Dostoyevski ve Yeraltından Notlara Teşekkürler
Bu nedir böyle? Biz insanlar, düpedüz mutluluk oyunu oynuyoruz. Oysaki bu oyunda şahlar ve vezirler var. Bizler piyon olmayı, ya çok seviyoruz ya da bunun farkında bile değiliz. Tabi ki içimizde Dostoyevski'yi okuyan bazı şanslılar vardır. 'Yeraltına inip oralarda dolaşmıştır.' Cümlesini hiç kurmadım farzedin. Neden mi? Yeraltındayız yeryüzünde. Evet ondan bahsediyorum 'Yeraltından Notlar'. Bir zamanlar Hindistan'da mevcut olan 'kast sistemi' . Hayır! Çok itici öyle değil mi? Bu insanlığa yakışmayan bir sistemdir ki hepimiz bunu eleştiririz. Öyleyse insanlar arasında görünmez duvarlar olmadığına ikna edin beni! Yok mu yani dokunmaya bile korktuğumuz duvarlar? Bunu da ele almış Dostoyevsi Yeraltından Notlarda '...duvarı yıkacak gücüm yok diye onu kafamla kırmayacağım ama gücüm yetmediği ve taştan yapıldığı için bunu da kabullenecek değilim. Taştan duvar, iki kere iki mantığının ta kendisi olduğundan, sanki gerçekten de varlığı ile rahatlatıyor ya da en azında huzur verici öğeler taşıyor. İşte bu saçmalıkların en büyüğüdür! Her şeyi anlayıp tüm olanaksızlıkların ve taş duvarların bilincini kavradığında iş değişiyor; eğer kabullenmek onuruna dokunuyorsa, bu olanaksızlıklara ve taş duvarlara boyun eğmiyorsun; bilincin sayesinde en karmaşık mantık kombinasyonları yolu ile ebedi konularda en iğrenç sonuçlara ulaşıyorsun hatta duvar hakkında da her ne kadar gözle görülür bir suçun olmasa da, kendini suçlu duyumsuyorsun '. İşte ne güzel. Bir böcek olan kafka, bir böcek olmak isteyen Dostoyevski. Onlar böcekti böcek olacaktı. Peki ya biz neyiz yeryüzünde?Etrafını çepeçevre duvarlarıyla örmüş bir Bey'in duvarlarını aşmak için başını bir o taşa bir bu taşa vuran bir fare olabilir miyiz? Kafta böcek olduysa, biz de fare olalım gitsin desek. Peki bu durum bizim elimizdeymiş gibi bir role büründük diyelim. Bu durum ütüsüz bir gömlek ile ütülü bir gömlek arasındaki farkı değiştirir mi?
Açlık! her canlının en büyük zafı en büyük bencilliği diyelim uzun uzun. Öyleyse resmi bir yemekhaneye gidelim. Hem de aynalısından. Bir pantolon var bir de gömlek. Muhtemelen haftanın iki günü kurulan bir Pazar tezgahından alındı. Şimdi kapıdan bir gömlek, bir pantolon, bir kravat bir de ceket girdi. Şimdi markaya takılıp reklam yapmayalım. Evet işte bir duvar. Sizce bu duvarı pazarcı mı koydu. Neden olmasın. Kravat, bazen der ki 'ben burdayım sen yerini biliyorsun, çek aramıza duvarı makam masasını bana bırak'. Evet aynalar da var. Hayır duvarlar görünmez.
Peki ya şimdi ne diyorsunuz? Benim sahibimin Nasrettin Hoca olduğuna pek de inanmadığım 'Parayı veren düdüğü çalar' o cümleyi mi söyleyelim? O zaman belki haşarı bir çocuk düdüğü çalan çocuğun düdüğünü kapar ve kaçar. Hatta belki bozar.
Nereden düştü şimdi bunlar aklımıza öle değil mi? Biz uyuyor uyanmıyorduk. Kim bilir belki hala uyuyoruz. O zaman uyanmış olmak ümidiyle Dostoyevski'ye ve Yeraltından Notlar'a attığı çimdikten dolayı teşekkür ederiz.
Kafka' da biliyordu Dostoyevski' de, her yeni doğan günle gözlerini hayata açan her bebek hayatın görünmez duvarlarına da merhaba der ve yarın da bir kravat hükmedecek bir yakası açık gömleğe.