Geçmişten Geleceğe Kozayağı Köyü Bölüm - 5

5. BÖLÜM


KOZAYAĞI KÖYÜNDE GEÇMİŞTE YAŞATILAN, ŞİMDİ İSE BİR ÇOĞUNUN KAYBOLAN DEĞERLER ARASINA GİRDİĞİ BAZI ÖRF, ADET, GELENEK , GÖRENEK VE YAŞAM ŞEKLİ


1-ASKER UĞURLAMA: Eskiden askere gidecek gençlerin bir ay önceden jandarma köye pusulasını getirirdi. O yıl askere gidecekler genel olarak on veya onbeş gün önceden elini ayağını işten güçten çekerdi. Topluca bir araya gelir gezmeye başlarlardı. Köyde asker davetleri başlar, köyün tamamına yakını askerleri davet eder, kimi gözleme, kimi cızlama, kimi çörek yapar, kimi de imkanlarına göre koyun, keçi veya horoz keserdi. Davetlerden fırsat bulundukça da askerler aralarında gezerek eğlence muhabbet yaparlar, davet edilen yerlerin davet saatine göre de davet edildikleri evlere giderlerdi. Ara sırada köyden dışarı çıkarak kendi aralarında birşeyler hazırlayıp yerlerdi. Bazen de akşamları köy odasın da veya bir evde toplanarak eğlenirlerdi. Köylü de, oğlu askere gidecek evlere ziyaretlerde bulunurdu.

Sülüs'ler alınıp askerlerin gideceği günler belli olduktan sonra, iki, üç gün boyunca aynı gün gidecekler için köyün eski yerleşim yerinin çıkış noktaların da bulunan dam ardı veya köy ilk okulunun orda, köylü sabahtan toplanır, erkekler bir sıra, kadın ve kızlar bir sıra olur, askerler bütün köy halkıyla vedalaşır, helâllikler alınır, askerlerin ceplerine harçlıklar (para) konurdu. Vedalaşma işlemi bittikten sonra, köy hocası askerlerin sağ salim gidip gelmeleri için dua yapar, köylü de topluca amin derdi. Dua bittikten sonra askerler o gün kaç kişi gidecekse beraberce yola düşer otobüse binmek için yürüyerek susaya (asfalta,yola) çıkarlardı. Zamanla köyde motor (traktör) çoğaldıkça traktörler ile yola kadar çıkarmaya başlandı.
Askerler gittikten sonra köylüler, oğlu asker olan evlere Allah kavuştursun demek için ziyaretlere başlanırdı. Askerlerin ilk mektubun da veya dağıtım ve normal izine gelişlerinde ilk görenler, asker'in ana, baba, bacı, gardaş ve en yakınlarına müzdeleme (müjdeleme) yapılır, karşılığında müzdeleyen kişiye hediye verilirdi. Askerler izine geldiklerinde yine hoş geldin demeye gidilir, teskereye geldikten sonra da hoş geldin ve geçmiş olsun ziyaretlerinde bulunulurdu.

Günümüzde ise eski asker uğurlama geleneğinin çok az bir kısmı yapılmaktadır. Asker kına gecesi şekline dönüşmüştür. En azından toplu olarak yapılacak dua ile, uğurlanmasının yaşatılması gerekir diye düşünüyorum.


2-HACI UĞURLAMA: Hacca gidecek hacı adayları, hacca gitmeleri kesinleşince, gitmelerine on beş gün bir ay kala geçmiş zamanlarda evlerde, sonraları camide mevlüt okuturlar, hacı pilavı verirlerdi. Hacı pilavı için belirli bir gün belirlenir, belirlenen gün için bütün köylü ve civar köyler pilava davet edilirdi. Pilav günü için, bir iki gün önceden hazırlıklar başlar, pilavın üstüne bir tane tosun, inek gibi büyük baş hayvan veya davarlar kesilirdi. Köy içinden pilav salmakta (pişirmekte) ustalar, bir yanda kazanlarda etler pişerken bir yanda da büyük bakır leğenlerle pilav salarlardı. Pilav yenilir, Kur'an-ı Kerim okunur dua yapılır, uzaktan gelenler hacı adayı ile vedalaşır, helâlleşir.

Hacı pilavı verildiği gün ile gidilecek gün arasında hacı adayına ziyarette bulunulur, hacı adayına durumu iyi olanlar gelenek gereği harçlık verir, hacı adayı da geçmiş günlerinde kırgınlığı dargınlığı olan kişiler varsa barışmaya gider, helâlliklerini alır ve böylece hacı adayının yolcu edileceği güne gelinir. Hacı adayının gideceği gün yine asker uğurlamada olduğu gibi, köyün çıkış noktaları olan dam ardı veya ilk okulun orda köylü toplanır sıraya girilir ve son vedalaşma ve helâllikler alındıktan sonra topluca dua yapılır. Susaya (yola) yani Bozyere veya Karakola (Yeni hana) otobüse bindirilmek üzere yola düşülür. Gidemeyecek yaşlılar ve işi olan kadınlar köyde kalır. Yolda giderken yine tekbirler getirilir. Hacı adayı her yüz veya iki yüz metre aralıklarla çocukları sevindirmek için sağ eliyle başının üzerinden arkaya avucuyla önceden hazırladığı bozuk paralardan atar. Yolda otobüse hayır dualarla bindirilir ve yolcu edilir.

