Geçmiş Anlamaksa Gelecek Yaşamaktır 3
Biraz daha açık söyleyelim. Acı ama gerçek. Dini anlatımlar içinde de nafakası, nasibi, rızkı verilenler; acizler, kölelerdi, yoksullardı. Yani biraz daha ayrıntılarsak rızk acizleri "Yeryüzüne dağılıp rızkını aramakla" çalışanlardı. Lütfeden; nafakayı, rızkı veren de mal mülk sahibi efendiler olmasıyla siz de, sizin nafakanızı veren efendilere boyun eğecektiniz.
Karşınızdaki insansa ve bu insan eğri bir kişiyse “eğriye eğri” demek için on düşünüp bir konuşmak gerekir. İnsana bir kez kul demişseniz yetmiş kez insan deseniz de o kişiyi kul anlamı almaktan kurtaramazsınız. Artık o kişiye yaklaşımınızdaki bütün yüklenmeniz kulluk üzerine olacaktır.
Dinsel çıkarımla nafakası verilen kadın cariye hükmündeydi. Dinler kul olmanız dışındaki özelliklerinizden bahsetseler dahi sizin insan hakkınızı, özgürlüğünüzü, sorgulama yapmanızı, karşılıklı irade koymanızı şeklen söylemeleri dışında, tanımazlar. Böyle olunca özellikle de kadınsanız nafakanızı sağlayan fanatik bir dinci işveren karşısında yine bir dram söylem ama cariye hükmündeydiniz(!)
Dışınızda kişi sahipli sosyo toplumlarla düzenlenmiş olan bir kurallar içinde yaşıyordunuz. Böylesine özelleştirilmiş, özel kişilere göre olan sistem içinde size göre engellenmiş olmakla sizin de korunan bencil yasalarınız vardı.
Engelsiz sistem olmaz. Kolektif sistemde engel sürecin kolektif üzerinde çevrimi nedenle biraz gecikmesi engelidir. Değilse bu engel sonrasında karşılanmayan hiçbir ihtiyacınız kalmaz. Yani kolektif sistemdeki engel yine tüm ihtiyaçların sağlanmasına yönelik bir engel olacaktır.
Oysa köleci sistemdeki engel eninde sonunda fakirin fakir, zenginin zengin tutulmasına ayarlı hukuk, adalet ve irade meşruiyetlerini içerir. Hatırlayın daha dün yapılan özelleştirmeleri savunurlarken “babalar gibi satarız” diyorlardı.
Babalar gibi satmakta sizin ya da kolektifin ne yararı vardı? Oysa satılanlar kolektifin malıydı. Kolektif emek gücü ile vergilerle kurulmuştu. Vergiler olan kolektif emek gücü ile idame oluyordu. Kolektif sürecin kar zarar mantığı olmaz.
Kapitalist tamahın ve kapitalist sömürünün dışında sadece bir kişiye olacak bir kolektif yarar; yüz kişinin emek gücü de olsa; toplumsal fayda olan özgecilik bundan vaz geçmeyi aklının ucunda bile geçirmez
İşte bu kalitesizliktendi ki bir işveren yüz kişinin kalp hastası olduğu yerde “rantabl değil” diye kalp ilacı üretmeyip daha çok satan tırnak cilası üretiyordu. Kapitalistin sömürücünün haramzadenin kolektif yarar düşüncesi olmaz.
Bu nedenle devlete yük getiriyor bahanesiyle kârlı alanları kişilere peşkeş çekerler. Kolektif süreç yük olup olmama rantabl olup olmama üzerine bina ve inşa olmamıştı. Böyle bir kurucu ve süreç başlatıcı sistem de yoktu.
Karnı acıkan atalarımız meyve ağacına tırmanırken; “benim yiyeceğim üç elma. Otuz elma toplamak çok yorucu ve enerji harcatıcı olmakla sineye yüktür” demiyordu. Ağca tırmanıp 30 elmayı toplayıp, gruba götürüyordu.
Atamızı bu tür kolektif süreçlere götüren imge düşünce kolektif faydaydı. Genel yarardı. Değilse bu fabrikada 100 kişi çalışıyor fabrika 1000 liralık iş üretiyor. Fabrikanın ayakta durması için de 1500 lira harcanıyor diye çok az satılan EMS hastalarının ilacını üretme ortadan kaldırılmıyordu.
üstelik kapanan yerle o yüz kişi yine kolektifin yükümünde olmayacak mıydı? Dahası o EMS hastaları kolektif gücün garantisinde değil miydi? Kaldı ki 1000 lira üretip 1500 lirayla ayakta kalma işi de olmazdı. Zam yapmak, maliyeti satışa eklemek, kapitalizmin bir hüneri değil miydi? Nedense özelleştirilecek yerlerde hiçbir kapitalist cingözlükler akla gelmiyordu!
Kolektivizmin iç işleyişinde müşterileri yoktu. Mütekabiliyeti yükümlü oluşu vardı. Yüz kişi ile bir kişiye, engelli bisikleti üretmek bu karşılıklı yükümlülüğün içinde olan mütekabiliyeti ilikti. Müşteri sömüren kâr yapan emek düşmanı tüccar sınıflı kapitalist egemenliğin işidir.
Kolektif süreçler bir araya gelirken kimse finanse edip para vermiyordu. Ya da kolektif süreçlerin başlatılamadığı zamanlar içinde kolektif süreçler finansmancılık, kredisizlik, avans alamamak yüzünden oluşamıyor değildi. Bunlar hep sömüren sistemin tuzağı, oyunu, hukuku, adaleti ve olmasa da olur meşruiyetleridirler! üçkâğıda bağlanmış ekonomidirler.
Kolektif yapının inşacısı da finansmanı da yararlanması da depo enerji sağlamalı amortismanı da kolektif gücün kendisiydi. Bankayı tarlanın üzerine de kursanız tarla üretmek, ekilip dikilmek, hasat edilmek için para istemiyordu. Emek, üzerinde çalışacak “kolektif emek gücü” istiyordu.
Hem de siz tarlada çalışırken konaklama veya yerleşke alanında yerleşkeyi kullanıma hazır tutan, geride kalan yaşlılara, çocuklara, hasta ve sakatlara bakan, gözcülük yapıp bir saldırıya karşı duracak olanlar da diğer bir kolektif alanda tüketilen yine bir kolektif emek gücü olmanın emekler sarfı bağıntıyla tarlada çalışabiliyordunuz.
üstelik yüz gün gözcülük ve korumacılık yapan emek sarfları yüz birinci gün sonrasında koruyucular kolektife yük oluyor diye dağıtılmıyordu. Nasıl siz hasta olmuyorsunuz diye vücudunuz bağışıklık sisteminden vaz geçmiyorsa kolektif te kendi yüküm bağıntısı olan savunmasında vaz geçemez.
Gerekiyorsa bir kısım koruyucuları tarıma, çobanlığa, maden ocağına vs. tahsis edebilir. Ama düşman saldırmıyor savunma kolektife yük diye de güvenlikten vaz geçemez. İşte o fabrika bu müşterisi az olmakla rantabl değil diye bir nedenle işletmeden kaldırılmaz.
Sömüren sistem kapitalizm içinde size göre olmayan böylesine engelci kurallarıyla düzenlenmiş bir sistem içindesiniz. Bu sistem içinde sağlatıcı olmakla zorunlu ihtiyaç giderenlere ulaşıp ulaşmayacağınıza engel koyan bariyerin şiddeti nedenle siz ahlaklı ya da ahlaksız oluyordunuz.