Fuzuli'den Gazel İnceleme ve Tenkiti
Hâsılım yok ser-i kûyunda belâdan gayrı
Garazım yok reh-i aşkında fenâdan gayrı
Ney-i bezm-i gamem ey mâh ne bulsan yele ver
Oda yanmış kuru cisminde hevâdan gayrı
Perde çek çehreme hicran günü ey kanlu sirişk
Ki gözüm görmeye ol mâhlikadan gayrı
Yetti bi-kesliğim ol gayete kim çevremde
Kimse yok çizgine gird-âb-ı belâdan gayrı
Bozma ey mevc gözüm yaşı habâbın ki bu seyl
Komadı hiç imâret bu binadan gayrı
Bezm-i aşk içre Fuzûli nice âh eylemeyem
Ne temettu' bulunur neyde sedâdan gayrı .
Fuzuli, Türk Divan Şiirini, İran Şiirinin de üzerine çıkaran en önemli birkaç şairimizden bir kabul edilir. İran Azerbaycan'ı sahasında yetişmiş 16 yy ın dev şairidir. Bağdat civarında yaşayan Caferi mezhebine bağlı bu şairimiz, Kanuni'nin Bağdat'ı zapt etmesiyle Osmanlı sahasında şiirlerini yazmış, Kanuni'ye bağlanmış, hayatı boyunca da bu bölgede yaşamıştır. Şiirlerinin dili Azeri( Kerkük) Türkçesinin izlerini taşır. Gazel, kaside, mesnevi, tarzlarında en başarılı şairlerimiz arasındadır. Şiirlerinde ilahi aşkı terennüm etmiş, son derece lirik ve ahenkli şiirler yazmıştır.
Fuzuli, bu gazelinde de ilahi aşkı terennüm eder. Fakat diğer şiirlerinde de görülebileceği gibi ilahi aşktan söz ederken bunu dünyevi aşktan söz edermiş gibi sunmakta oldukça maharet gösterir.
DIŞ YAPI
Fuzuli'nin en beğenilen gazellerinden biri olan bu gazel görüldüğü gibi altı beyitten oluşur. Gazeller beş ila on beş beyit arasında yazılan ilk beyti kafiyeli, diğer beyitlerinin ilk mısraları serbest, ikinci mısraları ilk beyitle kafiyeli ( aa, xa) aşk, şarap, eğlence konulu manzumelerdir. Bu bakımdan bu şiir klasik şiirimizdeki gazellerin tüm inceliklerine sahiptir.
Bilindiği gibi aruz vezni o şiire esas alınan tefilelerden oluşan aruz kalıbına göre mısraları beyitleri ve şiiri düzenlemek, tefile ve kalıplara uygun olacak şekilde tüm şiirin bu kalıba uygun olarak hecelerinin açık ve kapalı düzenini sağlamak ilkelerine göre oluşturulan bir vezindir. KISA SESLİ ile biten hecelere AÇIK hece, uzun sesli ve sessiz ile biten heceler KAPALI hece kabul edilirdi. Bu kalıpları oluşturan parçalara ise cüz veya tefile denirdi. Tefileler hecelerin açık ve kapalı oluşlarına işaret ediyordu. Söz gelimi ( mef û lü) cüzünde mef ve uzun ( û ) lü kapalı heceleri ( lü ) ise kısa sesli ile bittiğinden açık heceyi işaret etmektedir. Kalıbı bulmak için açık heceyi (v ) kapalı heceyi de ( _ ) olarak işaret edersek
Hâ sı lım yok/ ser-i kû yun /da be lâ dan / gay rı
_ v_ _/ _ v _ _ / v v _ _ / _ _
Ga ra zım yok/ reh-i aş kın/ da fe nâ dan/ gay rı
v v __ / _ v _ _ / v v _ _ / _ _ ( son hece olan ? rı hecesi açık olsa da kapalı hece sayılırdı. İlk mısrasının ilk hecesi olan Hâ( sılım) kelimesinde Hâ hecesinin uzun ( â ) ikinci mısranın ilk hecesi olan Ga ( razım) kelimesindeki Ga hecesinin kısa ( a ) ile bittiğine dikkat ediniz. Divan şiirinde uzun sesli baskın olarak kabul edilir, uzun sesliyi kısa ses saymak ( zihaf) hata kabul edilirken kısa sesliyi uzun saymak ( imale ) hata kabul edilmediğinden Ga hecesindeki ( a) yı uzun sesli ile bitiyormuş gibi imaleli okumak gerekecektir.( imale: ölçü gereği kısa sesliyi uzun sesli değerinde saymak, görmek.)