Köylü yine hacca giden ailenin evine, Allah kabul etsin, Allah kavuştursun ziyeretlerinde bulunur. Hacca giden kişi hac vazifesini tamamlayıp sağ salim döndüğünde, bu kez de hoş geldin ziyaretleri başlar. Hacı misafirlerini karşılar, gelen misafirlere hac döneminde yaşanan anılarından anlatır. Misafirlerine hacdan getirdiği, zem zem suyu, hurma ikram eder. Tesbih, yüsük, seccade gibi hediyeler verir. Sağ salim gidip geldiği için isteyen geçmişleri için mevlütte okutur.
Günümüzde yardımlaşmanın azaldığı, zahmetlerinin çok olduğu için, hacı pilavı yerini zamanla yemek ve hazır pide şekline bırakmıştır. Eskisi gibi toplu uğurlama da yavaş yavaş, gün gün, sadece yakın akraba uğurlamalarına dönüşür olmuştur. Öyle veya böyle ameller niyetlere göredir. Bunlar sadece örf, adet, gelenektir. Allah hac vazifesini yapan bütün hacılarımızın yaptıkları görevlerini kabul eylesin.


3-KÖY OKUMA MÜBAREK GÜNLERDE: Kandil ve bayram arefeleri gibi mübarek günlerde, köy hocası o gün için müsaitse okutmuş olduğu, yetiştirdiği, Kur'an-ı Kerim okumayı bilen bir gençle yoksa başka bir yardımcı alarak köy okumaya çıkar. Köyün ya alt başından yada üst başından başlanarak, uğramadıkları ev kalmadan bütün evler tek tek gezilir, Kur'an-ı Kerim okunur, başta Peygamber Efendimiz olmak üzere gezilen bütün evlerin geçmişlerinin ruhlarına bağışlanır, hayatta olanlarının sağlıklı sıhhatli hayırlı bir ömür geçirmesi için dua edilir. Hane sahipleri de hocaya ve yanında ki yardımcı gence evde ikramlarda bulunur, gidecekleri zamanda heybe ve torbalarına yumurta, tereyağ, un, bulgur, mercimek, nohut gibi hediyeler verir.


4-KÖY OKUMA DÜĞÜNLERDE: Köyde düğün olacağı zaman, düğün'den bir hafta yada birkaç gün önceden hali vakti iyi olmayan ihtiyacı olan bir evin kadınına köyü okuması (düğüne davet etmesi) için ricada bulunur. Okuyacak kadına şeker verilir. Okuyucu bütün evleri tek tek dolaşarak, her eve şeker vererek, düğün günü'nü bildirerek haber verir. Ev sahipleri de okuyucu kadına, yanında taşıdığı heybesine yine yumurta, tereyağ, un, bulgur, mercimek, nohut gibi hediyeler verir. Para vermek isteyen para da verir. Böylece hem köy düğüne okunmuş davet edilmiş olur, hem de bir fakir aile sebeplenmiş olur.


5-MEZARLIK VE MEZARLIK ZİYARETİ. AREFE GÜNLERİNDE MEZAR OKUMA: Köy mezarlığı bin dokuz yüz yetmişli yılların başında, Yaşar Yurdakul'un muhtarlık yaptığı dönemde döküm dökülerek köyden toplanan para ve köy insanlarının çalışarak, yardımlaşarak verdiği destek sayesinde tel ile çevrilmiştir. Tel ile çevrilen köy mezarlığına orman bakanlığından alınan çam fidanları köyümüz insanlarının ortak çalışması ile dikilip, sonraki yıllarda bakımı yapılarak, köy mezarlığı çam ağaçları ile ağaçlandırılmıştır. İki bin on iki yılında köy muhtarı Satılmış Karakoç'un girişimleri ile, il özel idaresi tarafından mezarlık etrafındaki yıpranan teller yenisi çekilerek yenilenmiştir. Ramazan ve kurban bayramın da hemen hemen her yörede mezarlığa gidilerek, Kur'an- Kerim, Ayet-i Kerime, Süre-i Şerife, dualar okunarak geçmişlerin ruhuna bağışlanır. Mezarlığa gitme zamanları yöre yöre, köy köy değişebiliyor. Kimi yörelerde Arefe günü sabah namazı çıkışı, kimi yörelerde arefe günü ikindi namazı çıkışı, kimi yörelerde arefe günü sabahtan akşama kadar, kimi yörelerde de Bayram Namazı çıkışı mezarlıklara gidilmektedir.
Kozayağı köyünde de geçmişte, arefe günü camide sabah namazı çıkışında topluca mezarlığa gidilir, Mezarlığın ya en üst başından veya dibekbaşının oradan topluca mezarlığa girilir. Köy hocası Ku'ran-ı Kerim okuyarak Allah rızasını kazanmak ve başta Peygamber Efendimizin ruhuna bağışlanmak üzere, topluca dua edildikten sonra herkes okumak istediği mezarları ziyaret ederek evlerine dönerdi. Günümüzde ise Kozayağı köyünde arefe günü sabahtan akşama kadar isteyen istediği saatte mezarlığı ziyaret etmektedir.


