Eylül ve Düşler
Düşlerin, yalnız bir kalbin sığındığı minik barınaklar. Doğmak, dünyaya, kendinden bile bihaber olarak bir anda varlığınla hiç bilmediğin bir diyara gözlerini açmak garip bir his. Önceleri pek fazla idrak edemediğin bu değişik varoluş zamanla anlamlanmaya, tanımlanmaya, bir düzene girmeye başlıyor. İşte o zaman kendi soruların ve cevapların da oluşuyor birer birer. Çevreni, insanları, evreni, canlıları, yaşamdaki değerini araştırıp kavramaya çalışıyorsun. Gün be gün artan merakın seni bütün bilinmez kapıları açmaya zorluyor ve keşfetme hevesi doğuyor içine. Yavaş yavaş ne tür bir oyunun içersinde olduğunu anlıyorsun.
Hayat, derin ve sonu belirsiz koyu bir uçurum sanki. Sessiz kalmaya çabalıyorsun aşağıya inerken yara almamak için. Keyfin yok oluyor sonra. Vücudunu baştan başa bir korku zırhı kaplıyor. Ruhunu hissedebilmek için kıvranıyorsun. Ateşler içersinde devam etmeye çabalıyorsun yoluna. Hayır, yaşantının sonuna ne zaman varacağın hiç belli değil. Bu yüzden çalışmak istiyorsun ya da hiç çalışmamak. Herkes kendi yolculuğunun başrolünü oynuyor. Her insan bambaşka yollara sapıyor, farklı seçimler yapıyor ve kendi iradesi ölçüsünde veriyor kararlarını. Sen çalışmayı, geldiğin dünyada faydalı ve iyi bir insan olarak varolmayı istiyorsun. İşte asıl zorluklar bundan sonra başlıyor.
Her vaktini çabalayarak, didinerek, insanlara yardım ederek, üreterek, okuyarak, öğreterek, öğrenerek geçiriyorsun. Duyguların açığa çıkmaya başlıyor zamanla. Onları yönetmeyi, iplerini elinde tutmayı ve zaptetmeyi öğreniyorsun. Derken, ele avuca sığmaz, anlamlandıramadığın bir duyguyla tanışıyorsun. Adına 'Aşk' diyorlar. Kabullenemiyorsun. Çünkü bu tek başına yaşandığında sana oldukça acı veriyor. Sana aşkı yaşatan insanla bütün ömrün boyunca bir arada olmak için dayanılmaz savaşlar veriyorsun. Hayatının ve yaşama mantığının tümü alt-üst oluyor. Ama bunu da bir süre sonra kendine indirgemeyi başarıyorsun ve yine aynı şekilde devam ediyosun yoluna; hala sonunu bilmeden.
Ve her yıl eylül ayında doğduğun günü anıyorsun. Adına şiirler, romanlar yazılan bu ayda doğmak güzel bir his kaplıyor içine. Yaşamında bu ayın önemi bir anda parlayıveriyor. Eylül ayını seviyorsun. Her yıl bu ay geldiğinde değişik duygulara kapılıyor, içinde kıpırdanan yenilenmelerin yavaşça kanına karıştığını duyumsuyorsun. Ve kendini her sene daha da büyümüş, güçlenmiş, olgunlaşmış ve yenilmez hissetmeye başlıyorsun. Her defasında isteklerinin, umutlarının, beklentilerinin, değerlerinin değiştiğini anlıyorsun. Acı çekiyorsun sonra. Çünkü bir yaş daha ilerisine gittikçe yolun bitimine yaklaştığın gerçeği çıkıyor karşına. Sızlanmadan edemiyorsun; artık eskisi gibi enerjik, hırslı, canlı, çalışkan değilsin.
İnsanlar her kezinde yanında oluyorlar doğum günlerinin. Bu seni mutlu ediyor. Hayata gelirken böylesi güçlü bir şeyle karşılaşacağını ummuyordun oysa ki. Sevgi denen güzelliğin seni nasıl da güçlendirdiğini anladıkça her şeyi bir kenara bırakıyorsun. Ve sen de sevmeye başlıyorsun bu derin yolculuğu. Artık nerde biterse bitsin pek de umrunda olmayacak. Seni seven ve seni değerli bulan insanlar yanında oldukça ölümün senin için bir önemi olmadığını anlayacaksın. Yaşıyorsun bugünü, dünü yaşadın ve önünde yaşaman gereken yarınlar var. Mutlusun, sevdiklerin yanı başında ve en önemlisi de geleceğe dair ümitler besliyorsun içten içe.
Doğmak, yaşamak ve ölmek... Hepsi kısa bir yolculuğun figüranları.. Başrolünde oynadığın güzel bir skeç yaşam. Şikayet etmeden sevgiye bağlanarak, insanları, yaşamayı severek gidilen güzel bir yolculuk aynı zamanda. Korkmayı gerektirecek hiçbir durum yok. Çünkü sen, iyi bir oyuncusun.
Ve de düşlerin, hayatını asıl oluşturan renkler değil mi?
EYLÜL/2013
Yetmiş seksen senelik bir hayatın bile ne kadar kısa bir zaman dilimi olduğunu insan yaşı ilerledikçe daha iyi anlıyor aslında. Acı ve tatlı iç içe hayatta. Sürekli üzüntü ve sürekli mutluluk monotonlaştırır hayatı. Güzel bir deneme ki gün sonunda da ödülünü almış kutlarım Filiz tebrikler sana yürekten...👍