Efkârım Bilmem Kaç Promil
Bulduğum her melodiye bırakıyorum Ruhum'u, belki bir gün, belki bir saat önce ya da sonra aynı şarkıda buluşuruz... Seninle bu uzaklığa bile razıydım. Uzaklığını bile aldın da götürdün benden yine çok uzaklara...
Zamanlı zamansız ağlamalarım var artık benim, olur olmaz yerlerde, olur olmaz kimselerin yanında. Kendimi tutamıyorum artık, bir de gözyaşlarımı. Zamansız bırakıyor kendini damlalar. Zamansız yağan cama düşen damlalar gibi, tüm damlalar aşağıya düşüyor. Yüreğin alçaklarda mı kaldı?
Hiçbir şeyi net olarak görmek istemiyorum... Sarhoşlukla ayıklık arasında görmek istiyorum Seni. Seni; Sen olduğuna inanamadan görmek istiyorum. Sen olduğunu bilmeden. Seni Sen'le bile sınırlandıramam ki. İçimde öyle büyüksün ki... Seni defalarca Seninle çarpabilirim, yüzlerce büyük adam yapabilirim Senden, adamların baş harfleri küçük olsa da. Seni hiçbir yere koyamam, yer almaz Seni, Gök barındırmaz. Yapılanlar kimsenin yanına da kalmaz, bahtına da...
Efkarım bilmem kaç promil...
Gittiğine inanmak bu kadar mı zordu?
Hala bir kapı gıcırtısında Seni arıyorum,
Telefon sesinde irkiliyorum hala, kalbim küt küt...
Yağmur yağdığında hala cam'ın buğusunda adını arıyorum...
Gezdiğimiz sokaklara bakıyorum, en çok karanlıklarda. Belki bir karanlık ara sokaktan çıkacaksın diye. Caddenin tam orta yerinde belki yine dikileceksin karşıma diye... Hepsi birer avuntu. Bir hayalden öteye gidilmez bir çıkmaz sokakta...
Saçlarımın kırmızısına aldanmayın. Hiç bu kadar renksiz olmamıştı yüreğim. Tüm renklerim soldu, renksizim, belki de bu renksizliğimi kapatmak adına bu kadar kırmızı saçlarım...
Bu kırmızılık bilmem kaç tüp kan eder...
Yanmaktan korkmamıştım, kaçmamıştım. Aşk'a korkak kalplerin arasındayım. Her biri bir yerde, basmamak için parmak uçlarında yürütüyorum sevdamı. Kendi aşkımı mabed edindim ben. Kendi kendime yanıyorum, dumanımı kendim üflüyorum gökyüzüne. Yanıklarımı kendim iyileştirebilecek kadar güçlüyüm artık. İyileşemeyecek kadar inatçı yaralarım var. Ben de inatçıyım ama, en az yaralarım kadar. Unutamamak da direniyorum. Seni düşünmek konusunda hala israr ediyorum.
Bir de iyi olduğum konusunda. Herkese iyi olduğumu ispatlamak için hiç gülmediğim kadar gülüyorum şu günlerde. Arada kötü olduğum gerçeğini kapatmak için. Ama önce bir şeye kendi inanmalı insanın. Herkesi değil de önce kendimi inandırmalıyım.
Artık herkese yalan söylemek de yetmiyor,
Kendime de yalan söylemeliyim.
Herkesi inandırmak zorunda değilim ama,
Kendimi inandırmak zorundayım.
'İyiyim Ben'
Halbuki en çok yalanı kendime söyledim ben . Beni hala sevdiğin yalanını. Herkesten çok önce kendimi buna inandırdım. Umut ettim belki gerçek olur diye. Kırk defa söylenirse gerçekleşirmiş ya, ona da inandım. Unuttum diyemedim kırk defa. Yüzlerce kez desem de, aklım inansa da, yüreğim inanmıyor ki....
Her şey boğazıma takılıp kalıyor, gittiğinde düğümlenen boğazım hala açılmadı. Gitmiyor düğümler. Çay bile geçmiyor artık. Yüreğim gibi... Senden başka bir şey geçmiyor yüreğimden. Yüreğim de düğümlenip yumruk gibi oldu, kapadı kendini.
Dondu yüreğim,
Hiçbir şey geçmiyor içinden.
Bir yumru oldu, bir düğüm...
Açılmıyor ve içinden bir şey geçmiyor artık...
Düğümün içinde sen...
Kilitlisin !....
(On Yedi Şubat İki Bin On İki 10:30)