6-ESBAB YUMA (ÇAMAŞIR YIKAMA) : Çamaşır yıkama köy çeşmelerin de ve köye yakın olan çay veya çeşmelerde yıkanır. Büyük temizlikler de bayram temizliği veya arada yapılan çamaşır'ın çok olduğu zamanlarda çamaşır yıkama, cevizla, garadaş, harman çayı, çayırlar, söğütlü bunar gibi yerlerde yıkanması tercih edilirdi. Kışın karda dahi garadaşa, harman çayına, cevizlâ'ya, çayırlar'a, söğütlü bunara çamaşır yıkamaya gidilirdi. Ocaklıklar kurulur, odun toplanır, çamaşır taşları düzeltilir. Köy dışında ve köy çeşmesin de çamaşır yıkama da izlenen yol aynıdır.

Çamaşır köy çeşmesinde yıkanacağı zaman, yorgan çarşafları yıkanacaksa minder yüzleri sökülür ve diğer yıkanacak çamaşırlar hazırlanır bohçalanır. Çeşme önünde kurulu ocaklık temizlenir, taşları düzeltilir, ateş yakılır, çamaşır kazanı yanmasın diye kül, suyla karıştırılarak kazan küllenir. Kazana su doldurulur, su ısınırken diğer hazırlıklar tamamlanmaya çalışılır. Evden yakacak, çamaşır, çamaşır leğenleri, su tasları, sabun, kil, tokaç çeşme önüne getirilir. Çamaşır önce ısınan suyla ıccaklanır, sabunlanır ön kiri aldırılır. Leğenler de çamaşır killenir, kazana kaynaması için atılır. Çamaşır kazanda kaynamaya başladıktan sonra, birer, ikişer alınarak, çamaşır taşı üstünde tokaçla tokaçlanır. Tekrar sabunlanır sıcak suyla yıkanır, durulanır, çamaşır karşılıklı iki kişi ile yoksa, tek kişi ile sıkılır. Yıkanan çamaşır kuruması için evin ve bahçe kenarlarındaki temiz çalı, çırpı, soyma, duvar gibi yerlere asılarak kurutulur.


7-DENE YUMA (EKİN YIKAMA) : Un, yarma, bulgur olacak buğday (ekin) yıkandıktan sonra, una, bulgura, yarmaya dönüşürdü. Genellikle harmandan kalkınca yıkanacak dene ihtiyaca göre ölçülür torbalanır. Tek tük çaylarda yıkayan olsa da, Büngüldeyin bunar dene yumak için ilk tercih edilen yerdir. Oluğun aldığı kadar dene oluğa boşaltılır. Elle ve kürekle karıştırılarak ekinin içindeki çör, çöp, bıtırak (Gavız) su üstüne çıkar. Gavız oluğun boşaltma deliğinden süzülerek kalburla alınır. Dene içinde gavız kalmayınca üstünden dene kalburlarla alınıp torbalara doldurulur. Denenin içindeki taşlarda oluğun dibine çöker. Dene tamamen alındıktan sonra dibinde kalan taşlar oluktan temizlenir, tekrar yıkamak için oluğa dene doldurulur.

Dene yuma işi bitince kurutulması için kaşlara serilen sergilere (don çulu, bez, çarşaf vb.) yayılarak (serilerek) kurutulmaya başlanır. Kaşa bir gölgelik yapılır. Sergilerin başında, kuşlar karıştırmasın diye bir bekçi bırakılır. Arada bir, sergide kuruyan ekin karıştırılır. Kurutulduktan sonra ihtiyaç kadar un öğütülmesi için ayrılır. Kalanı da yarma veya un bittiğinde un olması için, unluk olarak ambar evi yada tandır evi gibi yerlerde muhafaza edilir.


8-DİBEK DÖVME: Yarma ve bulgur dövmek için gerekli olan tokmaklar hazırlanır. Az gelirse tokmağı olan komşulardan tokmaklar bulunur. Dibek dövüleceği gün erkenden nöbet (sıra) almak için bir bez içerisinde bir avuç ekin dibek içerisine bırakılır. Daha önce nöbet bırakan varsa, onlardan sonraya sıra alınmış olur. Dibek içerisine dövülecek dene dibeğin aldığı kadar doldurulur. Dibek etrafına ellerinde tokmaklarla dizilen, dibek dövecek kişiler, sırayla tokmakları dibeğin içine indirip kaldırırlar. Çok dikkat isteyen bir iştir. Herkes tokmağını dibeğe indireceği zamanı iyi takip eder ve zamanında tokmağını dibekten kaldırırsa, tokmaklar tokuşmadan çalışırlar. Arada birde, dibeğin içinde ki dene karıştırılır. Dibek döverken ne kadar kalabalık olursa, dibek dövenler için o kadar kolaylık olur. Çünki o tokmaklar bilek gücü ile çalışır. Dibek dövüleceği zaman komşular arasında yardımlaşma yapılır. Gubaşılarak (birleşip yardımlaşarak) aynı gün birden fazla dibekte dövülebilir.

