Düğme
Gitmeyi istediğim bir sen
Kalmak zorunda olduğum bir ben var
Aramızdaki yalnızlık!
Yaşamak içindi kalmak,
Gitsem sende kaybolurdum.
'Bir düğmeydim ben senin teninde ve aramızda bir ceketten daha fazlası vardı'
Ceketine fazladan konulan yedek düğmeler gibiydim, bu kadar düğmenin içinde, en parlağı olsam bile fark edilmem imkânsızdı ve fazlalıktım, diğer düğmelerden daha fazlası vardı üzerimde. Geceleri havanın soğuyacağını önceden bilir, senden önce ben üşümeye başlardım. Metal bedenim değene kadar sıcaklığına. Biliyorum yok olsan bu ceketin içinde, sıcaklığın bende kalırdı, en son ben soğurdum, diğer düğmelerden daha geç kalırdım soğumaya. Hepsi can atarken buz tutmak için, buz gibi soğuk ve sert bedenlerini tenine yaklaştırıp, birazcık ısınmak için can atarken, ben uzak durdum. Seni üşütmemekti tek derdim, ürpertmemekti.
Diğer düğmelerden ne farkım kalırdı, düğme olarak, metalden yaratılsam da, içim başkaydı benim, diğerlerinde olmayan bir şey vardı içimde. Bunu dışarı çıkarıp, sana göstermem oldukça güçtü. Belki senin gözünde düşmeyen, ceketine tutunup, yaşamaya çalışan bir şeydim sadece. Yaz gelene kadar, havalar ısınana kadar, tutundum, tutundum sana. Ceketinden önce, sana tutundum. Diğer düğmeler düşmek için can atarken, gitmek hep akıllarındayken, gitmeyi özgürlük olarak sayarken, ben ceketini her eline aldığında başım dönerdi. Benim özgürlüğüm senin üzerinde olduğum zamanlardı.
Mutluluğum her sabah işe giderken, beni sandalyenin arkasından kibarca eline almandı. Bundan daha büyük bir mutluluğum vardı ki; o da senin canının sıkıldığı anlardı. Bana dokunur, düğme zannettiğin şeyi elinde evirir, çevirir oynardın. Benimle konuşursun gibi gelirdi o anlarda. Sonsuz mutlu olur, bulunduğum yuvamın etrafında döner, dolaşırdım, ama düşmezdim hiç bağlı olduğum iplerimden.
Düşmek, iplerimden kurtulmak senin gözlerinden düşmem demekti, o en büyük yalnızlıktı benim için. Yere düştüğümde bir kanepenin altına girdiğimde, üşenip de onu kanepenin altına eğilip almama ihtimalin demekti. Bunu göze alamazdım. Bu yüzden hep, geceleri herkes uyuduğunda iğneyi, ipliği elime alıp kendimi ceketine bağlama nedenim de buydu. Sıkılaştırırdım her gece kaldığım yeri, daraltırdım, başım daha az dönsün diye. Gidebileceğim tüm yolları kapatıp, kalmayı yeğlerdim. Kalmak sen demekti, gitmek sensizlik demekti. Bir de unutulmak vardı ki; o da metal bedenimin çürümesinden daha fazla acı bir şeydi. Çürütemezdim kendimi.
Ceketinde sadece bir düğme iken, sen bende ceketinden daha fazla yer kapladın. Dünya kadar oldun, dünyanın büyüklüğünü hayal edemeyecek kadar küçükken ben, boyumdan büyüktü içimde kapladığın yer.
Yalnızlıktan sarhoş olduğun geceler vardı ki; siyah ceketini omuzlarına alır, ben belli belirsiz, görünmez bir yerde gizliden gizliye parlardım. Benim sarhoşluğum o zaman başlardı. Isınırdım, en büyük mutluluk buydu metal bedenimin ısınması hem de senin ceketinde.
Kimse görmezdi beni gömleğinden başka. O da beyazdı. Üzerime en çok yakışan siyah, siyahın ötesi olsa gidebilirdim belki. Gömleğinin üzerinde sabahlar, sen nefes aldıkça kıpırdanırdım. Sana daha yakın olurdum, eğer biraz daha cesaretim olsa, kaybolma riskini, hele düşme riskini göze alamazdım. Bu yüzden korkak kaldım hep, korktuğumu kimse bilmedi. Korkak ama sana en yakın düğme.
Yokluğumu varlığım zannedecek kadar hayalperesttim, olmayan varlığımı seninle bir dünyaya yerleştirebilecek kadar becerikli, bu varlığımıza türlü anlamlar yükleyecek kadar güçlü bir metal parçasıydım ben, kolaylıkla kopmayacaktım, beni senden, sana en yakın olan ceketinden kimse ya da hiçbir şey koparamazdı.
Çürüyene dek,
Kendi kendimi yiyene dek
Ve gitmeyi göze alabilecek cesareti yüklediğim zaman kendime, kaybolma riskini omuzladığım zamana kadar kaybolmayacaktım. Sendeki ömrüm ne kadarsa o kadar yaşayacaktım.
Taş gibi sert durduğuma bakmayın, içimi gösterebilsem, görme yeteneğiniz olsa beni yılların yumuşattığı bir şey bulacaksınız içimde. Ama yeteneksizsiniz en az benim kadar. Yıllar da öğretemiyor bazen gitmeyi ve cesareti.
Üzerinde durduğum ceketimden ve o ceketi giyen senden başka bir şeyi olmayan için, gitmek hayli zordur, kalmak umut bağlamak gibidir, bağladıkça kendimi iplerimden siyah kumaşın üzerine. Kalmak da zordur yani. Öylesine iliştirilmiş geçici zamanların geçmez nesnesiysen kalıcı olmak daha da zordur. Kayıyorsa her şey, dünya dönüyorsa her gün, her saat, her saniye başını tutmadan ayakta durmak kolay değildir. Hele bir de başın dönüyorsa hep. Kocaman dünyanın üzerinde durabilmek için fazlaca küçük bir nesneyim çünkü ben.
Üzülmek de boşuna, akşamları üzerime yapışan keder de. Çünkü yaz gelecek, çünkü bu yaşamımı sürdürdüğüm hayat bir anlığına kuru temizlenecek ve karanlık, ahşap bir dolaba kaldırılacak. Tüm gerçek kokulardan uzak kalacağım, olmam gereken yerde olacağım belki. Doğrusu buydu.
Benimki sadece yaşamaktan biraz fazlasıydı; umut etmek.
Çürümek; haklı sonumuzdu, tüm metalliğimizle...
On Dokuz Nisan İki Bin On Üç 15 00
çok güzeldi yüreğinize sağlık👍