Dört Mevsim
Beton, beton, beton ve yine beton...Arada bir nefes almak gerek... İnsan doğasıyla baş başa kalmalı. Mekanik bir yapı değiliz sonuçta... Komutlarımızı ve ezberlerimizi bırakıp doğaya dönmeliyiz. Bir yapraktan bir ömre dönmeliyiz. Bir yapraktan bir ömrü anlayabilmek, insanı insan yapan mekanizmanın tanrısı insan ilahlık taslamayı bırakıp yeniden özüne dönmeli. Ölüm ve kan kusan bir asır daha görmek istemiyorsak doğaya dönelim yüzümüzü. Buhranlarımızdan kurtulmanın belki de bir yolu doğayla bir süre yüzleşmek. İstanbul gibi bir metropolde kendini hatırlamak için doğaya kaçmalı insan. Ne kadar özel ve nadide bir yerde yaratıldığını anlamak için doğaya saygı duymak ve kıymet vermek zorunda olduğumuzu daima hatırlamalıyız. Fetih Paşa korosu böyle yerlerden biri. Kalabalıktan kendinizi atıp rahatlamak için Fıstıkağacı metro istasyonuna beş dakika uzaklıkta, bir gün mutlaka uğranması gereken yerler arasında olmalıdır. Arasıra böyle yerlerde düşünce molaları vermeliyiz.
Nasıl hayatlar yaşıyoruz? Metrodaki kadın, otobüsdeki adam ve taksideki süpermodel; dertler ötesi farklı dünyaları içselleştirmişler. Dışarı bakıp insanların içinde geziniyorlar. Kendilerini diğerlerinden hiç ayırmadan makul görüyorlar sıradanlaşıyorlar. Birden bire çıkıp biz bir tesadüfüz, diyebiliyor. Çok özeliz. Her ne varsa çok karmaşık ve farklı. Herkesin bir imzası var. Sonsuz kombinasyonlar için de bir mükemmellik var. Küsürle renk nasıl bir yaprağın üstüne işlenmiş. Aylarca kafa patlat, binlerce soru sor! Varlığını merak et be adam. Sebepler zincirinde kendine bir yer bul. Bunun için doğayla yüzleşecek cesareti göstermek lazım. Bizi insan yapan her şey için saatlerce kafa patlat, isyan et bu dünyadaki tüm köleliklere. Toplumdan kop bir anda. Bir birey olduğunu hatırla ve özgürlüğe inan ama sakın hayvanlaşma. Kavuşamadığın sevgilini hatırla, iç çek. Her ayrıntıya hayran ol, yaratıcıya imanın artsın. Öylesine olamaz de. Makineleştiğimiz bu dünyada reflekslerimizi durduracak bir rahatlatma seansıdır doğa. Milyon dolarları bırakın düşlemeyi. Bir anne, bir baba, bir düzine çocuk; on davar, beş sığır ve bir kışlık odun, ne güzel hayat? Şimdiyse milyonlar içinde somurtup bazen saçma, samimiyetsiz gülücükler saçıyoruz. Cennete en çok benzeyen ormanlarda insan rahatlar; aşkı ve ferahlığı içinde hisseder. Hiçliğini, karmaşayı ve basitliğini kavrarsın. Duymadan, görmeden, dokunmadan; yürüyerek ve susarak da yaşanılabileceğini gör. İntiharların içindeki binlerce saçma sebebe bak.Ağaçlar neden hep baharda çiçek açar? Tutunan dallar kırılır, yapraklar elbet çürür. Her kış sabır uykusuna dalan doğa, baharda uyanır; yazın gürler ve sonbaharda vahlar içinde gider. Bilmem kaç milyonuncu kez yeniden hazırlanır. Biz yıldızlar, kuşlar, çiçekler bu evrenin parçasıyız. İşte her şey doğal. Korkmayın hepimiz öleceğiz , geçen seneki yapraklar gibi hiçbir şey ifade etmeyeceğiz. İmla, yazım kuralları; yazdığın destanlar hayat mücadelen ve bıraktığın her iz bir gün silinecek. Unutulmayacak pek az şey var; tıpkı ağaçlar gibi iyilik, güzellik ve adalet. Mesele o ağaçta bir tohum olabilmekte, umutla filizlenebilmekte.
Mükemmelliğin içinde değersizliğini görmelisin, yüce olduğunda anlayacaksın çünkü sen bu güzelliklere nasıl hükmettiğini göreceksin;nasıl gaddarlığın içine işlediğini keşfedeceksin. Yalnızlığın ürepertisiyle verdiği huzuru tadıp hayretle bir patikada...Ruhunun kaçışı, gittiğini gezip tozduğunu hissedeceksin. Poptan rapten, sürekli kendini tekrar eden parçalardan türkülere sığınacaksın. Tek tipçi yobaz kafan farklılıkların hatta zıtlıkların birlikte daha güzel olduğunu kavrayacak. Sonra sayıp söveceksin Avrupa'ya Amerika'ya ve Rusya'ya. Hayatı karmaşıklaştırdığı için. Sadelik bürüyecek hayallerini. Ta ki şehre dönüp zenginin malı çeneni yorana kadar.