Dövülen bulgur ise, dövüldükten sonra kurutulur, savrulur el değirmeninde çekilecek hale getirilir.
Dövülen yarma ise, dövüldükten sonra yıkamaya götürülür. Oluk'ta iyice ağarsın diye ovulur. Sergilerde kurutulduktan sonra el değirmeninde çekilmeye hazır hale getirilir. Bulgur gibi çok yapılmadığı için ihtiyaç duyuldukça azar azar el değirmeninde çekilir.


9-BULGUR (HEDİK) KAYNATMA: Dene yıkandıktan sonra akşamdan sabaha kadar ıslak şekilde bırakılır. Kaynatmak için bulgur leğeni olmayanlar olanlardan ister. Bulgur leğeni olanlar da olmayana isteyerek, severek leğenlerini verir. Çünki bu yardımlaşma bir hayır işi olarak görülür. Alınan bir dua bulgur leğenini veren kişi için en büyük kazançtır. Sabah erkenden ocaklıklar kurulur. Bulgur ilânleri (leğenleri) ateşte yanmasın diye altları suyla karıştırılmış külle küllenir. Eskiden tamamına yakını bakırdan olan bulgur leğenleri ocaklığa yerleştirilir. İçlerine sular doldurularak, leğenlerin alacağı kadar dene konulur. Ocaklıklara ateş yakılarak kaynaması beklenir. Kaynaması için kalın dayanıklı odunlar ateşe atılır. Ekin kaynayıp pişene kadar, serilmesi için kaşa sergiler serilir hazırlanır. Kaynayan ekin (buğday) pişme kıvamına yaklaşınca sürekli erimemesi için kontrol edilir. Diri olarak pişmesi sağlanır. Pişen buğdaya hedik denir. Hedik olunca kovalarla, helkelerle sergiler üzerine dökülürek sergilere serilerek, kurutulmaya bırakılır. Bulgur leğenleri külle ovularak temizlenir yıkanır. Emanet alınan sahiplerine teslim edilir. Kurutulan bulgurluk, içinde kalabilecek küçük taş, çör, çöp ayıklanarak torbalara doldurulur. Bulgur değirmeninde çekilmesi için ambar evi veya evin bir köşesinde istif edilir.


10-UN ÖĞÜTME: Un öğütmeye hazır hale getirilmiş yıkanmış kurutulmuş buğday değirmende öğütülmek için torbalanıp çuvallanır. Torbalar semerli eşeklere, çuvallar yayma olarak semersiz eşeklere, duruma göre kağnıya yükletilir. Gidilecek olan değirmene doğru yola çıkılır. Bu arada köyümüz değirmen yönünden zengin bir köydü. Yedi tane su değirmeni vardı. Değirmene gitme güz mevsimi ise, değirmenlerde civar köylerden de gelenler olduğu için kalabalık ise nöbet alınır (sıraya girilir). Değirmenci arada bir değirmen taşını murçla, çekiçle dişer. Su az gelirse değirmen dönmez. Suyun azlığında değirmenci, değirmen argında ki su kaçaklarını kontrol eder, kaçaklar varsa su kaçaklarının önlerini gererek suyu toplar. Sıra gelince buğdaylar öğütülür, un olunca yine torbalara ve çuvallara doldurularak eşeklere, kağnıya yüklenir eve getirilirdi. Değirmenciye de sekizde bir veya onda bir öğütülecek buğdaydan hak verilirdi. Elektirikle çalışan değirmenler çıkınca, su değirmenleri çalışmaz oldu. Bu kezde traktörler ile (motorlar) eski ilçemiz Kaleciğe veya yakın köylerde ki değirmenlere un öğütmeye gidilmeye başlandı. Günümüzde ise Fabrikasyon un üretimi çıkınca değirmene de gidilmez oldu.


11-KIRMA ÇEKTİRME(ÖĞÜTME): Arpa, burçak, fiğ gibi tahıllar hayvanlara verilen samanın üzerine yem olarak değirmende çektirilir. Kışın hayvanların beslenmesi evde ahırda olduğu için, çektirilen kırma saman üzerine yem olarak dökülür.


12-BULGUR ÇEKME: Genelde son güz döneminde çekilir ama ihtiyaca göre diğer zamanlarda da çekilir. Çekilmeye hazır hale getirilen bulgur el değirmenlerinde çekilir. Yine olan olmayana vererek el değirmenleri toplanır, gubaşarak (yardımlaşarak) bulgur çekilecek eve akşam kadınlar, gelinler, kızlar toplanır. Akşamdan sabaha kadar türküler söyleyerek, sohbetler edilerek hem bulgur çekilir, hemde eğlenilirdi. Evin kadını da bulgur çekenlere yemekler yapar, çay demler dinlenmeye oturulduğun da güle eğlene yenir. Bulgur çekildikten sonra sabah kaşlara veya bir çimen üzerine sergilere serilerek kurutulur, savrulur. Savrulduktan sonra gözenekleri sık bir kalburla çalkalanır. Kalbur içinde kalan bulgur olarak, kalbur altına inen ince kısmıda cılgır olarak torbalara doldurulur. Bulgur çorbada, pilâvda, sarmalarda kullanılır. Cılgırda çorbada kullanılır.


