Eşime

Rüyada olmalıyım. Yoksa bu kadar güzel şeyi bir arada başka nerde görebilirdim ki. Evet, evet rüyadayım, görüntüler yansıyor göz bebeğimin merceğine. Neresi burası diye düşündüğüm görüntüler. Yoğun sarı ışığa maruz kalan gözlerimi açmakta güçlük çekiyorum. Kaynağına yürüyorum bu nerden geldiği meçhul olan ışığın. Güneşe yaklaşır gibi yaklaştım, yavaş yavaş, yoksa ben öldüm de ışığa doğru mu gidiyordum. Altın sarısı zemine sahip muazzam güzelliğe sahip, alabildiğine altın sarısı kumun çizdiği ince çizgiler ve uçsuz bucaksız sahra çölü ve yanından akan aşk yeşili bir ırmak. Eğilip bir avuç alıyorum yerden, binlercesi geliyor elime, yumuşacık taneler kayıyor parmaklarımın arasından ve bir daha alıyorum ellerimin arasına, her tanesine tek tek özen gösteriyorum. Elmas, Altın, Yakut neden kıymetlidir diye soruyorum başımda beliren aksakallı dedeye 'az olduğu için kıymetlidir. Az yapılan yemeğin tadı gibi' diyor. Ne kadar elmas vardır dünyada bin tane iki bin tane beklide milyonlarca. O zaman benim şu an avucumun arasından akan eşimin kum sarı saçları da sınırlı sayıda ve hiç biri dünyanın dört bir yanına ayrılmamış, o zaman onun saçının her tanesi bin elmasın edemeyeceği değere sahip, çünkü onlar elmaslardan, altınlardan ve yakutlardan daha az ve kıymetli.
Açıyorum gözlerimi, madende uzun zamanlar geçirmiş bir işçinin gözleri gibi kamaşıyor gözlerim, yine o sarı ışık yine kum taneleri ama hayır, bu defa uyumuyorum, eşimin o eşsiz saçlarına dokunurken buluyorum kendimi. Ve bütün bunların bir rüya olmadığına sevinerek şükrediyorum Yaradana. Işığın kaynağıydı saçların, rüyanın ırmağı gözlerin ve sendin hiç uyanmak istemediğim rüyanın ta kendisi.

29 Ekim 2012 1-2 dakika 4 denemesi var.
Yorumlar