Fuzuli'den Gazel İnceleme ve Tenkiti ( 2. bölüm)
( Yazıyı anlayabilmek için aynı yazının birinci bölümünü de okumalısınız)
Nay-i bezm-i gamem ey mâh ne bulsan yele ver
Oda yanmış kuru cisminde hevâdan gayrı
Nay-i bezm-i gamem: Gam meclisinin ney'iyim. Ey Ay yüzlü güzel ! Ne bulursan yele( rüzgâra) ver. Nay (ney) kamıştan yapılır. Kamışlar arasında ney olabilecek olgunluğa erişen kamışlar sazlıktan koparılıp kurutulduktan sonra boğum yerlerinden kesilerek altısı önde yedincisi arkada olmak üzere yedi delik açılır. Bu delik açılırken de delikler kızgın şiş ile dağlanarak açılmaktadır. Ney'in içi boş ve kavı hafiftir. Sesindeki yanıklığın sebebi ? ait olduğu sazlıktan koparılıp, kızgın şiş ile dağlanması ve geldiği yeri özlüyor olması ? olarak düşünülür. ? Mevlana, Mesnevi, Dinle Neyden?
Ney'de yedi delik tasavvuftaki yedi mertebeyi temsil eder diye düşünülür. Bu özellikleriyle ney tasavvufçuların Vahdet i Vücut anlayışını temsilden teşbih edilir. Vahdet i Vücut anlayışına göre yaratılan her şey Allah'ın ?Ol? emriyle olmuştur. Kendi güzelliğini görmek isteyen Rab ? Ol ? deyince âlem olmuş ve insanı yaratırken de insana kendi ruhundan üflemiştir. O yüzden yaratılan her şey yaratandan ötürü ve onun güzelliğinin yansıması olarak düşünüldüğünden Allah'ın bir görüntüsü gibidir. Bu mecazi görüntüdeki her şey gelip geçici ve zamanla sınırlıdır. Kâinattaki her şey gibi insan da aslına dönmek istemektedir. Ruh, dünyadaki hiçbir şeyden hoşnut olamaz ve mal, mülk, şöhret, servet vb ruhu tatmin edemez. Aslına ve geldiği yere dönmek isteyen ruh, o yüzden şikâyetçi ve doyumsuzdur.
Fuzuli'nin bu beyitte ney'i ve sesini bu düşünceleri ifade etmek için sembol olarak kullandığı açıktır. Ney, dünyada huzur bulamayan ruhu temsil etmektedir. Bu yüzden ney sözü ile istiare yapılmıştır.( Benzeyen ve kendisine benzetilenden sadece birisi ile yapılan benzetme) ney ruha benzetilmiş, ruhtan söz edilmemiştir.
Mâh, ay yüzlü: Divan şairleri Ay kelimesini mecazi anlamda sevgilinin yerine kullanırlardı. Ay'ın parlaklığını sevgilinin yüzüne benzetmişlerdir. Fuzuli'nin de Mâh sözcüğünü sevgili anlamında istiareli ( istiare mecaz sanatlarındandır, dolayısıyla mecazdır) kullandığı görülmektedir. Şair, ?Ey Mâh ne bulsan yele ver!? nidasıyla ( seslenme sanatı) sevgiliye, buradan da mecazi anlamıyla Yaratan'a seslenmektedir.
Oda yanmış kuru cismimde hevâdan gayrı
Kendisini, oda yanmış, yel gibi, kuru cisim sıfatlarını kullanarak tam bir teşbihle ney'e benzeten şair, ney'deki sesin ( hevâdan) dışında cisminin bir hükmü olmadığını söylüyor.
Ney geldiği sazlığa nasıl özlem duyuyorsa ve çıkardığı ses bu yüzden yanıksa, aşkına özlem duyan şairin bedeni de ney gibi içi boşalmış, ney gibi kupkuru kalmıştır. Ney, nasıl kızgın şişlerle dağlanmışsa ve çıkardığı sesin dışında cisminin ve kabuğunun bir özelliğinin olmadığı gibi; şairin içindeki aşktan başka şairin cisminin de bir özelliği yoktur. O, da bir ney gibi sevgilisine kavuşma hasretiyle yanıp tutuşmaktadır. Cismini içi boş, dışı ney gibi kuru bir kava benzeten şair cismindeki değerli olan tek şeyin aşk ile inleyen sedası olduğuna işaret ediyor.