13-KOYUN KEÇİ KIRKMA: Keçiler bahar mevsiminin başlarında, koyunlar ise havalar biraz daha ısınınca kırklık dediğimiz bir tür büyük makas ile keçilerin tiftiği ve koyunların yünü kırkılır. Kırkma işleminde koyunun yünü bütün olarak kırkılmaya çalışılır. Bütün olarak kırkılan her bir koyunun yününe ve keçinin tiftiğine yapağı denir. İhtiyaç kadar yün, tiftik ayrılır. İhtiyaç fazlası varsa Kalecik'te veya Çubuk'ta satılarak paraya çevrilir ev ihtiyaçları için harcanırdı.


14-YUN YUMA (YÜN YIKAMA): Yetişen veya yetişkin oğlan ve kızların yatak, yorgan, yastık gibi çeyiz eşyalarını düzmek (hazırlamak) için ve çorap, kazak gibi ihtiyaçları örmek için ayrılan yün, akan çay kenarlarında yada suyu bol, büngüldeyik gibi bunarlarda, tokaçlarla tokaçlanarak yıkanır. Ağırlaşan yünün suyu akıtıldıktan sonra toplanarak evin kenarlarında çamaşır kurutulan temiz yerlerde kurutularak, çırpılmaya hazır hale gitirilir.


15-YÜN ÇIRPMA VE YÜN TİFTME: Yıkanıp kurutulan yün kabarması ve içinde bulunan çör, çöp, küçük diken parçalarının dökülmesi için, budaksız sağlam ağaçlardan yapılmış daha da sağlam olması için kızartılmış ince uzun yün çubukları ile yüne vurularak çırpılır. Bir şekilde yün kabarması için yün çubukları ile dövülür. Yatak, yastık ve minderlere doldurulması için hazır hale getirilir.

Yorgan yapılacak ve kirmanda eğrilerek ipe dönüştürülecek yün; el ile çekiştirilerek daha da inceltilerek, hem kalan saman çöpleri, bıtırak gibi çöpler ayıklanmış olur, hem de tiftilen yün daha kabarık hale getirilir.


16-KOÇ KATIMI: Ülkemizde koç katımı yörelerin hava sıcaklıklarına göre üç dönemde gerçekleştirilmektedir. Yöremizin iklim durumuna göre yüksek yerde olması nedeniyle yöremizde ve köyümüzde koç katımı son dönem olan Kasım ayında yapılmaktadır. Kasım ayında koç katımı yapılması için, bir ay önceden sürüdeki koçlar davardan ayrılır. Sürüden ayrı bir şekilde güdülerek ve fazladan yem verilerek beslenir. Koçlara kınalar yakılır, boyalar sürülür, bazen süslendirildikleri de olur. Bir ay sürüden ayrı yayılmış boyalı, kınalı koçlar, Kasım ayında sürüyle birleştirilerek koç katımı tamamlanmış olur. Zaman olarakta bu döneme Koç Katımı denir.


17-DAVAR İLAÇLAMA: Davarın derisinde barınan asalak haşaralara karşı kene, yavsı, pire vb. bir gölet içindeki su, veya bir bunarın oluğundaki suya ilaç atılır. Koyun ve keçiler bu su içine atılarak ilaçlanmış olur. Birde bahar başlangıcında, davarların ciğerlerinde oluşan kelebek asalağına karşı, kelebek hapı yutturulur.


18-DAVAR ÇORLAMA: Davarın barsaklarında oluşabilecek kıl kurdu gibi parazitlerin oluşmaması için, leğenlerin içine ılık su doldurularak öğütülmüş çemen, un ve tuz ile karıştırılır. Bu karışıma çor denir. Davar bu karıştırılmış çor'u iştahla içer.


19-KUZU İNEME: Kuzular biraz gelişince kulaklarının önüne, ardına kertik açılarak, uçları kesilerek, delinerek işaret vurulur. Her evin kendine göre bir işareti vardır. Kuzular ve oğlaklar inenirken herkes kendi işaretini yapar. Başka sürüye karışmış olan bir koyun veya keçi o sürünün içinden kolayca bulunur. İlerde koyun keçi olduklarında da, yanlışlıkla bir başkasının davarını sağmamak için kulak inemek davar besleyenler için önemlidir. Aynı zamanda kulak ineme bir yörük geleneğidir.


