Dört mevsimin kenti
Çay sohbettir, muhabbettir buralarda. Kalabalıksanız eğer,doğru Kültür Parka. Semaverde isteyeceksin çayı. Daha özel ise mevzu, yeriniz Yeşilde ayrılmıştır çay içmeye. Kendinimi dinleyeceksin? dağılsın mı kaygıların? Setbaşı'na, Mahvel Kahvesi'nin bahçesine yerleşmelisin. Mahvel'de yola doğru oturursan, Tarzan Ali'yi inecek sanırsın, İpekçilikten, ışıklardan. Mevsimiyse eğer yağışların; Setbaşı Köprüsü'nden gelen ses, çok çoşkundur. Dağıtır Uludağın suyunu yemyeşil ova'ya. Yankılanır çınlatır kulaklarını uzaklaşsanda. Bodrum'dan en son kahır mektubunu hatırlatır. Her adımında kulaklarına vurur da vurur. Burası Bursa'dır...
Kız lisesi,erkek lisesi...
Yılların sevgilisi,
Taş duvarlarında,
İnce zarif kalp çizgileri,
Hangi dönemin yaşayan izleri...
Ferhat ile Şirin mi?
Alacahırka'da erken saatler. Henüz kargalar dallarında servilerin, çınarlarının, yuvalarında güvercinler. Kuştepe'den bir koşu, cılız seyirtik. Sokak aralarına daldı dalacak telaşı.. Simit fırını önlerinde tepsi kuyruğu, uykusu sesinde saklı..
Simiiiit..çiii
Taze simiiit!...
Kaybolur insan on kere geçse de bulamaz geçtiği aynı yeri.
Pınarbaşı'na bakar güneyi. Yollarında Osmanlı'nın nal sesleri.
Bir pencere tıkırtısına kesilir sabahın soğuğunda küçük çocuk kulağı... hep siftah edebilmenin ümidi.
Simiiit var simiiitçi.
Bazen;
-Çek git sabah sabah bağırma, bu kadar erken.
Denilirde, boğulup kalır siftah ümidi. Emir Sultan'dan, Muradiye'den Sabah Ezanı vurur, Ulu Cami duvarlarına, dağılıp gider bir Demirtaş'a bir Uludağ'a yankılanır...
Ak iplik kara iplik ayrıldı ayrılacaktır. Saba makamını tutturabilme gayreti. Aralara serpilmiş su ile mermerin sevişmesi.
Tepelerden gelen, dönüp dolanan, bacadan pencereden odalara dolan seherin ilk nefesi ---günaydın-, uyanın der gibi hep bu makamda güne başlanır sokaklarında.
Koza Han'ında bir kadın, üzeri feraceli. Erken mi erken koskoca çullara, çuvallara sahip. Kırk günlük titiz hassas emeği... Çocukları köylerinde, onlarınkisi el emeği diye, hediyelik kozak şekeri alabilme sevinci.
Temmuz'un ilk haftalarında, köylerden grup grup insanlar görülür; sayalı, atkılı feraceli. Pastane önlerinde, dondurmacıların başlarında veya Kültür Park'ta. Acemice, telaşlı, utangaç tavırlar vardır her adımlarında. Hele bir caddeden karşıya geçebilme heyecanı... ama mutlu, çok mutlu çoluğu çocuğu, şehirde gezmenin tadı yüzlerinde saklı. Belli ki, senede ya bir ya da iki... tatil keyfi. Kozalar satılmış.. herkesin para harcama hakkı. Herkesin emeği. Çoluk çocuk bölüşmenin sevinci
Bir Hıdırellez sabahı Kamberler Mahallesi'nde, kıpırtılar erken başlar. İşler ertelenmiştir veya daha önceden halledilmiştir. Günlük işler yine sürerde, yoğunluğu azdır. Esas çoşku akşamdan geceye sarkar ve sabahın ilk ışıklarına değer seyrele seyrele. Yer hep Uludağ etekleridir. Çeri başı bellidir seçilmiştir. O gün boyanır süslenir... ?Ulu bir hakan? edasıyla boy gösterir. Heykelde postane önlerinde. Afilli tavırlarıyla komiktirde ve sempatikdir Çeri başı. O gün Uludağ yolu, ve bir çok sokak araları; hep dokuz sekizlik ritimlerle yankılanır duvarları.
İnegöl'ün altı kilometre kuzeyinde Hamzabey Köyü. 16.yüzyıldan kalma bir camii, bir hamamı ve en eskisi; Bay Koca'nın mezarı. Burada saklı. Molla Osman ve Hatib'in İsmail 1935'li, 45'li yıllarda bu köyde, her düğünde kılıç kalkan oynamaktalar. Söylenenlere göre de askerde öğrenmişler. Hep anlatılır 2 pehlivan gibi çıkarlarmış karşılıklı, bir elde kılıç bir elde kalkan. Hızlanırlarmış sekerek.. Çoşup bağırırlarmış. Karşılıklı atılırmış kılıçlar heyecanlı olurmuş. Her düğünde onlar mutlaka çıkartılırmış ortaya.