Beyitte ney, gam, hevâ, kuru cisim sözcükleri arasında tenasüp ( uygunluk ) sanatı vardır. Od sözcüğü ile neyi dağlayan ateş ve ilahi aşk anlamı birlikte kast edilir. Od sözcüğü ilahi aşkı kastetmesi bakımından mecaz manadadır. Fakat kamışın ateşle dağlandığını da düşündüğümüzde şairin hem mecaz hem de gerçek anlamını kastedecek şekilde kullandığı ( kinaye) söylenebilir. Heva sözcüğü müzik sesi ve havaya savrulmak, hem de arzu, heves ve aşk manalarına ( 1 bkz) gelecek şekilde tevriyelidir.
Beyitte gizli olarak görülen bir meclis tablosu vardır. Bu âşıklar meclisinde ney çalmaktadır. Şair, kendisini bu meclisin gamlı sesler çıkaran bir ney'i olarak tasavvur eder. Bu neyden çıkan gamlı ses meclistekileri hüzünlendirmektedir. Şiirde, bir ayet i kerimede geçen ? ...yaş ağaçtan ateş çıkarmak? ibaresine telmih de var denilebilir.
Perde çek çehreme hicran günü ey kanlu sirişk
Ki gözüm görmeye ol mâhlikadan gayrı
Sirişk: kan ve ateş şeraresi, mehlika : Ay yüzlü
Veliler, normal insanların göremedikleri âlemleri görebilen gönül perdeleri ve gözleri açık, kutsanmış insanlardır. Yüzünün perdesi yırtılmış olmak ise hayâsız ahlaksız kimseleri işaret eder. Eskiden savaşta ölenlerin öldüğüne delalet olarak kanlı gömleği delil olarak gösterilirdi. Yine öldüğü anlaşılan ilk kişiye yapılan ilk iş gözlerini kapatmaktır. Antik çağdan beri süren bu adete göre antik çağda savaşta ölenlerin gözü madeni para ile kapatılırdı.
Perde çekmek, kanlı gözyaşı, hicran günü, gözüm görmeye kelime ve ibareleri bizi ölüm mazmununa götürmektedir. Ölüm ve kan ilişkisi ise kanlı bir ölüm şekline delalet eder. Beyitte mehlikası için savaşarak şehit olmak hayaline ulaşabiliriz.
İslam inancında ölümden sonra insanları bekleyen üç yer vardır: Cennet, Cehennem ve Arasat'ta kalmak. Cehennem bilindiği gibi günahkârların ateşe atıldığı yerdir. Bu beytin ilk mısrasındaki anlam ve hayal bu bilgilerden sonra bariz bir şekilde ortaya çıkar. Hicran gününü dünyadan ayrılma, ölüm günü olarak düşündüğümüzde ? Perde çek çehreme ? ibaresi anlamını bulacaktır. Göze ve yüze perde çekilmesi demek cehennemi görmemek arzusuna işaret eder. Çünkü sirişk kelimesinin anlamı kan ve ateş şeraresidir. Göze ve yüze perde çekilmesi cehennemin ateşlerini görmemek anlamını dile getirir. Dolayısıyla da cennete gitmek arzusu ifade bulur.
Şehitlik, Allah'ın yolunda hizmet ederken ölenlere verilen bir mertebedir ve sorgusuz sualsiz cennete gideceklerdir.
Sevgilisinin yolunda öldükten sonra kapanan gözlerinde sevgilisinin hayalinden başka bir şey görmek istemeyen bir maktul tablosu çizilirken arka plandaki anlamalar bunlardır. Ölümü esnasında sevgilisinin ölümün ardı sıra ağladığını görerek ölüp ve hep bu enstantaneyi yâd ederek kalmak imgesinin kastedildiği de düşünülebilir.
Kan ağlamaktan yüzüne kan kırmızı perde çekilmiş ve gözleri kanla kapanmış bir âşık tablosunun hayali betimlenir. Gözler, sevgilinin hayalini ve kendisini görmek için kan ağlamaktadır. Belki de beyitte şehitlerin yüzlerinin kanla kapanmasına ( sevgiliye kavuşmak için kan ağlamak gerekçesiyle) hüsnü talil yapılmaktadır.