20-DAVAR BESLEMEK, GÜTMEK, ÖRÜME GETİRMEK, DÖL GÜTMEK, DÖL SALMAK, DÖL SEÇMEK: Koyun ve keçi (Ankara-Tiftik keçisi) köyümüzün olmazsa olmazlarındandı. Çünki çok eskiden geçim kaynağı davar sürüleri idi. Ağırlıklı olarak ta keçi sürüleri idi. Ben büyüklerimden çok duydum. Çok eskilerden keçi sürülerinin ağırlıklı olduğunu, koyunun sonradan yerleşik hayata geçince çoğaltıldığını, sonradan da büyük baş hayvan çoğaldıkça davar sürülerinin sayısının zamanla yıllar geçtikçe azaldığını, yaşadık ve gördük. Az çok herkeste davar vardı. Davarlar kışın ahırda saman, kes, yemle beslenir. Bazen evde bazen de köy dışında ki derelere, bunarlara sulamaya götürülür. Keçi besleyenler kışın keçileri ara sıra gezintiye götürür, diğircik dediğimiz söğüt, kavak gibi ağaçların budanan uç filizlerini yedirirler. Bahar aylarında otların yeşermesi büyümesi ile otlaklarda yayılarak beslenir. Davar güdecek davar çobanları senelik veya altı aylık tutulur. Sürüsü çok olan kendi adamı varsa çoban tutmaz, kendilerinden biri çobanlık yapar. Davarı az olanlar da çobanı olan bir sürüye davarlarını anlaşılan bir ücret karşılığında katar. Kimisi de sadece kendi sürüsünü güder. Davar çobanının birde çöne dediğimiz, döl çobanı yardımcısı vardır. Yazın doğan kuzular büyüdüğünde dölü davardan ayrı gütmek için.
Bahar mevsiminde koyun keçi kuzulamaya başladığında, davar sabah yaylıma çıkar, akşamda eve, yaylası olanın yaylasına döner. Sabah herkes kimin sürüsüne davarlarını kattı ise sabah o sürü giderken evden davarlarını sürüye katar, akşam da davar ayırmaya giderek davarını sürüden ayırıp evine getirir. Eğer bu dönemde döl çobanı da belli ise, çobanın davarı yaylıma götürdüğünde döl çobanıda gider. Yaylımda iken kuzulayan koyun keçilerin kuzuları oğlakları, akşam gelirken çoban eşeğinin heybesinde gelir. Davar sahiplerinden hangisinin, sürü yaylımdayken koyunu, keçisi kuzularsa, o kişi çobana yumurta gibi hediyeler verir.

Koyunlar kuzuladığın da ilk sütünden ağız sağılır, sütle kaynatılır. Ağız'ında kendine has bir tadı vardır. Havalar iyice ısınıp kuzular da biraz büyüyene kadar, koyun kuzu beraber otlağa gider. Gün dönümüne gelindiğinde artık, kuzular biraz büyümüş olup havalar da ısındığından, davarların örüme gelme, sütünden faydalanma zamanı gelmiştir. Bu aynı zamanda o sürüye davar katanların davarlarının ve kuzularının (döllerinin), tek yerde toplanmasıdır. Çobanın yanında davar köpeği ve birde davar eşeği olur. Çoban, koyunlara tongurdak, keçilere zil, teke ve seyislere çan takar. Döl çobanıda yiğit kuzu ve oğlaklara küçük tıkırdak ve zil takar. Kuzular döl çobanında, davarlar davar çobanında toplanır. Döl çobanı sabah erkenden kuzuları, oğlakları yaylıma götürür. Çobanların birde vazgeçilmezi olan gavalları olur. Sürüyü suya indirdiğinde ve bazende yaylım yaparken gavalını çalar. Döl çobanı kuşluk vakti yayladaysa yaylaya, köydeyse köye veya çobanın önerdiği köy yakınında bir ağaç gölgesi dibine kuzuları (dölleri) getirip yatırır. Davar çobanıda davarları gece keçesi ile dağda yatarak tan yeri ağarırken yaylıma kaldırır, öğle vakti olmadan sıcak artmaya başlayınca örüme getirir. Çoban dağda yatarken bir başka çoban arkadaşıyla gubaşarak yani sürüleri birleştirerekte yatar. Çobanlar dağda davarla gece yatarken, davarın içinden en yaramaz olanına,sürünün gece kalktığını anlamak için, bir ucu koyuna, bir ucu kendi bileğine bağırcak bağlar. Sıcakta koyunda, kuzuda yaylım yapmaz. Örüme yayladaysa yaylaya,köyde ise ya köye,yada köy yakınlarında Abdıraman dede, Ahlat dede, Sarı dede, Kaba çalı, Arpalıktaki söğütler gibi gölgesi olan bir yere davarı yatırır. Çoban arada birde davara tuz verilen belli kayalıklarda tuzunu alması için tuz verir . Büyüklerimizin dediğine göre davar hayvanının tuzu ile suyunu iyi ver otu her yerde bulur derlerdi.

Davarı örüme getiren çoban ve çönesi, ikindi serinliği çökene (oluşana) kadar yatıp istirahat ederler. Davar sahiplerinin kadın, gelin veya kızlarından bir ikisi yanlarına evde küçük çocukta varsa, yaramaz koyunları sağarken tutmaları için yanlarına alır, davarlarının örüme geldiği yere helkelerle süt sağmaya giderler. Bütün koyunlar yanlış olmasın diye sırtlarındaki boya ve kulak inleri takip edilerek sağılır. Sağılan her koyun ve keçiye sağıldığını anlamak için kuyruğuna davar dışkısından az bir miktarda sürülerek nişan yapılır. Kuzusu zayıf olan koyunlar gerekirse kuzunun iyi beslenmesi için sağılmaz. Sütler eve getirilir. Bir iki saat sonra isteyen ikileme dediğimiz tekrar bir sağıma daha gider. Koyunların dışkısının kuyruk altında yüne yapışmasından dolayı çakıldak oluşursa, bu çakıldaklar yara açılmasın diye kırklık ile temizlenir. Şayet açılan yara varsada kurt düşmesin diye yaraya katran sürülür.
İkindi serinliği çöktüğün de döl salma dediğimiz döl sürüye salınarak kuzuların, oğlakların analarını emmesi sağlanır. Koyunlar koklayarak kuzularını bulur. Bu sırada koyun kuzu meleşmeleri en yüksek safhadadır.