Köy yeri tarla yok, hayvan yok, araba yok, iş yok...Taşınmışlar Bursa'ya...
Oralarda da hep sürmüş bu kılıç kalkan seyirleri . Eskilerden duyduklarım bunlar benim. Hep aklımda Bursa'ya mal edilmiş o güzel gösteri ekibinin ilk mensupları bu bizim köylülerimizmiydi der dururum.
1974 -75 yılları anarşinin üniversitelerden sokak aralarına yayılmaya başladığı yıllardır. Tamda benim Eğitim Enstitü'sündeki ilk yılıma rastlamıştır. Arkadaşım Ertan ile aynı bölüme kaydolduk, aynı evi tuttuk, okumaya çalışıyoruz. Ayda bir burs veriyor devlet. Her ay paraları çeker çekmez, ilk uğrak yerimiz Ulu Cami çaprazındaki Rodop lokantasındayız. Uzun zamana yayıyoruz o yemeği, sohbeti... yaşlarımız, ondokuz.Üzerimizde Türk filmlerinin etkisi var, biraz külhan, biraz entel tavırlardayız. Elimizde filtreli Kıbrıs Sigaraları, yeni çıkardı tekel. Barış harekatından sonra. Öyle mutlu ve keyifliyiz ki; bunu Bursa'dan o yıl ayrıldığımda daha bir anladım. Çakır kafalarımızla, salına salına, gecenin bir vakti taa.. Yeşil Yayla'ya kadar yürüyüp gece kondumuza vardığımızı dün gibi hatırlarım. Gençlik bambaşka bir şeydir. Atı koşarken tutmak gibi de güzeldir.
Her şehrin meşhur yerleri vardır. Oraya hastır. Ayrı bir ruh taşır mekanlar. Ruhumu olur demeyeceksiniz, zira o mekan kendini özletiyorsa, müziğiyle, müşterisiyle, adabıyla, çeşitli özgün, meze ve yemekleriyle, o kültür o mekanın ruhu olmuştur.
Arap Şükrü'de Bursamızın en nadide yerlerinden sayılır. Halka mal olmuş, karakteristik bir kimlik gibi. İstanbul'un Kumkapısı varsa, bizimde Arap Şükrümüz vardır. Ne sohbetler yapılmıştır o eski sokağın eski evlerinde önlerinde. Romanlar gezer masa masa. İnce çalgı deriz biz. Bir keman, bir gırnata, bir çümbüş. Şarkılar biraz yayılır, biraz da dağılır Türkçemiz. Ama elden ne gelir biz de hep zor şarkıları isteriz. Ağır, derin ve manalıdır güftelerimiz. Bedenini alır içine mısralar. Kederleniriz...Hep böyle değil tabi, oyunlarımızda çalınır, oynanır, yer yer, masa masa. Harman dalımız, kazaskamız, çifte tellimiz...
Bursalı mısın kadifeli gelin,
Çaydan mı geçtin?
Yanakların al al olmuş,
Kanyak mı içtin?
Dokuma tezgahları, havlu tezgahları, boyahaneler. Ekmek teknesidir yüzlerce ailenin, eski Bursa'dan bahsediyorum. O ıslak çamurlu sokaklar, ovanın başlangıcına kadar inmiştir. Kara zifir gibi yağlı, paslı çamurlu dar sokaklar. Bir sıçradı mı bir daha lekesi çıkmayan boyalı sokaklar. Zor yürürsün mevsim kış ise eğer. Bilmeyen biri buralardan geçipte girerse bir havlucunun yerine. Önceden uyarılması gerekir.
İçeride,
Dünyanın en güzel,
Renklerini göreceksin.
Sakın şaşırma diye.
Çünkü öyledir... İçeride pırıl pırıl, muntazam istiflenmiş, her zevke uyabilecek, her ebatta, her renkte havlular size; dışarının kirli çamurlu sokaklarını silip unutturmuştur bile. Biraz tutumlu, biraz parası olanın ilk hedefi hemen ufak tezgahlar kurup, fason imalat, fason üretim yapmaktı o yıllar. Yetmişin ilk yılları Yeşil Yayla'da, boşluklar, Kestane ağaçları doludur, kocaman kocaman. Amcamlar gece kondu yapacaklar, o mahallenin gece bekçisine epeyce bir para verilmiş, Sıra Selviler tarafına gelmeyecek bekçi. Her şey hazır. Önceden temelleri atılmış. Dört duvar, dört çevreden o gece tamamlanacak. Ustalar hazır, gözcü hazır ve bekçi uzaktadır. Gün ağarır ev tamam olmuştur... Minnacık, küçük küçük odalı bir ev. Sıçrasan saçaklarına dokunur ellerin, gecekondumuz budur. Sonrası iş aramak , aş aramaktır. Başını sokacak bir yuvan oldu ya. Ona da şükredilir.
