Erkek (ve Kadın) Gerçekliğine At Gözlüğüyle Bakmak
G. K. adlı bir kadın arkadaş, "Kadın Dünyasından Erkek" başlıklı tek ama edebiyatça aşırı cılız yazısında (sanal edebiyat sitelerinin birinde); ileri derecede kışkırtıcı, sonuna değin kıyıcı, erkeklerin hepsini aynı sepete koyarak, tümden yadsıyıcı bir profil çiziyor.
Baştan şunları diyeyim de, benim, bir erkek olarak, patriyarkal (ataerkil, erkek-egemenliğine dayalı) bir toplumsal-siyâsal dünyadan yana durduğum sanılmasın sonra: Evet, anahatlarıyla ve genel olarak, ben de hoşnut değilim hemcinslerimden, erkeklerden. Erkekler, gündelik yaşam alanlarında, kadınlara sâhiden çok çektiriyorlar. Koca olarak karısına, sevgili olarak partnerine, âbi olarak kız kardeşine, evlât olarak annesine, yönetici olarak çalışanına, siyâsetçi olarak yurttaşına, komutan olarak astına vbg. sayılamayacak kertede haksızlık/ kötülük ediyor, onları ezim ezim eziyor erkekler: Aldatıyorlar, olmadık baskılar kuruyorlar, saygısızlık-sevgisizlik ediyorlar, sosyo-ekonomik olarak sömürüyorlar, yere batasıca töresel ahlâk(sızlık)ları gereğince öldürüyorlar bile... Bunların hepsi, can yakıcı, her vicdanlı kişinin kalbini kanırtan gerçekler.
Ancaaak! Mesele, gerçekliğin böyle olduğunu teşhis etmekle çözülmüyor ki. Hâl çareleri nelerdir, oraları deşmeli. Erkekler, hangi târihsel-toplumsal-siyâsal-kültürel; hattâ, etik-estetik-pedagojik-psikolojik kaynaklı etkenlerle böyle ıralandılar, içlemsel-kaplamsal yönlerden bu biçimlere büründüler; o yönlere bakmalı esas olarak. Yoksa, hiç arzulamam ama, bu minval çözümsüz-karşılıksız yakınmaklarla, iki göz iki çeşme ağlamaklarla, kadınlar-kızlar, bu "Erkek (M)illeti"nin zulümlerine daha asırlarca mâruz kalacaklar, korkarım. Bu, konunun çok pıtraklı, belki dergilerde enine-boyuna tartışılabilecek cephesi.
Bir başka cephesini eşelemek istiyorum ben. O da şu: Erkeklerin böyleliğinde kadınların/ kızların hiç mi, payı, vebâli yok acaba? Lütfen, cinsiyetçi kimliklerimizden sıyrılarak (cinsiyetçilik, ırkçılık kadar kötücül bir faşizmdir çünkü) koyalım büyütecimizi olgunun üstüne. Kadınlığımızın, erkekliğimizin önüne; vicdanımızın sesini, insanperest olmayan insanlığımızın nefesini sürelim. Göreceğiz ki o vakit, sorunsal (problematik), erkek veya kadın olmaktan değil; maddî-mânevî târihselliğimizin, ekonomik-sosyal koşullarımızın ürettiği ve mütemâdiyen pompaladığı hasarlı bilinçlerimizle ortaya çıkan bir kanserlilik-kangrenlilik hâlidir.
Kadınlar-kızlar, erk'leri (iktidarları) ve erkekleri, siyâsalıyla, dinseliyle, sınıfsalıyla, en irisinden en çelimsizine varıncaya dek sorgulamamakta ısrar ettikleri, her türden erkekliğin (erilliğin) başını daha çocukluktan îtibâren (Erkek çocukların beyaz atlı prens rollerine büründürüldüğü, kılıçlı-mılıçlı sünnet törenlerini düşünün bir! Peki, erkek çocukların canı can da, kız çocuklarınınki patlıcan mı? Onların ilk âdetlerinde yaşadıkları ürpertisi bol korkular; geçtik babalarından, annelerinin bile neden umrunda değil?) avuçları patlarcasına okşadığı sürece; erkekler, tahtlarını kesinlikle terk etmeyecekler! (Tabi, taht-maht da palavra! Güç, para, kariyer, makam-mevkî yoksa, erkeklik de yok aslında! G. K.’nin bahsettiği erkeklerden farklı erkekleri mi anlatıyorum yoksa?)
