Gece Karalaması

(10.08.2008 tarih ve gene İzmir saat 02.00)

Hatta hala İzmir derler bu Ege'nin incisi adını taktıkları şehre. Yeni güne döndü takvim.
Takvim yaprakları döndüğünde, hala gözlerim uzaklarda, körfezin bir yanında kanat çırpan bir martı gözlemekteyim. Umutsuz, aracısızım.
Bir de araçsız. Yalın halimle işte burdayım.
Yanlış anlaşılıyorum sürekli ve bu durumda belli ki suç bende.Öyle olmalı yani.Hiç bu kadar çok olmamıştı ifadede yetersizliğim. Şaşırıyorum kendime.
Özelime şaşırdığım yetmezmiş gibi, genelime daha da şaşkınım.
Binlerce yıl yaşamışım ya sanki, öylesine tutkunum hayata!!! Nesinden mutluydum ki?
Para icad edildiğinde, insanlar yok olmuştu evrenden...bunu anımsıyorum sanki hayal meyal.
Tüfek icad olduğunda, mertliğin bozulduğu ise sahiden herkesçe bilinmekte. Namlu teferruat.
Mermi ise zaten detay.
Hiç değişmeyen birşey vardı bildiğim. Adına yürek denen. Özü sözü bir insanlar bilirdik biz küçükken. Öyle adam gibi adamlar hani.
Kapalı kapılar ardına saklanmayan, hor görmeyen insanlar bilirdik biz kulları. Öyle öğrenmiş, öyle görmüştük adam gibi adamları çünkü.
Uğruna dağlar delen aşıkları dinlerdik büyüklerden, sonra okurduk masallarda Rapunzel nasıl uzatırdı saçlarını geceye?
Kırmızı Başlıklı Kız masalını okumuyor artık çocuklar da yerine 'maskeli süvari' dizisi başı çekmekte.
Belediye otobüs bilet numaralarından fal tutmuyor liseliler okula giderken. Ya da Anadol marka arabalara bakmıyorlar artık. Kara camlı jiplerde gözleri herkesin.
Mutsuzuz.
Postacıyı bekleyen hiç kimse yok. Mektup yok, sevda yok, romantizm yok, heyecan desen hiç yok.
Papatyalar toplardık biz. Rüyalarımızda taç yapardık saçlarımıza sevdiceğimizin ellerinden. Beyaz kağıtlara, bazen limon kolonyalı mektuplar yazardık, mektuplar alırdık gizliden.
Dinleyici isteklerine yer verilen yayınları dinler, istekler yazardık mektupla da ne zaman okuyacak şifreli mektubumuzu diye beklerdik günler ve gecelerce tek kanallı radyo istasyonundan.
Eski ve fedakar aşıklarla birlikte düşünürüm o naif dostlukları. Gizliden tutuşan yüreklerin ortalara saçılmaması için tutulan dilleri , dillere düşürülmeyen ama açık yürekle ifade edilen al yazma üzerindeki bir sevda motifini düşünürüm.
Yanımızda bir arkadaşımızla bakkala sakız almak için girdiğimizde, bir sakız alacak paramız vardıysa, ikiye bölerdik biz onu itinayla , hak geçirmeden. Okul kantinlerindeki naylon tabak içindeki tek aşureye üç, dört kaşık rica ederdik hep.
Alışveriş yaptığımız bakkaldan, manavdan,kasaptan 'kazık yedik!' düşüncesini hiç taşımazdık, yemezdik çünkü. Kandırmazdı manavlar bizi çürük domatesleri alta tarafa koymazlardı.
Şimdilerde olduğu gibi, meyvenin de, insan gibi çürüğü- hası aynı kasada taşınmazdı, hep ayrı dururdu onlar. Bilirdik alırken ederini. Çürüğünü ucuza alırdık , istersek.
Ne kadar asi olsa da bir genç, mahalleden bir büyükle karşılaştığında el pençe divan dururdu öğrendiği gibi. Bakamazdı en it kopuğu bile mahallenin en güzel kızına doğrudan.
O güzel kıza da sorulmazdı zaten, al yazmaya motifi kim için işlediği.

Şimdilerde aşkla ve dostluk aynı yönde ve yürekler teknolojiye yenik.

Allı pullu giysilere, cüzdanlara yenik yürekler. En tepede olmak uğruna, ihtiraslara yenik insanoğlu. Güzel sözlere, işvelere, cilvelere yenik. Karizmaya yenik insanoğlu.

Ben gibi bu dünyaya ait olmayanlar ile M.Ö 3000 lerde yaşamış olan ve hala soluk alıp veren nadir insanlar sanki beni hayata bağlayan.

Sabah gün doğumunu izliyorum sessiz alaca şafakta şimdi. Bir martı kanatlarını çırpıyor. Umudu var bir balık ya da bir parça ekmeğe. Yüreğimi çıkarıp atmak istiyorum onlara, didiklesinler istiyorum eleğe dönmüş son halini.
Bu sabaha dair, bu güne dair, yarına dair bile tek umut taşımıyorum içimde.
Dünyadaki tabiat olaylarından başlayıp da, yakın çevreme kadar olan bütün olumsuzlukların suçlusu gibi yargılıyorum kendimi.
İzmir
10.08.2008 Saat 09.30
asan ben, asılan ben.

30 Mart 2010 3-4 dakika 13 denemesi var.
Beğenenler (3)
Yorumlar