz görüntülerimizi. Buluştuk. Görüştük. Çokça konuştuk. Gülüştük. En önemlisi de bu sanırım. Birlikte gülmekle başladı her şey. Sabahın köründe, onca gece yorgunluğu yokmuşcasına, birlikte gülünce başladı her şey.
- Annem de mi öyle âşık oldu?
- Söylemez o. Gubuzdur. Ama bütün kıvrımlarını bilirim ben onun. Bütün kaburga aralarını. O da öyle başladı. O da oradaydı. Onu da esir aldı.
- Sonra..? Sonra ne oldu?
- Sonra, sarmaşık nedir öğrendik. Çok arsızdır. Sarıverir her yeri. Bir yeşillik basıverir çürüyen duvarları. Kapatır tüm isi, pası. Öyle sarıldık işte, öyle yeşillendik. Ama sanmayın ki, sarmaşık ipektir. Sarmaşık zâlimdir. Zorlar. Çürüyen duvarlara kök salar, kırar, parçalar. Acıtır. Doğum gibi sancıtır.
- Hep mutlu olmadınız mı yani?
- Hep mutluyduk ama hep gülmedik. Vardık. Yanımızdaydık. Ân oldu küsüştük, ân oldu tepiştik. Kayıplarımız da oldu. Hani kol bacak bırakırsın ya bir dağ başında, o cins kayıplar. Ama vardık. Ne kadar kış olursa olsun, bir sarılmayla ısındık.
- Ya sonra..?
- Sonra, her şeye olan oldu. Sarmaşık yaşlandı. Önce en tâze uçlarından sararmalar başladı. Yavaş yavaş, sinsi sinsi dallara ve damarlara indi. Sular çekildi. Can çekildi. Her yanı saran sarmaşık soldu, kurudu. Hayat, bu durağını terk etti.
- Ned...
- Şşşş tamam, bu gecelik bu kadar yeter. Haydi artık yerinize, kuytularınıza. Uyuyun artık. Uyuyun ki, uyuyayım.
Günün yazısını ve yazarımızı kutlarız👑👑