Eski ve Yeni Zaman

Yıllar zamanın basamaklarından anlamadığımız bir mesafe hızıyla tırmanırken, merdivenlerin tam ortasında fark ederiz bu gerçeği... Gençliğimizde hırsla ve merakla çıktığımız basamaklardan, özlemle bakarız geçmişimize ve geleceğe doğru ilerleyen zamanı durdurmak isteriz. Lakin her dönemin ve her yaşın ayrı bir güzelliği, ayrı bir önemi vardır hayatta. Örneğin en kısa ve en çabuk geçen yıllar çocukluğumuzdur. En küçük yaşlarımızı hatırlamamız güçtür, lakin aklımızda kalan yaşlarda, yaşadıklarımızı pek unutamayız. Soba çağından, kombi çağına geçtiğimizden beri insanlar birbirinden kopar oldu. Mesela benim çocukluğum sobalı evde geçti, eminim ki benim yaşlarımda olanların çoğunun çocukluğu sobalı evde geçmiştir. Onlar daha iyi hatırlar ve beni daha iyi anlarlar sanıyorum.




Tek bir odada, üzerinde çayların, kızarmış ekmeklerin, kestanelerin piştiği sobaların veya kuzinelerin etrafında toplanır, tatlı sohbetleri yiyeceklerimiz ile tatlandırırdık. Çok küçükken televizyonumuz da yoktu, eski tip radyolardan dinlediğimiz piyeslerin, arkasını beklerdik. Yine çocuktum ama aklım kesiyordu, babamın eve televizyonu getirdiğinde, onu da radyoya benzetmiş, sadece sesini duyabileceğimizi sanmıştım önceleri, onu ellerimle kurcaladım en önce,sonra etrafında dolandım,tahta cam büfenin üzerindeki, ahşap eski radyodan büyüktü, henüz babam onu daha çalıştırmamıştı. Televizyonu kurup ayarlarını hallettikten sonra, önce sesi kulağıma geldi, sonra siyah beyaz bir görüntü oluştu, ne olduğunu şaşırmış, anneannemin merakla bana bakışlarından korkmuştum adeta.... Anneannem bastonunu istedi benden neden diye sordum...



-Eyvah!!! Torun dünyanın sonu geldi galiba. Bak kara kara adamlar üzerimize gelecek birazdan hadi kaçalım demez mi?

Babam:

-Korkmayın!Bu radyonun görüntülü hali.


-Peki onun içindekiler de bizi görüyorlar mı?


-Hayır onlar bizi görmüyor, ama biz onları görüyoruz....



Fakat tüm açıklamalara rağmen anneannem, günah olduğunu düşünerek, televizyonun açık olduğu saatler ne konuştu ne yüzünü açtı. Onu bir türlü ikna edemedik ve inandığı senelerde ise ömrü yetmedi zaten....


Uzun boylu, ak sakallı hacı dedem ise hep sessiz ve sedasız çıt çıkarmadan ve çıkarttırmadan haber saatinde, Demirel ve Ecevit'i dinler, onlara kendisini görüyorlarmış gibi haklı bulduğunda kafasını sallardı.



Ben şimdi itiraf ediyorum, vallahi daha annemle babamın bile haberi yok. Radyonun önünde sanırım 5 veya 6 tane olan beyaz tuşların arasından kalemlerimi geçirir, içinde hep insan arardım. Bir de evcilik oynarken onu daktilo olarak kullanır, sesi çok çıkıp annemle babam fark etmesin diye,üzerine battaniyemi kapatırdım. O da bir şey mi, annemin o canım harika ceviz gardırobuna, tebeşirlerle yazılar yazar, öğretmencilik oynardım. Silgi mi, o da tabii annemin yün çoraplarıydı.



Neyse ilk akşamdan başlamışlardı komşular bize televizyon seyretmek için gelmeye, işin en eğlenceli kısmı buydu sanırım. Babam beni akşamları yazlık sinemalara götürürdü, geç olunca uyku numarası yapar onun kucağında gelirdim çoğu zaman eve. Oradan görmüş olduğumdan, evdeki tahta sandalyeleri sıra sıra dizip komşuları oraya oturturdum. Annem de sobada çay yapar komşulara ikram ederdi. O an ki saadeti ve heyecanı, yazlık sinema da bile yaşamamıştım sanırım. Tabi o yıllarda hiç kardeşim olmadığından, evde pek kalabalık yoktu, ama gelen akrabalar ve çocukları, komşular misafirler çoktu. Onlarla evimiz şenlenir, hoş sohbetler edilirdi. Saat 12 de askerlerin Türk bayrağını çekip, İstiklal Marşı okuyana kadar, hatta televizyonunuzu kapatmayın yazısı çıkana kadar beklerdik...



Kalabalık olduğumuzda hele bir de elektrikler kesildiyse değmeyin keyfimize, sobanın ateşiyle hem etrafımız aydınlanır, hem de ısınırdık.



Bugün kombiler gelip herkesin odaları ayrıldığında, her oda da ayrı bir televizyon ve bilgisayar olduğunda, ne hoş sohbet kaldı ne de bir beraberlik... Bazen o günlerdeki gibi elektriklerin kesilmesini bekler olduk. Çünkü ancak o zaman aynı oda da toplanıp sohbetler edebiliyoruz.




Yenilikler ve zaman bizi daha nelerle şaşırtacak bilinmez, ama ben o eski lezzetleri ve sohbetleri çok özlüyorum ve insan otuzlarda hayatın en zevkli yaşını yaşıyor ve kırkına geldiğinde ise hesabı ağır ödüyor...





NOT: Bu yazdıklarım, beni büyüten ailemin yanında gerçekleşmiştir. Zira biyolojik babam ve annem hayatta değildir...

09 Ekim 2013 4-5 dakika 74 denemesi var.
Beğenenler (1)
Yorumlar (2)
  • 11 yıl önce

    Bu konulardan çokça bahsedildi. Ama bir kere daha sizden, sizin açınızdan da okumak keyifliydi. Tebrik ederim.

  • 11 yıl önce

    Güzel günler ve zamanlar çabuk geçer diye algılanır, kötü zamanlar ise bir türlü geçmek bilmez denir. Aslında zaman hep aynı hızla akar kendi mecrasında, farklılık bizim algılarımızda sanırım. Güzel bir denemeydi Sevtap hanım tebrikler...👍