Erguvan ve Hüzün
...kalbi,sarsıla sarsıla nereye gittiğini bilmeden kah yürüyor,kah koşuyordu.Belli ki bulunmak istemiyordu evin sancılı sesleri arasında, ve kimsenin bilmediği uzaklara karışmak,bir daha dönmemek.Her gün,her gün duyguları çok yıpranıyordu.Nelere kahretmiyordu ki,bu kaçıncı dayanılmaz sıkıntı ve acılar.Daha ne kadar sürecekti, uzayıp gidiyor arkası hiç kesilmiyordu.Hatırladığı kadar çok az mutluluklar yaşamıştı,güldüğü günlerin sayısının az olduğunu düşündü.Oysa ne güzel hayaller ne güzel gıpta ile bakındığı,fakat gerçekleşmesi bir o kadar da imkansız güzel olaylar vardı.Çocukluğu ve gençlik yılları bir türlü huzurlu ve sürekli mutlu geçmemişti.Belki bu özel durumlar her insanın başında ve ailesinde vardı.Hayır dedi tüm imkansızlık ve acılarıma rağmen hayata tutunmasını bileceğim .Yalnızlığım ve içinden çıkılmaz sorunların buna engel olmasına,ümitsizlikler yaşatmasına izin vermeyeceğim,diyordu.Ne kadar yürümüştü,yorulduğunda anladı,nefes nefese kalmıştı,ağlamak geliyor içinden ancak inat ediyordu ve savaşıyordu ,asla ağlamayacaktı.Zayıf olduğunu göstermeyecek direnecekti.Evet boğazına düğümlenen ve az kalsın ağlayacak gibi olduğu anları zor atlatıyordu.Çekilen sıkıntıların ağırlığından gözlerinin karası büyüyor ,hıçkırıklarının duyulmaması için ne yapacağını bilemiyordu,ama bir şekilde onu tutuyordu.Bu şehir İstanbul daha kimleri hangi dertlerle hayatları söndürüyor ve kötürüm yapıyordu .Korkmuyordu hayattan ve bu büyük kentten,her şerrin içinde bir hayır aramak inancına sıkı sıkı sarılıyordu.En güzel kokulu çiçeklerin gübrelikte yetiştiği gerçeğini düşündü,en zor günlerden geçiyor olsa da bir gün mutlaka aydınlığa kavuşacaktı.Ne zaman günlük güneşlik bir hava olsa bunun tadını çıkarmak istese de,bunu doyasıya yapamıyordu.Neden mi yapamıyordu işte bu geçmek bilmeyen anlaşamamazlıklar,bir varlık bir yokluk çeken ailenin sıkıntılı konuları.Bu yüzden İnce bir hüzün yüzünde her zaman geziniyordu.Ah bu şehir,nasıl bir kader yaşatıyordu kendisine ve ömrünün hangi virajını alıyordu.Kaldıkları evi gözlerinin önüne getirdi her bir odası rutubet mi yoksa yaşadıkları gözyaşı üzüntülü günlerin ağırlığından mıdır, beden ve ruhunun yaşlandığını hissediyordu.Hastalık ve isteksizlikler peşini hiç bırakmamıştı.Ne zaman eve yaklaşsa içindeki tüm çiçekler soluyor ve kuruyordu.Yaklaştıkça nasıl uzaklaştığını çözemiyordu.Günler günleri kovalıyor bir gün düzelir ümidi ile ailesine sarılmaya kendini zorluyordu.Neticede beklenen sonuç günün birinde gerçekleşmişti.Artık bundan sonraki yıllarda annesi ile beraber olacak onu hiç bırakmayacaktı.Hayata onunla tutunacak onunla devam edecek ve ona sığınacaktı,her ne olursa olsun.