Romans çay bahçesine oturmuşuz babamla. Benim ilk hatırladığım Bursa anım bu. Erkek Lisesi sınavlarına gireceğim, iyide hazırlandım. Her şeyi bilirim diyorum babama. Epeyce yürümüştük, sınavda bitmişti. Tam istediğim gibiydi. Babam sordu:
-Yapabildin mi?
- Bir tane boş bıraktım, hepsini yaptım.
- Bilmediklerini yapmasaydın.
- Ama bildim hepsini. İşte böyle konuşuyorduk. Ben gazoz istedim. Babam çay üstüne çay içti. Karşıda bir kaç kişi daha vardı. Babam gibi onlarda kravatlı. Buranın efendileri sanki. Her hallerinden belli, daha bir taralı saçları, ütülü pantolonları. Güzel giyimli. babamda öyleydi, şık idi. Kendimi hatırlamıyorum, 12 yaşımda acaba bende şık mıydım? Köyde en temiz ben giyinirdim, özenirdi arkadaşlarım giysilerime ve ben çocukluğumda hep yeni bir şeyler giymekten utanırdım. Kim bilir burada nasıldım? Babam tanıdı karşıdaki kravatlı şık adamları. Onlarda hatırladılar, kalkıp yürüdüler, kucaklaştılar. Arifiye Köy Enstitüsü'nden arkadaşmışlar. Demek iyi arkadaştılar ki; sohbet aldı yürüdü...Kazanırsan saat alacağım demişti. Siyah saatimi ben beğenmiştim uzun süre kullandığımı hatırlıyorum. Lise yıllarımda camına, yay burcunu çizmiştim beyaz yağlı boya ile. Nakış gibi işlemiştim.
Orhan camii elli yaş büyüktür, Ulu Cami'den. Aralarıda yüz metreden biraz fazlaca..Orhan Bey yaptırmış. Adı üzerinde. Bülbül kafesi kadar zarif latif ince. Ulu Camii, adı gibi ulu. Yıldırım'ı, Emir Sultan'ı, Karagöz'ü, Hacıvat'ı görür gibi olursun yaklaşınca. Az ötede tek şahidi gibi durur Çakır Hamamı ve devasa yaşlı çınarları.. İşte böyle çağlara atar adamı bu şehir. Hele bir düşmesin yolunuz, tarihi solursunuz. Tophane yakındır bu mekanlara, yalnız biraz yüksekçe, nefes nefese kalırsınız eğer yürüyüp çıkarsanız. İki türbe, baba oğul, Osman bey, Orhan Bey. Sahibidirler bu toprakların. Türbeleri onu gösterir. Sade, oldukça sade fakat bakınca insana güç verir. Elinde kılıcıyla hala yaşar gibi gelir. Önünde çay bahçesindende görünür uzun Bursa Ovası ama yüksekliği Yeşil veya Hüsnü Güzel kadar değildir. Seyredeceksen daha tepelere Molla Araba, Emir Sultan'a, İpekçilik'e çıkmalı.
Tele firik bu kentin önemli iç turizm olayıdır eskiden beri. Dağın yüceliğini hissettirir çıkanlara. Şehirde gezerken kısa kollularla, yukarıda titremekten pek duramazsın, unutamazsın bir daha.Yeşil Bursa, gerçekten yeşildir. Daha yukarıları, kayak merkezleri. Çok zenginlerin yeri. Orada kalamazsın, öyle herkesin parası pulu yetmez. Günübirlik çıkar üşüyüp dönersiniz. Pahalıdır yani, yatmaya, yemeğe yetmez her kişinin bütçesi. Daha yukarılarda krater göllerini dahi görebilirsiniz.
Kapalı çarşı esnaflığın fakültesidir.Bu meslek burada zirveye ulaşmıştır.Eski dönemlerinde ödemeler ,harman sonuna,tütün avansına veya koza satışına göre ayarlanırdı.Kasabalardan ,köylerden gelenler yüklü alış verişler yapalar. Ya düğün için yada genel ihtiyaçların tamamını buralardan sağlıyorlardı. ülkemizin küçük bir yansıması olmuş bu şehir.Yılardır ayrı kaldığım Bursa böyle bir yer işte,İnsana dört mezsimi yaşatır her an.gölleri kaplıcaları,kış sporları, Ulu Dağı denizi ve derin tarihi ile yemyeşil tül bir örtünün altından ,pırlantalar gibi parıldar durur.