Eleştiriyi Eleştirmek
Şahsımıza yapılan eleştirileri 'yapıcı da olsa', 'yıkıcı ve kırıcı olarak' eleştiren bir milletiz. Tabi bu çoğu zaman eleştiriyi yapan kişinin 'eleştirmen'in, sadece yanlışlarımızı bulup ortaya çıkarması, üzerimize hücum etmesinden kaynaklanmaktadır.
Eleştirmen, eleştirdiği konunun sadece olumsuz yanlarını ortaya koymakta, doğru taraflarını ise görmezlikten gelmektedir. Gözünü bir noktaya sabitlemiş, tabiri caiz ise 'at gözlüğü'nü takmıştır. Hâl böyle olunca, yapılan eleştiri daha iyiyi, daha güzeli ortaya koymak; yanlışları, eksikleri ve hataları görüp düzelmek yerine tartışmalara, münakaşalara ve hatta kavgalara sebebiyet vermektedir. Eleştirmen, konunun daha doğru ortaya konulmasına hizmet etmek amacının çok ötesinde; hata bulmak, yanlışı ifşâ etmek, hatta muhatabını küçük düşürmek gayesinde olduğunu görüyoruz. Bu durum, eleştiriye uğrayanlarda bir tahammülsüzlük meydana getirmektedir. Eleştiriye uğrayan kişiler, az da olsa, doğru- dürüst yapılan eleştirileri bile kulak ardı eder hâle getirmiştir.
Az da olsa, doğru ? dürüst eleştiri yapan kimselere karşı tavır takınmak, gönül koymak da hoş bir şey değildir. Karanlıkta yolumuzu bulabilmemiz için, doğru eleştiriler birer fenerdir bizler için. Ama karanlıkta kalmaya razı bir hâlimiz var. Tabi bu, insan olarak kendimizi çok üstün görmemizden, kusursuz görmemizden, kendimizi asla eleştirilemez biri olarak görmemizden kaynaklanır. 'Hatasız kul olmaz' deriz, ama kendimizi o kulların sınıfına asla sokmayız. Hata yapan her zaman hep başkalarıdır, başkalarının gözünde de biz. Birisi bizi eleştirdiği zaman 'benden iyi mi bileceksin' diyerek işi benliğe vururuz çoğu zaman. Karşındaki insan eğer olgun biri değilse, ikisi de haklı çıkmak için laf dalaşı başlar. Karşımızdaki insanın gözünde küçük düşeceğimizi zannederiz ve üstün çıkma çabası içine gireriz. Halbuki en büyük erdemlik 'ortada bir hata var ise' insanın hatasını kabul etmesidir. Sonuç itibari ile bir kuluz, her an hataya düşebiliriz, hataya düşmeyen, yanılmayan ancak Allah'tır.
Öyle bir hâle gelmişiz ki, hayatımızın her alanındaki hatalarımıza alkış çalan o kadar çok insan var ki, doğruyu söyleyen kişinin, hatada olduğunu sanırız. Bu 'şak ? şak'çıların özüne indiğimiz zaman, altında mutlaka bir menfaatinin olduğunu görürüz. Bu kişiler dostluktan çok öte, günü birlik çıkarları için yaşayan kişilerdir. Bazıları da 'dost acı söyler' sözünden yola çıkarak, öyle kötü bir şekilde eleştiri yapar ki, kalbin kırılır, eleştiri aldığın işten zevk alamaz hatta bıkar hâle gelirsin. Oysa gerçek dost acıyı acıtmadan söyleyen kişidir. Bu acıdan bir tatlılık alan kişi de olgun ve erdemli kimsedir.
Ne güzel söylemiş 'Mevlana,' ' İyi dostu olanın aynaya gereksinimi yoktur' diye. İyi dost bir aynadır, baktığımız zaman kendimizi görürüz. Böyle dostların sözünden gocunmamalı, aksine teşekkür etmeliyiz. Hatalarımızı düzeltmeye çalışmalıyız. Hatalarımızı düzeltmediğimiz zaman yanlış hâlini alır ve yanlışı düzeltmek hatayı düzeltmekten çok daha zordur.
Eleştiriyi yapan kişi de, hatayı yanlış gibi göstermemeli, mümkün olduğu kadar kalp kırmadan, ifşâ etmeden, münasip bir dil ile anlatmalıdır. Bir sepet yumurta getiren adamın, sepetinin içindeki bir tane kırık yumurtayı gösterip, sağlamlarından söz etmemek eleştirmene yakışmaz. Sepeti dışından görüp içini görmeyenler için de bütün yumurtaları kırık getirmiş hissi uyandırmamalı. Cenab-ı Hakk'ın 'Gafûr' (hata ve kusurları örten) sıfatından kul olarak hayâ etmeli, eleştiri hayâsızlığına bir sınır konulmalıdır.
Muhabbetle...
09 ŞUBAT 2013