fâ ? i- lâ ? tün/ fâ ?i-lâ tün/ fe i - lâ tün/ fâ-lün
Divan şairleri imaleyi bir kusur gibi görmediklerinden sık sık imaleye başvurabiliyorlar ve fe i lâ tün tefilesini , fâ i lâ tün tefilesi ile eş değerde görüyorlardı.
Şiir, - belâ ?dan gayrı
fe nâ dan gayrı
he vâ dan gayrı
olmak üzere (-dan gayrı) redifli, ve bel(â) tam kafiyelidir. Tek bir sesli harften oluşan kafiye tam kafiye sayılır. Üstelik ( â) seslisi uzun seslidir. Kısa sesli ile biten mehlik( a) ve bin(a) kelimelerindeki kısa ses olan ?a sesini de vezin gereği imale yaparak uzun( â ) kabul ederek okumalıyız.
Gazelleri ilk beytine matla denir. Matla beyti mısraların birbiriyle kafiyeli olduğu ilk beyittir. Eski şiirimizde nazım biçimlerinin hiç değişmeyen konuları, kafiye şekilleri ve kendilerine has beyit sayılarıyla, bölümleri bulunurdu. Bu bakımdan gazellerin tamamında aşk, şarap ve eğlence konuları sabit ve hiç değişmeyen konular halindeydi. Bu anlayış Tanzimatçılara kadar da devam etmiş, Tanzimatçılar divan şiirine has nazım şekillerinin klişe kalıpları, konuları ile oynamaya, değiştirmeye başlamışlardı. Milli Edebiyat döneminden itibaren de bu nazım şekillerimiz artık hiç kullanılmamaya başlanmıştır.
Klasik gazellerin beyitleri arasında konu bağlantısı bulunmayabilir, her beyitte bir başka konuya temas edilebilirdi. Tüm beyitlerinin aynı konuyu işlediği gazellere yek- ahenk gazel denmiştir. Fuzuli'nin incelediğimiz bu gazeline bu yüzden yek-ahenk gazel diyebiliriz.
Her beyti aynı güzellikte olan gazellere ise yek-avaz gazel denilirdi. Bu gazelin beyitlerinin bazılarını diğerlerinden üstündür diye savunulabilinse de bu gazele yek-avaz bir gazel demek daha doğru olur kanaatindeyim. Bu şiirdeki her beytin beyt'ül gazel sayılabilecek düzeyde olduğunu iddia edebiliriz.
Başlangıçta da değinildiği gibi aşk, şarap eğlence konulu klasik gazellerdeki gibi bu gazelde de aşk konusu işlenmiştir. Fakat Fuzuli, dünyevi bir aşk konusundan söz ediyormuş gibi bu şiirde tasavvufi bir aşkı terennüm edilmektedir.
Gazellerin son beytine ise makta beyti denmektedir.
