Erkekler Ağlamaz
Yıl 2006 Aylardan Eylül ,mevsim sonbahar.Saat geceyarısını çoktan geçmiş, havada yağmur kokusu var.Uyku tutmamış yine aklımda yolculuklar.Evden çıktım.Şehir soğuk bir görünüm içerisinde, bomboş kaldırımlar.İçimde garip bir duygu denize doğru yürüyorum.Bir çok savaş görmüş ve artık yorgun düşmüş nefer gibiyim.Yaş 35 üstadın dediği gibi yolun yarısındayım ömrün.Bedenimde yaşımla alâkasız bir sızı mevcut aklımda sorular sorular sorular.
Ve işte yağmur başladı nihayet, tek tek ,ağır ağır düşerken damlalar, gözüme bir garip görünüyor köşe başındaki o asırlık çınar. Rüzgârdan savrulan bir cılız yaprak düşüyor önüme eğilip alıyorum ve hırkamın cebine yerleştiriyorum özenle hernedense.Bu şehirde sonbahar gecelerini daha çok seviyorum.Bana hep gizemli gelmişlerdir yıllar boyunca.Esen rüzgâr suratımı yalayıp geçiyor " merhaba" dercesine ve köşeden dönüp kayboluyor.Sokağın başında duruyorum,derin bir nefes çekiyorum içime.Eskilerde daha keyifliydi en azından toprak kokusu hissederdi insan ya şimdi öyle mi?.Hey hat gelde özleme geçmişi.
Ne çok değişti heryer ve ne kadar soğuklaştı insanlar,insanlar sanki duvar.Daha dün kukalı saklambaç oynardık oysa.İşte ragıp amcanın evi şimdi 7 katlı oysa dün gibi hatırımda ilk kat inşaatında misket oynamalarımız.Yok " baş vurdum" "hadi be oradan başaltı bikere o,bırak bilyaları,bak bir vururum gözüne cemil, fazla konuşma baş vurdum işte diyorum". Hey gidi hey eskiler güzeldi.Kafamı sokak lambasına kaldırıyorum loş bir huzme halinde önüme düşüyor ışığı ve yanağımdan süzülen damlalar, yoksa ağlıyor muyum ?
Yürümeye devam ediyorum sokaklar bomboş hani derler ya in cin top oynuyor o misal.Bir ben miyim uykusu kaçmış sokaklara ,yollara vurmuş kendini ? Oysa daha bir kaç saat önce nasılda doluydu caddeler yollar.Ne büyük kalabalık bir o kadar da büyük ezici bir yanlızlık.Kimse kimsenin ne farkında ne umurunda her yerde bir telaş bir koşturmaca, herşey rutin.Bu şehir eskiden böyle değildi, hey gidi İstanbul ne çok değiştin, ne çok değiştirildin kısacık zaman içinde yazık.
İç sesim "sahile yürü" diyor.İyide neden? "git sen kaç gecen daha var ki ve kaç Eylül'ün daha, yarına çıkacağına garantin mi var ?"
Sokağın ana yola bağlanan kıyısında durup bekliyorum, nereden baksan sahile daha 2 kilometreden fazla var.Bir kaç kedi ürküyor benden ve çöp konteynerlerinin yanından biraz ilerideki park halindeki araçların yanına seğirtiyorlar.Gözleri karanlık sokakta nasılda yanıyor.
Biliyorum yürüyüp gitmemi bekliyorlar."Tamam hadi sizi daha fazla bekletmeyelim" diyorum. Hani biri görse ne der ,"a adama bak kendi kendine konuşuyor, deli mi ne?" Görsünler ne yapalım hiç akıllı olduğumu iddaa etmedim ki ben.Ana cadde geniş ve dikine iniyor önümde.Limana yakın demirlemiş yük gemilerinin ışıklarının suda oluşturduğu yakamoz net seçiliyor.Çocukken elimizi ağzımıza götürerek garip sesler çıkartıp selamladığımız o yüksekten uçan uçakların biri bu defa Adalar üzerinden Sabiha Gökçen'e alçalışa geçmiş bile.Gülüyorum bir an elimi ağızıma götürsem ve aynı hareketi yapsam diye geçiyor aklımdan, nerede o çocuk ruh hali eskidendi o.
Şimdi büyük aklıyla düşünüyorum yürümeyi sürdürürken,"açaba hangi mesafeden alçalışa geçmiş ve piste kaç km hızla süzülüyor? "Neyse bilsem ne gam bilmesem ne gam.Ey şehri İstanbul 35 yıl boyunca ne gecelerine şahit oldum ,ne hatıralar biriktirdim sende hiç düşünmemiştim bunları, şimdi anımsıyorum.Çok değişmişsin çok sadece senmisin değişen bende değiştim.Nerede o masum yüzlü ufaklık ? Yüzdeki çizgiler giderek artıyorlar. Eskiden annem ile birlikte geldiğimiz semt pazarının açıldığı yerdeyim şimdi, yeni bir alışveriş merkezi kondurmuşlar, devasa birşey beton yığını halnde göğe yükseliyor. Ne güzeldi oysa " anne bana elma alsana" ,"aldıkya oğlum", "ama onlar kırmızı ben yeşillerden istiyorum." "Paramız bitti oğlum hem bak babanda birazdan işten döner, daha bir kap yemeğim yok ocağımda, hadi sallanma."
"Yoruldum ama bak hem filenin ipleri elimi acıtıyor." "İyi hadi duralım bari az dinlen."Tam eskiden kuyusundan su aldığımız tulumbanın yanında duruyoruz.Şimdi yerinde yeller esiyor haliyle.