Gam(em) ve kanl(u) kelimelerindeki ekler Fuzuli'nin Azeri ( Kerkük) sahası şairi olduğuna delalet eden kesin delillerdir.? Ol ? kelimesi Eski Anadolu Türkçesinden günümüze ulaşırken ( l) sesini düşürmüş ( o ) şahıs veya işaret zamiri olarak kullanılan kelimemizdir.
Sirişk, hicran ( ayrılık) ve mehlika sözcüklerini göz ardı ettiğimizde Fuzuli'nin dilinin ne kadar yalın bir Türkçe olduğu ortaya çıkar.
Beyitte çok anlamlı bazı kelimelerin birden fazla gerçek anlamıyla mecaz anlamlarının birlikte kast edildiği görülür. Bu bakımdan perde çekmek ve kanlı sirişk sözcüklerinin hem tevriyeli (iki gerçek anlamını birden ) yakın anlamı kastedilmiş gibiyken uzak anlamını da kast ederek, hem kinayeli, hem mecaz hem de gerçek anlamını birden işaret edecek şekilde kullandığı açıktır. Bu durum Fuzuli'nin söz sanatlarının klişelerini aştığına delildir. Bu gazelindeki beyitlerin ve mısraların hepsinde sehl i mümteni ( söylenmesi çok zor olan imgeyi veya anlamı çok basitmiş gibi basitçe söyleme) olduğu iddia edilebilir.
Yetti bi-kesliğüm ol gayete kim çevremde
Kimse yok çizgine girdâb-ı belâdan gayrı
Yetti, kelimesi Anadolu ağızlarında fazla geldi, canıma tak etti, kâfi geldi, erişti anlamlarında hâlâ kullanılmaktadır. ? bi eki Osmanlıcada olumsuzluk ekidir ve başına geldiği kelimeyi olumsuz yapar. Bihuzur: huzursuz gibi. Bikes kelimesi kimsesiz anlamındadır. Çizginmek kelimesi Âzerî lehçesinde dönüp dolaşmak manasındadır .( 2 bkz) girdâb ı belâ ise bela anaforu, belâ girdabı anlamındadır.
? Çevremde gayet yapayalnız kalmışlığım canıma tak etti. Bela girdabından başka etrafımda (çizginde ) dönüp dolaşan kimse yoktur.
Dikkat edildiğinde şairin çizgi sözcüğü ile anaforun ( girdabın) yutum merkezi etrafındaki halkaların resmini betimlemeye çalıştığı hemen fark edilecektir. Bu betimleme yapılırken de çizgine sözcüğü hem çizgi, hem de etrafta dönüp dolaşanlar manalarının her ikisini birlikte kast eder. Bu manaları birlikte düşündürürken girdabın tasvirini de yapmış olur. Bu açıdan çizgine sözcüğü uzak ve yakın iki gerçek anlamı birden kast etmesi bakımından tevriyelidir demeliyiz.
Bu beyitte ? eğer yanılmıyorsam- özgün ve o güne kadar pek rastlanılmayan bikr- i mazmun (özgün ve ilk kez kullanılan benzetme, dolaylı ve gizli anlam, mefhum, açıklama ) yapılmıştır. Mazmun kelimesini açıklanmasında hep zorluk çekilmiştir. Genelde kalıp hayal ve benzetme olarak düşünülmesi gerektiğine yakın durmakla beraber mazmunların bir motif haline gelmeden önce ilk kez birileri tarafından oluşturulduğunu da bilmek gerekir. Şair bu beyitte girdaba kapılarak onun merkezine doğru gitmeye benzer bir hayal ve benzetmeyle kimsesizliğini ve çaresizliğini ifade etmektedir.
Kanımca bu gazelin anlam, ahenk, söz sanatları ve sanatlı söyleyiş açısından en zayıf kalan beyti bu beyittir.
Ne yanar kimse bana âteş-i dilden özge Ne çalar kimse kapum bâd-ı sabâdan gayri
Bu beyit de ilk beyit gibi her kelimesi birbiriyle kafiyelidir ve muazzam bir ahenk örgüsüne sahiptir. Sadece alt alta gelen kapum, bana ve özge, gayri sözcükleri aynı seslerle bitmemiş diğer kelimeler alt alta aynı seslerle bitmiştir.
