Dünyanın Avucunda İnsandık
İnsanı vasıflar ve insani değerler, insanlığın huzurla yaşaması, toplum bilinci ile hareket edilmesi adına vardır. Vefa, sadakat, inanç yani milli ve manevi değerler, bir toplumun aynı zamanda nişanesidir. 'Bana arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim' gibi... Bu değerlerin önüne menfaat asla geçmemelidir. Eğer geçmiş ise de, yozlaşma başlamış demektir. Şahsi istekler, bütünün temelinden tuğla eksiltiyorsa, sarsıntılar yolda demektir. Kalbin onay vermediğine akıl geçit veriyorsa, durup düşünmeli, eksik olanı veya yanlış olanı bulup, düzeltme yoluna gidilmelidir. Günümüzde neredeyse kanıksanan,'üç maymunu oynamak' gibi zayıflığın ta kendisi olan bu durum, bir gün gelir sizin içinde söz konusu olur ve acıyla çaresizliğin pençesinde kıvranır kalırsınız. Çünkü; kuyu hepimiz için vardır. Düşeni seyredersek, düştüğümüzde bizi de seyredenler çıkacaktır. Bu yüzden, önce yaptıklarımıza sonra yapacaklarımıza bakarak kendimize doğru bir yol haritası çizmeliyiz...
Şuur eğer kendine denk olan şiarı bilmez ve bulmazsa, sonucu da şu an yaşadığımız dönem gibi hüsran doğurur. Bilinen veya bilinmeyen nice güzellikler aslında insanın değerleri bakımından düşünülürse, vakıf olunur ki, her şey vicdan da bitmekte. Vicdanın ise en büyük törpüsü aslını inkardır. Gerek insan olmanın vasıfları gerekse, bir millete mensup olmanın vasıfları ile veriliyorsa yaşam savaşı, ötesinde sorulacak veya sorgulanacak bir nokta bulunma şansı sıfırdır. Lakin; tüm bu değerleri göz ardı edercesine insanların kemiğine bıçak dayar tutumlar sergilenirse ise, sonucuna katlanmakta muhatabının boynunun borcu olup çıkar. Bu yüzden insanlar önce kendi adına yaparken bir takım şeyleri, tek olmadığının farkına varıp, içine dahil olduğu toplumunda değerlerini gözetmek zorundadır.
Her şeyden önce insana ve hayata dair ne savunduğunu ve neyi ne şekilde savunduğunu, elinde bulunanların aslını ne kadar bildiği hatta inandığı ile orantılı olarak yaptığı ile sözü arasındaki bağın denk düşüp düşmediğine bakmalıdır. Bilinç eğer bilgiyi doğru yerden öğrenirse beslenir ve gelişir. Es kaza yanlış yerde ise o zaman da yaşam kaosunun tam ortasında bulur kendini. Kendi savunduklarını bırakın bir kenara, kendine bile inanmayan bir birey olur çıkar. Bu saatten sonra ise gelişen olaylar ve durumlar için sadece denilecek tek kelime vardır; boş boş konuşmak veya boş geldi boş gidiyor gibi...
Elimizin, ayağımızın, dilimizin, gözümüzün ve kulağımızın erdiği her şey, altında bir vebal gizler. Bu beş organ, insanın aklı ve yüreğinin istediklerini yapmakla mükelleftir. Düşünmeden, hissetmeden ne yapılırsa yapılsın sığlıktan ve yapaylıktan öteye geçme şansı yoktur. Zira yönetimimiz dışında hareket eylemi gelişir ise, sorumlulukta bize ait olacaktır.
-Görmediğin gördüğün
-Duymadığın duyduğun
Tutmadığın tuttuğun
-Yürümediğin yürüdüğün
-Söylemediğin söylediğin
oluyorsa eğer bilinmelidir ki, ters giden bir şeyler var. Ya kendini kandırıyorsundur ya da kendinin bile inandığı yalan silsilesi içine diğer insanları da sürüklüyorsundur. Bir müslümanında bileceği ve bilmesi gereken zinanın, tek beden de değil, yukarıda saydığımız organlarla da yapıldığıdır. Kaldı ki; her gördüğün doğru gördüğünde değildir. Olayın aslına vakıf olmadıkça yorum yapmaktan ya da yorumlamaktan sakınmalıdır insan. Çünkü; ne görürsek görelim aslını bilmedikçe sadece, bizim gördüğümüz şekli ile kalır hafızamızda...
Hani derler ya; her şeyin azı karar, çoğu zarardır. İşte burada can alıcı nokta budur. Akıl ve yüreğin suretindeki mimikler, birbirinden farklı olmamalıdır. Biri acı çekerken, diğeri kahkaha atıyor ve zıtlık oluşturuyorsa, durup düşünülmeli, eksik olanı veya ters gideni bulmalıyız. Toplumun sosyal yapısı gereği de bunu yapmakla yükümlüyüz. Çağdaşlığı ve özgürlüğü sınırsızlık adletmek gibi bir yanlışı yaparsak eğer, her ikisinin de aslında keskin ve katı kuralları olduğunu bilmiyoruz demektir. Sığınılan liman görerek, diğer insanları dışlama sebebi sayıyorsak eğer, şunu da hatırlatacak birileri de çıkar elbette;
- Çağdaşlık ve özgürlük senin tekelinde midir?
Bu iki olgu, baş döndüren güzelliklerin yanı sıra, başa bela açacak katı kuralları da bünyesinde barındırandır bilinmelidir. Çünkü; bedelsiz bir şey yoktur öyle değil mi? Düşünsenize, çağdaş ve özgürlüğün getirdiği ÖZGÜVEN, insanı bir nevi pervasızlığa da itiyor görüp şahit olduğumuz üzere. Halbuki; o özgüven insanın sadece kendinde olmalı, inandıkların da olmalı ve savundukların da olmalıdır. Tüm bunların toplamını ancak çağdaşlıkla ve özgürlüğün getirdiği rahatlıkla eş değer değerlendirilmelidir. Çünkü; ne kadar çağdaş ve özgür olursanız olun unutmayın ki; mensubu olduğunuz toplumun da, kendi içinde bir kurallar zinciri vardır. Bu zincir hiç kimseye başı boş hareket etmek hakkını vermez.
Bir nefeslik ömürde, hayat içindeki yerimiz, avuç içi kadardır. Daraltılan alanlarda bir takım manifestolarla yürümek ve buna sadık kalmakta erdemdir. Lakin; unutulmaması gereken, kalıbımız kadar kapladığımız yerin bize ait bir tapusunun olmadığıdır. Devre mülklerimizin ise, bize dayatma unsuru olmayacağını bilmek ve kendi doğrularımızın başkalarının doğruları ile çakışabileceğini göz ardı etmememiz gerektiğidir. Toplum asayişi ve ahlakı adına belli başlı bir takım kurallara uymalı, çizdiğimiz yön üzerinde önümüze çıkanı ezmek gibi bir hakkımızın olmadığını bilerek ufkumuzu
-Akıl
-Edep
-Ve yüreğimizin sınırları dahilinde yürümeliyiz.
Dünyanın avuçlarında ömrüm
Ben bana verilene şükürdeyim
Hak hukuk içinde gıybeti vurup
Allah'ın izniyle imanımın telvesinde
Kırk yıldır yüreğimle aynı fikirdeyim... Hüzün Şairi
HÜZÜN ŞAİRİ; N . Y