Ellerimizin İsyanı
Ellerim naftalin yumuşaklığında, kadife sıklığında ellerimin derisi, pişmaniye beyazlığında ve kayganlığında.
Acıyı eziyetle bastırmak
Acıya acı eklemek, unutulmak istenen acıyı unutmaya çalışmak içindir.
***
Soğuğa aldırmadan çıktığım sokaklar soğuğu içime işledikçe ruhum dolar mı yağan dolu'yla? Yüreğimin parçalanmışlığını bir araya getirebilir mi şu içime çektiğim temiz hava?
Merhem olur mu yaralara yürüdüğüm yollar ayaklarımı sızlatırken?
Ellerimi boşluğa uzatmakla aynı şeydi ellerimin karşılığını aramak, ellerinin ellerimin uzandığı yerde olacağı düşüncesi hangi masaldan geçmişti aklıma? Ne inandırmıştı senin varlığına beni? Oysa akıllı sınıfındandım ben, akıllı geçinirdim, deli oynardım.
Gittikçe genişleyen yollar bizi ayırmaktan başka bir işe yaramadı, ellerimi daha uzaktaki mesafelere uzatmam gerekti her seferinde. Kolumu her uzattığımda yetişebilme ümidiyle, hep az kala kısaldı kolum, mesafeler uzadı. Oysa ben hesaplamıştım bu defa uzanacaktım sana, hayalini tutabilecektim, o zaman gerçek olacaktı her şey, uyanacaktık bu hayalden, gerçeğe doğru el ele gidecektik, uzanacaktık bazen bulduğumuz boş yollara, yoldan geçecek olan arabaların varlığını unutarak, yok sayarak...
Önce sokaklar genişledi, eski ahşap evler yıkılırken, amaç evleri yıkmak değil, yolları genişletmekti. Yollar genişledikçe mesafeler çoğaldı, şehirler büyüdü, bizim mesafemiz de büyüdü, büyümesi gereken aşkın yerine. Aşk küçülürken, mesafeler büyürdü, biraz da gözümüzde büyütürdük. Oluru olmaz yapar, olmazı da çıkmaz yapardık. Tüm suç sokaklarındı, elimizden gelen sadece isyandı; ellerimizin isyanı.
Gözlerimize sevmek yakışıyordu, ellerimize acı, ellerimizde büyümüştü acılar, küçüklüğümüzden beri oynadığımız oyuncak gibi, kar topu gibi yapmıştık acıları; acı topu. İsyan yırtık ellerimizle tuttuğumuz dikenli bir teldi, biz onu bükebilecek acemi birer usta, ama yırtıktı eldivenlerimiz, neresinden tutarsak tutalım; kanatan isyandı ve kanayan ellerimizdi.
Karanlık bir perçem düşse suratımın orta yerine
Aydınlatacak bir elim yok benim.
Elimin tersiyle perçemi geldiği yere gönderecek kadar büyük değil isyanım.
Yüzüme düşen bu gölge ile yaşamaya alışmalıyım. Karanlıkta görmeyi de öğrenmeliyim el yordamıyla bulmalıyım lazım olan yerleri. Ellerimle ezberlersem eğer, hiç unutmam. Tıpkı telefon numaranı çevirirken ezberleyen parmaklarımın aşinalığı gibi. Eller unutmaz çünkü dokunduğu yeri, dokunduğu zamanı, dokunduğu miktarı.
Gözlerime düşen perde ile başladı karanlığım ve isyanım. Kırmızı rengi zihnimden silinmeye çalışırken, ellerim kan kırmızısını ezberlemişti. Gözlerime yansıyan gölgeden göremedim ellerimdeki kırmızılığı, isyanın perdesi kendi ellerimle örülmüştü, şimdi tuttuğum her demirli parmaklık. Her köşe soğuk beton. İmkan olsaydı ve karanlık olmasaydı gözlerimde hissederdim kırmızılığı.
İki kişilik örgüte mensuptu ellerim. Tek başına isyanlarıyla iki taneydiler, iki kişilik yaşamlarında tek kişilikti hayatları. Sonra bir kalem tutuştu bu ellerden birine, sağdakine, başladı yazmaya. Yazmak yeter miydi bu isyanı bastırmaya? Yoksa ellerdeki isyan kaleme de bulaşır mıydı? Yazarken bunu hiç bilemedim, düşünmedim de. Ellerimizin isyanının nereye kadar uzanacağını hesap etmedim.
Deli olmak lazımdı düşünmek için zaten, bir gömlek giydirilmeli, en delisinden. Elleri arkadan bağlamalı, ellerin deli olması gerek durmak için, o zamanda anlamsız hareketlerle karşılık verirler biliyorum, durdurmak için bir gömlek gerek deli olan ellere...
Üşüyen ellerimi bağladım gövdemde, şimdi bir kalem icat edilsin, aklımın isyanlarını yazmaya başlasın. Ellerim naftalin beyazlığında, bazen kağıdın derisi batar kalemle birlikte, kalemin ucu en sivri iğne, ellerimi çizer yazarken. Çizmese kağıt kanayacak kalemin ucundan. Ben bir kez daha katili olacağım düşüncelerimin. Deli olmam gerek, ellerimin bağlanması gerek düşüncelerime sahip olmam için. Boş bir odada tutulmalı ellerim, dondurulmalı en buzlu odalarda, hissetmemeli, gördüklerini yazmamak için hapsedilmeli bu eller.
Vidası gevşemiş parmaklarımın, teker teker düşüyor, bileğim başka bir eli tutuyor. Hissetmiyorum tuttuğum eli, belki ölü birinin ellerini vermişlerdir bana. En uzun parmağımdan başlıyor isyan, kalem tutmaktan eğrilmiş kemiğim fırlıyor yerinden. Ellerimi kaldırsam buruşacak tüm kağıtlar, dünya daha bir küçülecek teslim olsa ellerim.
Bilebilsek hakikati; eğik yazının kıvrımlarında arardık, kimsenin elleri yorulmasın, eskimesin, ağrımasın, benim ellerim yazar, nasıl olsa hissetmiyor, ellerimin bu dünyadaki günleri çoktan doldu, uzatmaları yazıyor, bir asırı daha tamamlamaya az kaldı. Tamamlamadan terk edecek bu eller bileklerimi.
Ellerim naftalin beyazlığında hala,
Özgür güvercin rengine bürünsün isterdim gökyüzüne uzandığında
Güvercin doğmalıydı ellerim bileklerimde
Yumuşak değil, sert olmalıydı
İsyan ellerde değil, aşkta doğmalıydı
On Ocak İki Bin On Üç 11 40
Hayat çoğu zaman ellerimizin arasından kayıp gidiyor, başka elimizden geçip gidenler gibi. Bazen elimizden gelse de hayatın içinde ki olaylara müdahalemiz, çoğu zamanda elimizden gelmeyen bir dolu olaylarla karşılaşıyoruz, yaşanmışlıklarda oluyor. Güzel bir deneme olmuş Nevin hanım...👍