Fuzuli'nin dillerde dolaşan bu beyti anlam ve imge açısından da popüler beyit olmayı hak eder. Beyit oldukça sade bir dille yazılmıştır. ? Yalnızlığı ve garipliği harikulade bir tesirle ifade etmektedir.? ( 3 bkz)
? âteş- i dil ? gönül ateşi, ? dil? Farsçada gönül manasına gelir. Türkçede ise lisan ve tatma organı anlamlarındadır. Tenkitçilerimiz dil sözcüğünün Farsçasını akla getirirken bir Türk şairinin dilin ateşi manasında da kullanabileceğini hiç akıl etmemektedirler. Farsça, âteş ve dil sözcükleriyle kurulmuş bir tamlama ( terkip ) olmasına rağmen şairimizin bu tamlamada Türkçedeki dil anlamını da kastederek tevriyeli kullandığını düşünürüm. ? bâd-ı sabâ, sabah rüzgarı anlamındadır. Özge kelimesi Âzerî lehçesinde başka anlamında bir kelimedir.
Gönlümün ( ve dilimin ) ateşinden başka kimse bana yanmaz, üzülmez, sabah rüzgârından başka da kapımı açan kimse yoktur. Bu beyitte şairin dil ateşi olarak hep yanık ve yalnızlık kokan Kerkük türkülerini söylediğini de kastettiğini düşünmüşümdür. Şairin dilindeki ateş bu yalnızlık ve gariplik türküleridir.
Beyit ne... ne, kimse, kimse ve özge ile gayri ikilemeleri ile, (a ) (e ) (i) ve (n) seslerinin ısrarlı ve melodik tekrarları , -iki kelimesi- hariç kelimelerin hep aynı seslerle kafiyeli olarak bitmesi, ölçünün kusursuz uygulanması ile büyülü bir ahenk yaratmıştır.
Beyitte, sabah rüzgârının kapıyı açması imgesi hissedilir ve sesi duyulur gibi olmaktadır.
Ne yanar kimse, Ne açar kimse ibarelerinde tekrir ( yineleme ) sanatından söz edilebilir. Ateş, yanmak ve dil arasında tenasüp( uygunluk) vardır.
Bozma ey mevc gözüm yaşı habâbın ki bu seyl
Komadı hiç imâret bu binadan gayrı
Beyitteki mevc ve hiç kelimelerinde med( uzatma vardır) bu heceler ilki kapalı ikincileri açık olmak üzere bir buçuk hece değerinde okunmalıdır ( vezin gereği). Mevc, Arapça dalga anlamına gelir. Habab, habbe ise küçük kabarcık anlamındadır ( habbeden kubbe yapmak) seyl sözcüğü dilimizdeki sel anlamındadır. İmaret, imar edilmiş, fakirlere yiyecek verilen yer, han, hamam, medrese, bedesten, cami gibi yapılardan oluşan, karışık binalar topluluğu (külliye, imarethane ) anlamlarına gelir.
Beyitte göze çarpan ilk anlam, çok büyük dalgaların ve sellerin koskocaman imarethaneyi yerle bir etmesi, -gözünün önünde tek bir damlanın kaldığı gibi ? kocaman külliyeden küçük bir binanın ayakta kalabilmesidir. Ama yeni dalgalar ayaktaki binayı yıkarsa, şair yine ağlayacak gözünün önündeki damlanın yok olduğu gibi, şair de yok olacaktır.
Beytin bu anlamında mübalağa vardır denilebilir. Doğrusu külliye gibi yapılar topluluğunu yıkabilecek dalgaları veya selleri tasavvur etmek çok zordur. Eskilerin mübalağa sanatını ? Habbeden kubbe yapmak ? olarak tarif ettiklerini düşününce, habbe sözcüğünün muzip bir şekilde mübalağa sanatının yapıldığını ima ettiği de söylenebilir.
