Gamzeli Şafak -3

On üç Aralık'ta Ankara otogarına indiğimde; yağan kardan sonra her yer buza kesmişti. Ayaz ortalıkta serbestçe dolaşarak ıslık çalıyordu. Yetmiş yıldır Ankara'dakilerin bu toprağın insanlarına çaldığı ıslık gibi... Soğu ve buz gibi... Anadolu'nun saf ve güneyinin sıcak havasıyla doğup büyüyen bir insanıydım. Yanımda Kozan'dan bir genç arkadaşım vardı. O güne kadar pardösü nedir pek bilmezdim. Bir ceket ve gömlek içinde; yüreğimiz aşk ve sevdayla yanarken, bedenlerimiz ayazdan titriyor, dişlerimiz nerdeyse trampet çalmaya başlıyordu.

İlk defa geldiğimiz bu şehirde hiçbir yeri bilmiyor, kimseyi de tanımıyorduk. Bizim bildiğimiz bu memlekette kimseyi tanımıyorduk. Hiçbir kimse de bizi tanımıyordu. Varlığımızdan, gelişimizden haberdar bile değillerdi. Her tarafın insanla kaynadığı bu yerde garip ve yalnızdık. Elimizde gideceğimiz yerin bir telefon dışında adresi de yoktu. İçimden zarfı yazana sitem ediyordum. Bari adam gibi bir de adres yazsaydı daha kolay olurdu, diye... Elimize tutuşturulan bir zarf ve zarfın üstündeki bir telefondan başka bir şey yoktu...

Ankara'da müthiş bir hava kirliliği vardı. Hayata kirli gri bir renkte başlayan bu şehir; hava kirliliği ile koyu kül rengine bürünmüştü. Gri hiç sevmediğim renkti. Ne bilinen düşmanımın rengi gibi siyahtı, ne de dostumuz gibi beyaz bir renkteydi. Öylesi bir renkte olan ne gâvura, ne de Müslüman'a yaranabilirdi. Beklemeye ve düşünmeye bile gerek görmedim.
...

Ank-310707

16 Mayıs 2009 1-2 dakika 7 denemesi var.
Yorumlar