Düşünce Dünyam Part 1

Bir şeylere başlamak ne kadar zor ve meşakkatli değil mi?

Bu yazıyı yazmaya başlamak bile benim için büyük bir çaba gerektirdi. Hayatta her şey böyle değil midir? Sonunu görmediğimiz bir ırmağa girmeyiz; belirsizlik ve öngörememek insanı korkutur. İnsan, kontrol edemediği duygulardan ve süreçlerden hep kaçar.


Peki, “yazmaya başlamak” ile kontrolsüzlük duygusunun ne alâkası var? Şöyle ki; ilk cümleyi atmak zordur, çünkü akış ona göre devam eder—bir binanın temeli misali. Sonrasında bunu yönlendirerek istediğimiz sonuca ulaştırmak da önem arz eder. Bu, beni şahsen strese sokan bir durumdur ve bu stres de ertelemeye yol açar. Genelde hayatta, vereceğimiz kararlar üzerimizde baskı yarattığında aynı “erteleme” eğilimini sergileriz.


Şu an yazmakta olduğum metnin kişisel gelişim yolculuğumun bir hatırası olarak kalmasını istiyorum; o nedenle %100 dürüst ve büyük bir titizlikle yazacağım. Kişisel gelişimin ilk adımı—daha doğrusu ilk engeli—olan “ertelemek” faslını geçerek daha derinlere inmek istiyorum.


Öncelikle ne yazmak istediğimi biraz daha açıklayayım: Ünlü Fransız yazar Montaigne gibi ben de hayat yolculuğumu, düşüncelerimi ve duygularımı kağıda akıtacağım. Bazen günlük olarak; bazense felsefi bir deneme edasıyla; bazense aşırı duygu dolu şiirlerimi not edeceğim.


Öyleyse bugünkü öğrendiklerimle devam edeyim. Gece vakti, yeni oturtturmaya çalıştığım alışkanlığım olan gece yürüyüşü esnasında podcast dinliyordum. Podcast konusu “Sigmund Freud”’tu ve gerçekten ilginç şeyler öğrendim. Henüz hepsini bitirmedim; daha sonra değinebilirim.


Neyse, stadyumda yürürken bir anda hâlâ aynı yerde duran bir ağaç gözüme çarptı. Ağacın gölgesi bana doğru uzanıyordu ve ağacın kendisi gölgesinin üç misli büyüklükteydi. O görüntüyü görünce kendi egomu gördüm: Ağaç, dışarıya vurduğum ego’mdu; gölgesi ise benim gördüğüm, gerçek cüsseli egomdu.


Freud’un hayatını ve düşüncelerini dinlerken adeta onunla beraber düşünmeye çalıştım. Sonra bu fikri genişlettim ve stadyumu kendi zihin dünyam olarak benimsedim. Tüm fikirler, düşünceler, duygular ve travmalar oradaydı. Ardından gördüğüm her nesneyi ve canlıyı metaforlaştırmaya devam ettim.


Yürüdüğüm şeritleri, düşüncelerimin tümü olarak kabul ettim; üzerlerinde yürüdükçe harekete geçiyor, şerit değiştirirken onlar da değişiyordu—düşüncelerim ne kadar değişkense, yürüdüğüm yol da o kadar değişken. Diğer insanları ise benim ilham kaynağı olan, “kötü” ve yabancı düşüncelerim olarak gördüm. Her birinin tehlike potansiyeli vardı; bunlar, kafama taktığım (obsesif olduğum) kaygılarım, korkularım veya takıntılarımdı.


Tribün ise beni izleyen, üçüncü gözle bakan insanlardı. Ne kadar yukarıda otururlarsa, o kadar umursamadığım, beni etkileyemeyen insanlar oluyorlardı; ne kadar yakınsa, o kadar değer verdiğim veya kendimi korumam gereken insanlardı.


Şimdi de yeşil çim sahadan bahsedeyim: O, benim duygularımdı—yeşil, doğallığı temsil ederken, sahadaki “maçlar” duygu patlamalarımı ve duygu durum değişimlerimi simgeliyordu. Geceleri sahada oturan insanlar ise sahip olduğum yabancı duygularımdı.


Daha fazla katman eklemek için gökyüzünü de düşün dünyama dahil ettim: Gökyüzü aydınlıkken tüm duygu ve düşüncelerim aktif, karanlıkken pasif kalıyor. Sabahları doğan güneş ile geceleri gökyüzünde beliren ay beni temsil ediyor; çünkü ben var olmadıkça ışık kaynağı da olmaz. Kendimi bir ışık olarak nitelendiriyorum.


Geceleri ortaya çıkan yıldızlar ise hayallerim ve ideallerim. Her yürüyüşte onlara uzun uzun bakıp derin nefes alıyorum; gözlerimi kapatıp nefes almak ruhuma umut ve huzur aşılıyor. Stadyumu çevreleyen ağaçlar ise zihin ve benlik duvarım—sadece ben, o duvarı aşarak içeri girebiliyorum.


İşte bugünkü tecrübem böyleydi. Gece yürüyüşü rutinimi sürdürmek istiyorum. İnanıyorum ki bu sayede iç huzuru bulacak ve kişisel gelişimimde önemli adımlar atacağım.


18 Nisan 2025 3-4 dakika 3 denemesi var.
Beğenenler (4)
Yorumlar (2)
  • Yerli yerinde benzetmelerle bezenmiş, felsefesi olan güzel bir yazıydı. Tebrikler Ali Enes bey. Sonrasını bekliyoruz...