Kuzuların analarını emmesi bitince artık ayrılık zamanı gelmiştir. Davar sahiplerinden her evden en az bir kişi gelmesi ile döl seçme dediğimiz, koyunla kuzuyu ayırma zamanı gelmiştir. Döl seçmeye gitmeyen olursa gerekirse ceza için, o evin bir iki kuzusu davarın içine salınır. Ertesi gün döl seçmeye gelmeyen ev, bir iki koyun eksik sağmış olur. Koyunla kuzu ayrıldıktan sonra davar çobanı davarı alır otlak yerlerine otlatmaya, gütmeye götürür. Döl çobanıda dölü alır, köye yakın otlak yerlerinde otlatır, yatsıya yakın zamanlarda eve getirir. Bu durum örüm zamanı bitene kadar hergün devam eder. Yaz ortalarında erkek kuzular kuzu satma olarak bildiğimiz gelenekle satılmaya götürülür. Kazanılan para ile ihtiyaçlar giderilir. Büyüyen gelişen kuzular emmeyi bırakır. Otlakta yayılarak doymaya başlar.
Güz mevsimine girildiğinde havalar serinleyip soğumaya başladığında çobanlar artık dağda yatmaz. Koyunların da sütü azaldığından yine bahar başlangıcı gibi sabah koyunlar otlakta güdülür, akşam eve getirilir.


21-DAVAR YÜZÜ TOPLANMASI: Köyde davar güden davar çobanları, güttükleri davarların karşılığı olan hakları'nın çok az bir kısmını almak için kışın zahmeri ayında Aralık sonu ve Ocak ayında kendi aralarında belirledikleri bir günde, akşam hava kararınca toplanırlar. Hak dışında çobanlara hediyeler de verilir. Kimisi eline yüzüne tencere karası çalar, kimisi omzuna, beline, kollarına tongurdak, zil, çan (davarlara takılan) takar. Ellerine tongurdak ve zilleri alıp tangur tungur sesler çıkartarak, davarlarını güttükleri evlerin kapılarını çalarlar. Tongurdakların takıldığı kasnaklar da yine çobanlar tarafından bahar aylarında ağaçlara su yürümesi ile yumuşayan,yumuşak ağaçlardan bükülür. Çobanlar davar sahiplerinin kapılarını çaldıkların da ev sahibi çıkar, davarını güden çobana yıllık vereceği hak karşılığının, çok az bir miktarını ve bahşişini verir. Diğer çobanlara da gönlünden koparsa bahşiş verir. Ayrıca çobanların omzunda taşıdığı heybelere bulgur, tereyağ, yumurta gibi hediyelerde verilir. Çobanlar güttükleri davar sahiplerinin evlerini gezdikten sonra, köy odasında toplanırlar. Artık keyiflerine göre topladıkları yiyeceklere ek olarak ya içlerinden birinin getirdiği, yada köyden parayla tavuk, horoz satın alarak köy odasında pişirip yerler. Aralarında sohbet, muhabbet, türkü söyleme, oyun çıkarması yaparak eğlenirler. Eğlenceye gerektiğinde çoban olmayan arkadaşlarını da davet ederler. Bu yapılan kaynaşma, eğlence, yemek, içmek'te bir ferfene dir.


22-ÇUBUĞA GİTME: Satılacak mal, koyun, kuzu, keçi olduğu zaman, perşembe günleri motorlar ile Çubuk ta kurulan mal pazarına gidilir. Pazarın durumuna göre satılan satılır, satılmayanlar geri getirilir. Fiğ zamanıda harmandan çıkan fiğ bazen bir kişi bazen de hasatın durumuna göre kira karşılığı motorlar ile çubukta fiğ tüccarlarına satılmaya götürülür. Fiğ satmada perşembe günü beklenmez.


23-SALIYA GİTME: Salıya gitme dediğimiz eski ilçemiz Kalecik'te kurulan salı pazarına gitme anlamına gelir. Eskiden motoru olan az olduğu için, motoru olanlar salı sabahı erkenden motora römorku (ganasörü) takar, caminin önü, dam ardı gibi yerlere motoru çeker, giden kişileri kira karşılığı salı pazarına götürüp getirirdi. Salıya giderken fazla yağı, peyniri, yoğurdu olan götürür satar, yada bir iki koyun, yün, tiftik satarak pazar harçlığı yapar. Ganasörün kenarlarına kazıklar geçirilir, kazıklara sepetler, heybeler asılır. Mevsimine göre bir şeyler satılır, mevsimine görede ihtiyaçlar görülür, yiyecek ve giyecekler alınır. Köye gelen mektuplar da salı günü toptan gelirdi. Postaneye varsa muhtar, yoksa köyden biri uğrar, alır dağıtırdı. Dut kiraz zamanı sepetlere dut kiraz almak, üzüm zamanı sepetlere üzüm almak, muşmula ovaz zamanı muşmula ve ovaz almak, yazın sıcağında karlı limonata içmek, üzüm zamanı fırından ekmek alıp, bir ağaç gölgesinde yemek yemek, turşu zamanı Kalecik te sirke yapanlardan o büyük sirke küplerin den, testilere sirke almak, çocukların topaç gibi kendilerine oyuncak almaları, salı pazarı'nın vazgeçilmezleri arasında idi.


