Gece Yorgunu

Geceye düşen ağrılar


Loş ışık...
Sadece harfleri görebileceğim kadar aydınlatıyor ortalığı.
Yürek aydınlık...
Tüm ağrıları görüp, hissedebilecek kadar.


Geceye düşen ağrılar hiç yaşlanmaz mı, her gece karanlık olmaktan? O siyah kıyafeti giymekten her gece usanmaz mı? Bıkmaz mı siyahın karanlığından?
Sahi gece hiç korkmaz mı karanlıktan ve yalnızlıktan?...
Yalnızlıktan korkmadığı kesin, kendisine her gece eşlik eden bir sürü yürek var, karanlığı kendisi seçti belki de.

Geceye düşen ağrılar; karanlıkta daha çok hissedilir, görme duyusu azalırken, hissetme duyusu çoğalır. Gözün görevini hisler yüklenir.


Yıllardır gövdemi taşıyan belim ağrıyor. Artık kaldıramıyor bu yükü bazen, gözkapaklarım ağrıyor, ağırlık yapıyor her gece. Hatta gece olmadan kapanmak istiyorlar kendi iç dünyalarına. Bazen gözlerin gördükleri katlanılacak gibi değil, ilk korku boşluğundan sonra hemen kapanmaları bu yüzden, çığlıkla birlikte.

Gözkapaklarım ağır ve büyük, ağlamaktan şiş değil onlar, örtebilmek için gördüklerini ve gözlerde gizlenen her şeyi. Örtmek onların görevi gözleri, göğüs gibi, içimizde saklanan kalbi saklamak da onun görevi.

Kollarımı taşıyan ellerim yorgun uzun zamandır, tüm yük ince parmaklarıma yüklenmiş gibi. Son birkaç yılda daha fazla şiştiğini hissediyorum parmaklarımın, önceleri tüm parmaklarıma taktığım yüzüklerin bir tanesini bile şimdi takamıyorum, kabul etmiyor parmaklarım fazlalığı. Ellerim yorgun, ölü gibi bazen. Hasta gibi, mor bazen. Ellerimdeki tek canlılık belirtisi kedi tırmıkları belki de, her yerindeki çizikler ile yaşama alameti. Kan; can, can olmasa, kan olmaz.

Ellerim yorgun, uyumaya dün geceden razı gibi. Durup bekliyor, toprak altına yatacağı günleri. Kalem de olmayacak o zaman, bilekler ağrımayacak, herhalde en çok bilekler sevinecek bu işe. Bazen çok eziyet çektiriyorum, kalemi atlı gibi koşturuyorum defterin üzerinde, parmakların arasında, sesi çıkmıyor ellerimin. Tek ses defterin üzerindeki gölgesiyle her yeri kaplayan kalemin cızırtılı sesi, parazitli... Ellerin varabileceği tek yer kalemin defterin üzerindeki yeri.

Dudaklarım söylediklerinden değil, söyleyemediklerinden yorgun. Vücudumun her azası dile gelse, hangisi daha çok ağrıyor hesaplayamam. Hesaplamak onlara bir kat daha acı verir zaten. Geriye dönük bir şeyleri hatırlamak ve hatırlatmak her zaman acı verir.

Gece düşüyor,
Ağrılar dökülüyor

Huzur vermek isterdim tüm acılara ve ağrılara. Hangisinin canının daha çok yandığını bilmeden, dindirmek isterdim tüm ağrıyan geceleri. Ama bu huzur ne bir yoğun bakım hastane odası olmalı, ne de ilaçlar.

Susunca daha mı az acır yaralar? Yorgunluk ne kadar süre dinlensek geçer? Biraz daha yorulsak ne olur, dile gelir mi gerçekten azalar? Beni şikayet ederler mi canlarını yaktığım için? Ya da doktorları?
Daha ne kadar yorulacağımızı bilemiyoruz azalarım ve ben, yaşadığımız sürece yorulacağımız kesin. Yaşamak biraz da yorulmak gibi bir şey, yaşarken yoruluyor insan, nefes alırken bile. Yorulmadan yaşanmıyor.

Gözlerin gördüğüne ya da göremediğine nasıl tepki göstermez içindeki yaşlar? Ağlıyorlar işte, düşüyorlar birbirlerinin peşi sıra yorgun yanağın üzerine, dinlenmek için.

***

Geceye düşenler aklıma düşüyor sabaha karşı. Mürekkebi bitmeye az kalmış bir kalemi zorluyorum bu karanlıkta, kalem de yorulmuş yazmaktan. Yağmur sesi düşüyor kulaklarıma, duydukları karşısında nasıl üşümez insan? Her yağmur yağdığında kaplumbağa gibi nasıl çekilmez kabuğuna? Düşünmez mi insan büzülüp, neden üşüdüğünü?!...

Her yağmurda üşürüz, yağmur üşümek için bir neden
Gece yazmak için başlı başına en büyük neden.

İç sesim yorgun, sesi çıkmıyor artık, kısılmış, kapı aralığında dağıldıktan sonra. İç sesimin sesi kesik, birisi kesip atmış olmalı. Kulaklarım duymuyor ve duymadıkları karşısında şaşkın. Yüreğe değiyor sadece bir ses, yağmur sesiyle birlikte. Yürek sesi kesilmiyor. Üşüyoruz tüm azalarımızla birlikte, yorgunuz da üstelik.

Yorulmak için geceleri bekledik saatlerce, gece düşünceler düşüyor akıla, gece her şey düşüyor, yorgunluktan. Akıla izin vermiyor düşünmek için, gözkapakları. Beynim ses çıkarıyor, duyuyorum, ince, uzaklardan gelen bir sızı, baş ağrısı, yine ilaç mı içmeli?

Yok, içmeyeceğim bu gece. Bütün azalarım isyanda, bedenimin diliyle. Sabah olmak üzere, az sonra güneş doğacak, güneş iyileştirir mi yaraları ve ağrılara ilaç olur mu?

Söz veriyorum, ilaç içmeyeceğim.

Ruhumun yorgun sesini dinleyeceğim artık. Güneş sarsın yaraları ama yağmur da gitmesin, sesi ilaç olsun duyduklarıma.




Yirmi Yedi Mart İki Bin On Üç 00 40

27 Mart 2013 4-5 dakika 94 denemesi var.
Beğenenler (1)
Yorumlar