Şair, vücudunu ve duygularını sürekli gelen seller ve dalgalarla yıkılan imarete benzetmektedir. Bu teşbihli hayaldeki en önemli unsur gözde kalan tek bir damla gibi çok az bir canının kaldığıdır. Yeni bir sel gözünün önündeki damlayı nasıl silip süpürecekse, şairi de silip süpürecektir. İmaret sözcüğü ile tevriye yaparak birkaç manayı birden ifade ederken, yok olan imaret sözcüğü ile şairin yok olan geçmişi arasında bağlantı kurulabilir. Hanların ve baş vezirlerin yaptırdığı büyük yapılar topluluğu olan imarethanelerin kervansaraylarında, yolculara ve yoksullara yiyecek dağıtılırdı. Buradan şairin insanlara faydalı olduğu geçmişine işaret edildiği düşünülebilir. Yıkılan imaretten düşkünlere fayda gelmeyeceği gibi, şairin kendisi de başkalarının yardımına muhtaç hale düşmüştür. Bu anlamından dolayı beyitte tezat sanatına ulaşılabilir.
Beyitteki yıkılan imarethane ve damla benzetmesi aslında şairin duygularını ifade etmek için kullandığı somutlaştırmalardır. Şair, aşk derdiyle ağlayıp yıkıldığını somutlaştırarak izaha çalışmaktadır. Bu duygusal yıkılmalarla son ağlamasından gözünün önünde eser olarak tek bir damla kaldığı gibi, canında da bu tek damlanın gücü kadar direnç kalabilmiştir. Son gücünün de yok olmaması için gözyaşlarına yalvarmaktadır. Yeni bir gözyaşı dalgası o son habbeyi nasıl akıtıp götürecekse, kalan canını da alıp götürecektir. Şairin bir kere daha ağlamayı taşıyabilecek mecali kalmamıştır.
Beyit, duygusal anlamda sellerle yıkılan bir anakent tablosu çizmektedir. Bir zamanlar âleme sevgi ve himmet dağıtan gönül külliyesi aşk derdiyle harap olmuş, bir dalganın himmetine düşmüştür. Gönlün son mecalinden yeni bir ağlama dalgasının kabardığı bu son tufanın gözdeki son damlayla birlikte şairi de yok edeceği sezilmektedir.
Bezm-i aşk içre Fuzûli nice âh eylemeyem
Ne temettu' bulunur neyde sedâdan gayrı .
Bezm ?i aşk: aşk meclisi, âşıkların toplandığı içki meclisi, tasavvufi manasıyla, dergâh veya tarikat yeri anlamındadır. İçre kelimesi zamanla içinde kelimesine dönüşmüştür. Nice, nasıl, bir hayli çok manasına gelir. Temettü gelirden edinilen pay anlamına gelir. Sedâ yahut sadâ sözcüğü ses anlamındadır.
Beyitte kendisini mecliste çalan bir ney ( nay'a ) benzeten şair, ney'den elde edilecek tek faydanın neyden çıkan ses olduğunu belirterek bu aşk meclisinin içinde? niçin ah etmeyeyim? diyor. Şairin Fuzuli sözcüğü ile tevriye yaptığı, hem kendi mahlasını kastederken hem de fuzuli de ?boşuna da ? olsa neden ah etmeyeyim demek istemiş olabileceği düşünülebilir. Ney sesi ile bir anlamda bu gazeli neden yazdığını da ifade etmiş olan şair, ney'de alınacak tek faydanın sesi olduğu gibi kendisinden alınabilecek tek feyzin aşkı ve şiirleri olduğunu ifade ediyor. Dolayısıyla, maddeyi değersiz, manayı değerli kılan; cismi ney kabuğu veya kavı gibi değersiz ve faydasız görürken aşkı ve aşkın sedasını mânânın işareti olmasından dolayı değerli gören anlayışını bu gazelde de yinelediği görülür.
Bu gazel, manevi hazzı ve aşkı değerli, bedeni ve dünyevi hayatı anlamsız ve boş gören tasavvufi düşüncelerin görkemli ve lirik bir ifadesidir. Bu gazel ömründe amaçlarına ulaşamamaktan dolayı hayal kırıklığı yaşayan, bunların hüznünü yaşayan, yoksulluk ve yalnızlıktan muzdarip kalan fakat bu ıstıraplarından da hoşnut kalmaya çalışan şairin en güzel gazellerinden birisidir.
Şahamettin Kuzucular.