İÇERİK İNCELEMESİ
Hâsılım yok ser-i kûyunda belâdan gayrı
Garazım yok reh-i aşkında fenâdan gayrı
Matla ( doğuş yeri ) beytini oluşturan iki mısradaki her kelimenin üsten alta aynı seslerle bittiğine her kelimenin üsten alta kafiyeli olduğuna dikkat ediniz. ( hasılım/ garazım, yok/ yok, ser- i / reh-i gibi.) Beyit bu anlamda muazzam bir ses ahengi ve ritmiyle başlamaktadır. Bu melodi muntazam lığını destekleyen cüzler arasındaki ses uyumu ve ses tekrarlarının yarattığı asonans ve aliterasyonlara ilaveten, aruzun kendine has ölçü ritminin yarattığı fevkalade ritim beyitte kendisini hemen belli etmektedir. Fuzuli'nin her cüzde kafiye oluşturarak musammat bir gazel meydana getirdiği görülür. Bilinen musammatlar aslında dört bölüme ayrılan bir beytin üç bölümünde de kafiye oluşturarak yapılırdı. Fakat Fuzuli'nin bu beyitte bu özelliği her cüzde kafiye oluşturacak düzeye taşıdığı görülmektedir.
Beyit, bu muazzam ahenk özelliğine ilaveten sayfalara sığamayacak kadar geniş ölçekli ifade zenginliğine sahiptir. Sanatlı şiirlere has olan bu özelliği hemen her divan şairinde görebilecek olmamıza rağmen, bu denli anlam zenginliğini bir beyte sığdırabilecek dehalarımızın sayısı o kadar da kalabalık değildir.
Hâsıl sözcüğü, kazanç, meydana gelen, peyda olan, elde edilen, hasılat... anlamalarına gelir. Ser ? i kûyunda terkibi ( tamlamasının şairin kendisine özgü olduğunu düşünüyorum) çok değişik manalara gelir. Ser: Farsçada baş, kafa, uç anlamına gelen bir kelimedir. Kûy kelimesi ise, mahalle, semt, yol anlamalarına gelir. Böylece ilk dizeyi: Senin yolunda ? senin yoluna baş koymaktan, senin mahallende, semtinde dolaşmaktan dolayı -beladan gayrı bir kazancım yoktur.( Senin semtinde gezmekle elde ettiğim tek kazanç belalardır.) Mısrada akla ilk gelen anlam, sevgilisini görmek için sevgilisinin semtinde dolaşan aşığın başına hep bela gelmektedir ( sevgilisinin yakınları ile girdiği tartışmalar kavgalar ve belalar bir ironi ile hâsıl ( kazanç ) olarak ifade ediliyormuş gibi gelmektedir. Fakat anlatıların gerisindeki anlamı irdelediğimizde ve sözcüklerin mecazi anlamlarını düşündüğümüzde ortaya bambaşka şeyler çıkmaktadır. Sevgiliyi ilahi aşk düşündüğümüz zaman Allah'ın sevgisine mazhar olabilmek için onun yoluna baş konulunca oruç, namaz zekât gibi nefse ağır gelen ibadetler, bu yolda, dergâhta ve tasavvufta çekilen çileler öbür dünya için bir hâsılat olacaktır.
Garazım yok reh i aşkında fenadan gayrı:
Garaz: maksat, niyet, kin anlamlarına gelir. Sevgilisinin semtinde başına gelenlere kin duymayan şairin maksadı zaten bu yolda ölmektir. Dizede belâdan korkmayan gözü kara bir âşık profili çizilmiştir. Sevgilisinin semtine girmesine engel olmaya çalışan rakiplerin yaratabileceği tehlikelere karşılık zaten o bu yolda ölmeyi göze almıştır.
İlk görünen bu anlamların mecazi ve asıl kastedilen boyutu tamamıyla tasavvufidir. Reh ?i aşk ilahi aşkın yoludur. Fena sözcüğü tasavvufta en üst mertebe sayılan fena fillahı işaret eder. Allahın mutlak varlığı ile bütünleşmek, yoklukta bir olmak mertebesi olarak ifade edilebilecek bu mevkie varabilmeyi hedeflediği işaret edilmektedir.
( Değerli okurlarımızın sindirerek okuyup anlayabilmesi için yazının devamı , ikinci ve son bölümü haftaya asılacaktır.)