G. K.; bismillâh der demez başlamış erkekleri harcamaya:
"Kadın olmak zordur, neden mi? Çok basit; erkeklerin dünyasında yaşıyoruz da ondan."
G. K.’nin şundan hiç kuşkusu olmasın ki; adâletsiz sosyo-ekonomik sistemlerin hükümranlığı sürdükçe, dünyada tohumluk/ damızlık tek erkek bile kalmadığını da varsaysak; bu kez "bâzı kadınlar", "kadınların çoğu" üstünde otoriteler têsis edecekler. Erkeklik ideolojisini her sâniye üreten ortamlar/ kurumlar var oldukça; erkek olmuş, kadın olmuş, eşcinsel olmuş, aseksüel olmuş, mühim değil ki! (Dünyadan ve ülkemizden, hükümetler yönetmiş, bakanlık-milletvekilliği görevlerinde bulunmuş/ bulunan kadın siyâsîleri hatırlayın; onların, zorbalıkta ve insan harcamakta, erkeklerden aşağı kaldıklarını gören var mı?
Haaa, sistemik-kurumsal yapılara rağmen, kadınlara, erkekçe değil, insanca davranan, kadınlarla yol ve yaşam arkadaşlığını dostânelikle sürdüren erkekler yok mu? Olmaz olur mu? Fakat, binde kaçtır ve egemen parametreleri zorlayabilme, esnetebilme güçleri nerelerdedir, orasını da kulak ardı etmemeli, değil mi?
Devam ediyor, G. K.:
"Geçenlerde bir yazı okumuştum; kısaca erkeklerin kadınlardan beklentileri ve aşka bakışları ile ilgiliydi. Kendimi sürekli denetim altında, ya da gözlemlenen denek gibi hissettim. Düşünsenize kadın ölçülerine ömür boyu dikkat etmeli, hem de aşkı eksilmesin diye bilgili olmalı, en önemlisi de erkeğin yanında taşıyabileceği donanım olmalıymış."
Ben de diyorum ki, G. K. arkadaşa: Ne bekliyordunuz? "Her şeyin fiyatını bilen, ama hiçbir insanın değerini bilmeyen" insan(cık)lardan oluşan toplumların demeyelim, toplulukların erkeklerinden, yücelerden yüce etik kişilikler mi, inceliklerden incelikli estetik görgüler mi umuyordunuz? Çok bekler, çok umarsınız daha. (Üniversite, yüksek lisans, doktora diplomalıları da dâhil, iddiâ ediyorum, sorun bakalım erkeklere, etik ne, estetik ne diye; her on erkekten dokuzu, ya "etik"le "etek"i, "estetik"le "plâstik"i karıştıracak, ya da yüzünüze alık alık bakacaktır.)
Erkeklerden pek şikâyetçi G. K.’ ye dönelim gene. Diyor ki, ilerleyen satırlarda:
"Peki erkeklerle tanıştığınızdaki hayal kırıkları nedendir? Erkekler sahip oldukları (!!!) kadınlardan neler beklerler? İnanın bana güzellik salonundan çıkmasanız, alanınızda söz sahibi olsanız da farketmez; onlar daha iyisi (?) mantığıyla sizin yanınızda bile başka kadına bakabilecek acizlikte yaratılmışlardır."
G. K. arkadaş, indirgemeci şablonların taştığı mantığıyla, tümlükçü-toptancı yaklaşımıyla, tüm erkekleri aynı çuvala tıkmış. Doğru değil bunlar. Erkeklerin hepsinin aldatmaya eğilimli ve eylemli olduğu da doğru değil. Dolayısıyla, G. K.’nin savı da doğru değil. Fiziksel yasa gereğince, havaya fırlatılan her taşın yere düşeceğini biliriz; ama duygusal yasalarda (ne zannediyordunuz, duyguların yasaları olmaz mı?), her erkek sevgilisinden/ karısından başkasına ilgi duyar diyemeyiz. (Diyebiliyorsak, bu yargıyı kadınlar için de geçerli saymalıyız.) Çünkü: birincisi bilimseldir, ikincisi ise, duyarlıksal. Duyarlıksal alanlarda konuşurken, kesinliklerden, mutlak doğrulardan, "ben dedim oldu" türünden yargılardan kaçınmalıyız. Kaldı ki, kuarklar fiziği çağındayız, bilimler dünyasında da eski kesinlikler yok artık.