Hava açık ve güneşliydi.Yaşadığı sıkıntıları üzerinden attı ,atmamıştı kısa kesik öksürükleri devam ediyordu.Bedensel rahatsızlıkların üstesinden gelirim diyordu ancak ruhunu inciten dertlerin üstesinden gelmekte kendini güçlü göremiyordu.İyi ki annesi her zaman yanında ve biricik sığınağı olmuştu.Onunla kendine geliyor ve daha sakin daha inançlı ve daha savunmacı oluyordu.Savaşmayı ve ayakta kalmayı annesi sayesinde kavramış küçük yaşlarından beri bu uğurda kendini hayata karşı hazırlamıştı.Yaşıtları içinde daha ağırbaşlı ve mesafeli duruşu hemen göze çarpıyor bu farklılığı ona yakışıyordu.Otobüsten indi ,yüreği yorgundu ve biraz nefes almak istiyordu.Başının üzerinden geçen uçağa baktı,içinde olmak hatta hiç inmemek üzere onunla uçmak..uçmak geldi içinden.Öteden beri gökyüzünde gezinen gözlerinin mavi boşluklarda uçakların seyrine hayrandı.Ne zaman karar vermişti hatırlayamadı,hostes olmak istiyordu evet hostes olmayı son yıllarda daha fazla düşlüyordu.Erguvan ağaçlarını gördü,ah erguvanlar..,erguvan ağaçlarının dağıttığı mutluluk duygularını derin derin içine çekti.İşte dedi,İstanbul şehri bu !! mavi ve yeşil şehre ancak böyle bir renk güzellik katabilirdi.Pembe renkli çiçekli ağaçların boğazın yamaçlarında ve yeşilliklerin içinden gülümseyişleri muhteşem bir görsellik sunuyordu.Yürümeyi en çok bunun için seviyordu Nursel, boğazın iyot kokulu serin akışını hissetmek ve erguvanları seyretmek onu az da olsa içinde bulunduğu düşüncelerden temizliyordu.Bu sene son yılıydı okul günlerinin.Boğaza nazır binası ile okul, bir çok doğal güzelliğin içindeydi.Okul bahçesinde beş tane erguvan ağacı vardı,onları görmek bile yetiyordu,çünkü biliyordu ki çok kısa bir zaman için ağacın pembe çiçekleri devam edecekti.Daha sonra kaybolacaktı bu güzel renkli çiçekler.Merak etti acaba neden uzun ömürlü değildi,sanki ağacın,çiçekleri insanlardan kıskandığı için ağaç,çiçeklerini çekiyordu.Ne zaman bahçeye çıksa yüzünde güzel bir tebessüm açmasına sebep olan erguvanları kendine dost edindi.Utancından kızaran ağaç olarak bir hikayesi vardı bunu bir yerde okumuştu.Erguvanla ilgili mevcut en eski bilgiler Hz. İsa dönemine aitti,trajik bir hikayesi vardı erguvan ağacının: Havarilerinden biri (Yahudi) Hz. İsa'ya ihanet eder ve sonra da pişman olur. Bu pişmanlık onu ölüm düşüncesine sürükler; kendini erguvan ağacının dalına asar. Bu hain adamın alçaklığını sindiremeyen erguvanın önceleri beyaz olan çiçekleri utancından kırmızı/pembeye dönüşür. Bundandır ki, Latince ismi cercis siliquastrum olan erguvan ağacına Hıristiyanlar Yahuda (Juda) ağacı derler.Hikayesi ne olursa olsun bu ağaçların varlığı istanbul'a baharın gelişini müjdelediği gibi kendi ruh dünyasını da parlatıyordu.Fakat yüzünün solgun rengi ve gülmeyen gözleri taşıyor olması ona hep şunu söyletiyordu ,'her zaman ve hiç bir zaman ne yazık ki yankılanmadı sevinçli yüzümün haykırışları göğün mavi boşluklarında',işte böyle dedi, herkesin gülüp oynadığı yerlerde bile ben buğulu bir yalnızlık içe dönüş ve belirsiz bakışlarımla olurum,ne hazin bir sessizliktir bu benim serüvenim dedi, kaç hançer yemiş olmalı ki susup bir köşede beklemekte bedenim,cezalandırılmış çocuklar gibi gezdirip duruyorum kendimi,dedi.Neyse ders zili çalıyordu,genç kızın erguvan ağacının altındaki düşünceri ve duygu yoğunluğu gitti geldi hayatının sularında.Kolay kolay ağlamayacağım demişti bir keresinde,acaba büyük bir söz mü etmişti,gözyaşları olmayan gözlere sahip olmak istemezdi,çünkü sevginin ve mutlulukların kimi zaman belirtisidir,kimi zaman da dualarımızın..diye düşünüyordu.
17.04.2013/beylerbeyi