"Anne!", "Efendim oğlum","bana gazoz alır mısın?" ," FesuphanAllah para bitti dedim ya oğlum, hadi yürü daha çok var eve."
Hey gidi İstanbul hey senin topraklarında doğmuştu annem , şimdi yine senin topraklarında yatıyor,Allah rahmet eylesin.
Yok yok ağlamıyorum onlar yağmur damları.
Hem erkek adam ağlar mıymış? Bize hep öyle öğrettiler ya.
Hiç unutmam bir gün sanırım sene 1980 yazı olmalı,babamın tercüman gazetesinden kupon biriktirdiği ve Ankara'dan alıp getirdiği o kırmızı bisikletimle şimdi yerini asfalta,parke taşa bırakmış stabilize yolda son sürat gidiyorum.Kaptırmış giderken frenler tutmadı ve keskin kavis ile burun buruna geldim gelde dur .Duramadık tabi attım kendimi bisikletten iyikide atmışım duvara çarpan bisikler epey bir dağıldı zaten.Pantalonum yırtılmış dizim kanıyor ve kolumda soyulmuş ağlıyorum.Çevre esnafı koştu hemen bir amca kaldırdı beni yerden,"yok bişey evladım kalk, hem ağlamasana erkek adam ağlar mı?" ,"Ağlamaz mı?", "Ağlamaz tabi yakışırmı hiç erkek adama ağlamak?" susuyorum.
Gözyaşlarımı minik ellerimle silerken utanıyorum da bir yandan yanaklarım al al oluyor.Bisikletin selesi kopmuş,hem direksiyonda yamulmuş ,ön tekerde patlak ben ağlamayayımda kim ağlasın babam beni gebertecek ,az mı uğraştı kuponları biriktirmeye.Düz mantık işte halbuki sevinecektir bende bişey yok şükür .
Tüm bunlar akıp geçerken gözlerimin önünden sahile az kaldığını farkediyorum.İyot ve yosun kokuları burnuma gelmeye başladı bile.Derin bir nefes çekeyim şöyle içime "ohhh dünya varmış ben denizi olmayan bir yerde yapamazdım heralde." Oho epey ıslanmışım olsun ama geldim ya.Yeni yapılan 3 şeritli sahil yolu ıssız hiç araç yok .Burada eskiden çay bahçeleri, adını o zaman da ve halâ da bilmediğim envai çeşit çiçeklerle bezeli parklar vardı.Ah istanbul Ah yitik şehir , sende bitmişsin.Şimdi eskiden tahta olan iskelenin yanındayım.O zamanlar tek tük yük tekneleri yanaşırdı.Şimdiki gibi modern şehir hatları vapurları nerede?.Balık tutardık arkadaşlarla saatlerce,yüzerdik hemde.Oysa şimdi 06,15 Yalova arabalısı saaatini bekliyor ,nede biçimsiz bir tasarım nasılda çirkin bir demir yığını garip.
Vapurlar bile bir modern olmuş ama nostaljiden vazgeçilmeden kalan nadir boyası eskimiş olanları halên zaman zaman sefere çıkıyor, olsun oda yeter bu keşmekeşte.Çok bozuldun İstanbul çok , ne var sanki sende ?,millet akın akın doluşuyor ,sonra oluk oluk insan seliakıp gidiyor caddelerinde.Kimse kimseyi tanımaz,kimse halden anlamaz,umursamaz .Yok yok değişimin temeli insanlara dayalı insanlar bile değişik artık eski selam sabah yok çıkar peşinde herkez,saygı hak getire.
Sahil boyu yürüyorum dalgakırana doğru,bir sigara yakıyorum efkârlı.Rüzgar alıp dumanını Adalar'a doğru götürüyor ,seyrediyorum.
"Yanlızlığımı alıp götürse ya!, dertlerimi götürse ya!"
Gözlerimi tüm güzelliğiyle karşımda duran Büyükada'ya dikiyorum adımlarımı sıklaştırıken,İlk defa faytona orada binmiştim.Neyse.
Sahi beni buraya çeken ne ?, neredeyse sabah olacak. Birkaç martı beliriyor üzerimde tiz çığlıklar atarak işte bunu seviyorum.
Birazdan gün doğacak ve bütün bakirliği bozulacak caddelerin.
Zaman dursa olmaz mı ?" Söylediğinde laf olsa" diyor iç sesim.
İyide ben neden buraya geldim ?."Cebine koyduğun o çınar yaprağını çıkar" diyor bana o ses.Ben onu tamamen unutmuşum sahi yolculuk öncesi almıştım yanıma.Cebimden çıkarıyorum özenle,"ne yapacağım ki ben bunu ?"."Farkında değil misin ?, yanağından süzülerek dudak kenarında tuzlu bir tat bırakarak kayıp düşen yaşların. Koy bakalım birini o yaprağın üzerine."
"Saçmalama erkekler ağlamaz." "Tabi onlar yağmur damlasıydı değil mi ?. Sen kendini kandır akıllım." "Bir dilek tut ve denizin koynuna bırak yaprağı." "Gerçekleşir mi dersin ?"
"Bilmem ama şunu bilir şunu söylerim ,artık saklama kimseden gözyaşlarını, erkeklerde ağlar hemde çocuklar gibi."
"Hay Allah onca yolu nasılgeri döneceğim?, güneş doğuyor."
__"Tasalandığım şeye bak Hey taksi!!."
DEVAM EDECEK......
20/09/2006 03 .22