Geçmiş

Geçenlerde eski bir dosta rastladım. Klasik, havadan sudan olmasa da işten güçten konuşuyorduk. Birbirimize sorduğumuz aslında cevabının önemli olmadığı sorularımızın hava da uçuştuğu bir konuşma, bittiğinde derin sessizliğin ardında boğulan asıl soruların, ben eski ben değilimlerin sessiz çığlığı kapatıyordu aradaki boşluğu. Gözlerimiz karşı karşıya gelirde ele verir içimizdeki acizliği diye kaçırıyorduk gözlerimizi, bakacak yer kalmayınca aslında başından beri merak ettiğin gözlerle karşı karşıya gelirsin. 'Eeee daha daha nasılsın?' Sorusu bozar gizemi, bunu birinin yapması gerekir diye düşündüğün sırada. Bunun ne önemi var ki diye haykırmak istersin ama geçmişin büyüklüğü bağlar ellerini önünde. 'Birde kitap yazıyorum' dedim şaşıracağını düşünerek. 'sen hep yazdın zaten' cevabıyla ve gözlerindeki nefretimsi bakışıyla beni şaşırtacağı hiç aklıma gelmemişti. Ne demekti bu ben ne yazmıştım? Sormak istedim, cevabından korktum. Düşündüm, günlerce düşündüm. Başka bir dostum geçmişimle ilgili konuşana kadar bulamamıştım cevabını;
Geçmiş saatte yüzseksen kilometre hızla esen bir kasırganın tahrip edici gücüyle geçti beynimin sığ sularından. Evet, ben hep yazdım. Geçmişimdeki her kişinin hayatını oluşturan günlük sayfalarına yazdım. Kiminin günlüğünde en iyi arkadaş kiminin saygılı, zeki çocuk, bazen vakit geçirilen gönül eğlendirilen bazen de düşman olarak yazdım insanların günlük sayfalarına. Tanıdığım herkesin anlatacağı bir hikaye oldum beklide? Ama anladım ki geriye dönüp baktığımda ben kendi hikayemi yazmayı unutmuşum. Kendi günlüğümü yazamamışım. Başka günlüklerden topladım geçmişimi oluşturan hayal kırıntılarını. Bir puzzle gibi tek tek ve itina ile her paçayı olması gereken yere büyük bir özenle yerleştirdim. Doktor Frenkeştayn'nın canavarını yaratması gibi yarattım geçmişimi. Bütün parçalar tamamdı da, ruh yoktu sanki, anlayamadığım bir eksiklik, bunun için yıldırım çarpmasını beklemek mi gerekiyordu, evet sanırım öyleydi. Gün gelip de o yıldırımı arkadaşım çarptırdığında, Canavar Frenkeştayn cana gelmişti. Oturttum onu odanın baş köşesine Anlat, dedim her şeyi anlat! Anlatmaya başladı canavar acı kahve eşliğinde. İlk kelimesinde soktum kalemi gözüne ve sonra ki kelime sonraki göz el, kol, bacak saplıyordum kalemi tüm uzuvlarına, ağır konuşuyordu. Delik deşik etmiştim. Ve iki gün önce duyduğum, arkadaşımın anlattığı o son sözler çıktığında ağzından önce bir daha konuşmasın diye dilene ve bir daha karşılaşmamak için kalbine sapladım artık kırmızı yazan kalemimi. Annesi anlatmış ona da Süleyman'dan uzak dur diye. Söylemeliydim ona bazen anne sözü dinlemek gerekir diye. İnansa da inanmasa da söylenenlere, ben yediremedim kendime...
Kolay olmadı ölümü, içinde barındırdığı her insanın ruhu uçup giderken bir parçasını da yanında götürdü. Parça parça oldu o dev canavar. Bir sigara yaktım cesedinin karşısında. Katil mi? oldum, İntihar mı ettim? Karar veremedim. Artık ne önemi vardı ki bunun sonuçta ölmüştü. Kendi ellerimle yıkadım cesedi tek tek hiçbir iz kalmasın diye çamaşır suyuna bastım yirmi sekiz yaşında ki dev cüssesini. Para verdim caminin imamına sabah namazında versin selasını diye. Selanın sonunda söylediği Süleyman Arslanboğa'nın geçmişi vefat etmiştir eş, dost ve akrabalarına duyurulur dediğinde güldüm kendimce, insan hiç kendi cenazesine gelir mi hocam. Orada yatan onlar zaten nasıl gelsinler. Bekliyordum başucunda etrafta cenazeyi kaldıracak belediye görevlileriyle birlikte, ezan okundu daha öncekilerden yanık. Kafamı kaldırıp baktım caminin demir kapısına ilk gelen kim olur diye. Sedat, Murat, Nurullah, Mustafa, Kenan ve diğerleri hepsi buradaydı. Neden gelmişlerdi. Büyük bir yok oluşu tastiklemek için mi? Yoksa bugün Cumada namaza geldiler de benimle alakaları yok mu? Hepsi saf durdu cenazenin önünde. Kıldılar kendi namazlarını ve hocanın o son sorusu merhumu nasıl bilirdiniz. Kimin için cevap vereceklerdi. Orda yatan kendileri için mi yoksa onu yaratan benim için mi? Artık o kadar da önemi yoktu zaten, bakındım etrafıma Ali takıldı gözüme. Uzun zamandır dinlediğim ama kim için dinlediğimi bilmediğim bir şarkıyı ona armağan etmiştim. 'sen benim çocukluktan arkadaşımsın ulan sen kardeşimsim ulan seni bırakamam tek başına BİRADER gel ölelim beraber'
Barış Manço'nun şarkısında olduğu gibi. Bir ben varmışım benden öte benden ziyade. Beni ben yapan geçmişim öldü BİRADER sen benimle ölme....

01 Haziran 2010 4-5 dakika 4 denemesi var.
Yorumlar (1)
  • 15 yıl önce

    geçmiş yaşandı ,gelecek muamma ..yazılarınızın takipcisiyim