Sonra da, hızını alamayarak, şunları ekliyor, G. K.:
"Çünkü yapısında aşk veya sevgi yoktur. Onları suçlamayalım."
Diyelim, G. K. haklı olsun. Ben de dâhil, erkeklerin ilâç için biri bile, aşk ve sevgi duygu-durumlarını hiç ama hiç yaşamasınlar. İyi de, tek tek (tekil) olgulardan kalkarak, bütünlüklü (tümel) bir çıkarıma varmak, duyarlıklar-duygular alanında ne kadar mümkün? Matematik-mantık gibi ideal bilimlerden, yâhut fizik-kimya gibi deneylenebilir disiplinlerden söz etmiyoruz. Son derece kaygan, belirsiz, uçucu, değişken dinamiklerle anlamaya çırpındığımız bir "hissiyatlar evreni"ndeyiz, öyle değil mi? Sonra, hadi erkeklerin hepsi, beton kabilinden, kereste cinsinden yaratıklar olsun. Kadınların cümlesinin, nârin, nâzik, zarif, ferâsetli canlılar olduklarını kanıtlayan bir aygıt var mı ortada?
Uzattığımın farkındayım? Ama mecbûren. G. K.’nin tezlerinin iler tutar bir tarafı olmadığını göstermeye çalışıyorum; yer yer ironiye, lâtifeye başvurarak.
Ezcümle: G. K.’nin, erkeklerin kadınları aşağıladıklarını söylemesine îtirazım yok. Düzenek, dövüne dövüne söylüyorum, böyle işliyor çağımızda. Ne ki, her hâlükârda genellemelerle çalışan bir mantık da, işlevselliği kötü bir mantık değil mi?
1) O kaba-saba, duygusuz, görgüsüz, bilgisiz erkeklerin arkasında, yalanlarıyla-dolanlarıyla devâsa bir sömürü sistemi var, ilkin ona bakalım, ona yüklenelim olanca gücümüzle. Sonrasında, o sistemin tuzu-biberi öylesi erkeklere yüklenelim. 2) Gene de ve buna karşın, erkeklerin de inceliklisi, görgülüsü, bilgilisi, kültürlüsü var, algılamasını bilenlere.
Giderayak eklemeliyim: Erkeğiyle kadınıyla birbirimizi yargılamadan önce, anlamaya çalışabilsek keşke! Beylik lâftır deyip geçmeyelim: Bir elmanın iki yarısıyız biz, kesinkes öyleyiz. Aşk'ı olanca romantizmiyle, beklentisizliğiyle, (pratikte olmasa da, hiç değilse platonik düzlemde) doyasıya yaşamak varken; bunca keskinlik, kutuplaşma, kamplaşma niye?
Sistem, resmî-ataerkil paradigma, tam da G. K.’nin baktığı gibi, erkeğiyle/ kadınıyla, böyle at gözlükleriyle bakmamızı istiyor hepimizden. Körün istediği tek göz, Allah vermiş iki göz!
G. K. arkadaşa, kendisinin tepeden tırnağa yanlış baktığını zannettiğim bir durumu ele alsa da, tartışmaya yol açtığı bu yazısı için, teşekkür ederim.
Yuzyillar geçse de bitmeyecek bir tartışma. Dediğiniz gibi olaya daha geniş bakmak yerinde.belki de ilk yaradılış zamanina. Adem ve havva yaratılmış ve havva yüzünden adem de cennetten atildiginda bu şavaş başlamıştı belki de.
G.K adlı hanımın fikrini bile kale almak israf bence neden mi bir bütünün tamamlayıcısı olarak kadın ver erkeği bir arada düşünmüyorsa zaten gerisi laf salatası bana göre salataya devam etsin derim paylaşım için teşekkürler.:)))