Enkaz
Tarife gelmeyen duyguların, kelime enkazlarına dönüştüğü, dar mekanlarda aradım isminin anlamını... Her kelime daha çok karıştırdı zihnimi...Yine de vazgeçmedim, hiçliğimi kelimelerden çıkarmaktan. Sözlerin yetmediğini anladığımda ise, yüreğimi avcuma koyup yalvarmaktan...
Suskunluğum bir gece çığlık olup, dünyamı ikiye bölerse diye korktum zamansız. Sevgimi paylaştığım bulutlar ağlar diye, ben henüz gülmeye alışmadan...Seslerden ve sözlerden yeni şarkılar besteledim, duyulmasın diye dipsizliğim...Yürek çınlamalarını bastırdı neden sonra, dünyayı dolduran enkaz. "Susarsam bir daha hiç konuşamamaktan korktum, konuşursam hiç anlaşılamamaktan..."
Dolu zamanlardan geçtim, içimdeki boşluğu okuyacak kadar. Hangi sayfayı çevirsem, bomboş yüreğime baktı, henüz yazılmamış sayfalar...Renklerden; pembe, mor, yeşil, biraz da turuncu, yetecekti her sayfaya yeni bir resim çizmeye...Birazcık da mavi çalacaktım göğün en canlı yerinden. Şöyle bulut karışmamış, dumansız, gamsız...Gün batmadan hem de, karanlık karışmadan maviliğe, bir avuç mavilik yetecekti yarınları büyütmeye...
Her şeyde biraz "aşk" var, derdi yüreğiyle görenler...Sözler gibi renkler de büyütüyor enkazımı...Şimdi benden daha âşık, körler...Her şeyi yine aşkla görmek istiyorum. Aşk gerçek de, peki ben neden körüm?
...
Bir gün, bulutsuz mavilik olmaz dedi gök, sellerce yere boşalırken...O gece ben de ağladım, gökle beraber. İlk defa sırrını vermişti, yazgımı alnında saklayan gökyüzü...Ve ilk defa göğün boşluğunda okudum adını, ömrümü sele veren hırsızın...Onu çok sevecektim biliyordum, bulutların arasından beni izlediğini hissediyordum...
Ne kadar uyumuşum bilmiyorum, uyandığımda kahvaltı sofrasına üç zamanı koydum. Sevdim, seviyordum, sevecektim. Geceden kalma kabuslar, bir çatal gibi battı yüreğime...Sevdiğimi söylemeye korktum...Oysa anneme kaç defa söyledim:
- Şu acı biberin gözlerime ettiğini, başka hiçbir şey etmedi! Diye... O da inandı biberin acılığına. Sadece biraz sulandı gözlerim. Biz gökyüzüyle anlaşmıştık ne de olsa. Zamansız yağardık çöller kadar okyanuslara da. O sabah sebepsiz taştım...
...
Tabağıma aldığım yeşillikler, sararıyordu adeta gözlerimde...Ulu orta s/açılan yüreğim, acıyordu kuruttuğu vahalardan önce ve sonra. Elimizi aşkla neye atsak, kurutuyorduk ikimiz de. Gökyüzü o sabah benimle konuşmasaydı, suçlusu sayacaktım kendimi, yazgımı ağlatan yüreğimin...Ve çöller itiraf etmeseydi kendilerini çöle çeviren şükürsüzlüğü, uğursuzluk sayacaktım yüreğimi büyüten dürüstlüğümü...
-Çöl, çöl olmayı seçmişse, neylesin yağmur? Dedi gökyüzü..
Bazı geceler gök gürledi, şimşekler çaktı yüreğimde,. Ağlamadım, çöllerden sonra...
Sadece yağmur yetmezdi biliyordum, yürekleri yeşertmeye. Anladım yıllardan sonra...
...
Renklerin ve sözlerin süslediği sayfalar gittikçe uzaklaşıyor ömrümden. Ben hâlâ kelime enkazının altında arıyorum hiçliğimi. Bir gün varlığım, çıkmayı başarırsa seslerin ve sözlerin içinden, hiçliğimi anlatacağım ona. Bir hiç uğruna, heba etmemeyi kelimeleri...Enkazım büyüyecek belki o zamana kadar, yer kalmayacak boşlukları doldurmaya...Nefret dolu söylemler ve savaşlar olacak yine dünya coğrafyasında. Bir toprağı olmayacak, yüreği yetim olanların. Gökyüzünde bile paylaşılacak bir yer olmayacak belki, mavilik adına...
Bulduğum ilk boşluğa, adını yazacağım yine de ben...
Gökyüzü o gün de, yüreği olanlar için yağacak sadece...
Çöller hep suyu özleyecek...
"Sevgiyi bilmeyenlerin, yazgısı hiç değişmeyecek..."
1 Kasım 2012