24-ÖNGÜRÜYE (ENGÜRÜYE-ANGARAYA) GİTME: Vasıtanın olmadığı dönemlerde, rahmetli büyüklerimizin anlattığına göre Ankara'ya gitmek için sabah erkenden eşeklerle yola çıkılır, akşam olduğunda Ankaraya varılır. Daha sonra vasıtalar çıkınca Ankaraya gidileceği zaman, gidecek kişinin yükü de varsa eşekle yola (susaya) çıkarılır. Ankara'ya gidecekleri otobüse çıkaran evden biri eşekle köye geri döner. Kalecik te, Ankara'ya çalışan otobüs iki tane olunca, bunlar farklı kişilerin; Rekabetten dolayı otobüs Türkmen mezarına kadar gelir, yolcuyu alıp Yeni Handan yola çıkar Ankara'ya doğru yol alır. Bu otobüslerin garajı, Ankara da Hacı Bayram-ı Veli camisinin yakınında bulunan İsmet Paşa da bir avlu içindeydi. Ankara'dan dönüşte de bu garaja gelinip otobüse binilirdi. Daha sonra otobüsler çoğalınca o gün için yeni açılan Etlik garajlarından kalkardı. Kimi garajdan otobüs kalkış saatine göre, kimi yoldan otobüse binerdi. Bir arada köylere çalışan minibüsler köyümüzden Ankara'ya yolcu taşımacılığı yapmıştır. Günümüzde yolcu otobüsleri ve husisi araçların çoğalması ile Ankara'ya gidiş geliş dahada kolaylaşmıştır.

Birde, ilkokul öğrencilerinin her yıl olmasa da bazı dönemlerde, Kalecik otobüsü veya köylere çalışan minibüslerin tutulmasıyla Ankara gezisi düzenlenmekteydi. Bu gezide başlıca gezi noktaları bir iki yer değişse de, Anıtkabir, Atatürk Orman Çiftliği, Etnoğrafya Müzesi, Anadolu Medeniyetleri Müzesi, Ankara Radyosu, Ulus Atatürk Heykeli, Eski Meclis, Çubuk Barajı gibi yerler, geziye katılan öğrencilere gezdirilen başlıca gezi yerleriydi.


25-DAM GÖRME: Kış aylarında beslenen büyük ve küçük baş hayvanlar evlerin alt katı ahırlarda barındığı için, hayvanların bakımıda evde olduğundan, bu bakıma dam görme denir. Dam görme ortalama günde üç öğün sabah, öğle, akşam olur. Dam görmede, ahırın temizliği yapılır. Bok ve mayıs dediğimiz hayvanların dışkıları temek dediğimiz küçük pencereden, bokluk dediğimiz yere atılır, burda depolanır. Büyük baş hayvanlar kefe (gevenin dikensiz olanı) ile kefelenir, sırtındaki çör çöpler süpürülür. Mal tarağı ile taranır. Ahırlarında (yem oluklarında) tuz yoksa, tuz ihtiyacı için kaya tuzları konur. Genelde öğle dam görmesinde, çıngıldayık, harman çayı, söğütlü bunar, köy çayı, şorlanın dere gibi yerlere hayvanlar sulamaya götürülür. Daha çok yatarken görülen akşam dam görmesinde, elektirik olmadığı zamanlarda ahırı ışıtması için altı geniş üstü dar içinde gazyağı bulunan, fitili olup, fitili yakılan idare (ışık) dediğimiz araçla ahırın ışıtılması sağlanırdı. Feneri olan fenerde kullanırdı. Sonraları pilli el fenerleri de gerektiğinde kulanılmıştır.


26-GEVEN ÜTÜLEME: Bizler görmedik ama şu anda hayatta olan geven ütüleyen ve o günleri gören büyüklerimizden halâ hayatta olanlar var. Zahra'nın (yiyeceğin) az olduğu kıtlık dönemlerinde hem hayvanların karnını doyurmak için, hemde gevenin içinde bulunan geven balının besleyici olmasından dolayı hayvanlara yararlı olması için gevenler, kazılıp, dikenleri ateşte yanacak kadar ateşe tutularak ütülenip, tokmaklarla döğülerek ezilip hayvanlara yedirilir.


27-YAYLAYA (AĞILA) ÇIKMA: Dağ kısmında ağılı olanlar bahar aylarında sürüsü ile ağıla çıkar. Yaz döneminde yaylada (ağılda) kalarak yoğurdunu, yağını, peynirini yaylada yapar. Yayla hayvanların beslenmesi ve bakımı açısından sürüsü olanlar için daha elverişlidir. Güz döneminde havalar soğuyunca tekrar köydeki evlerine dönerler. Yaylalara çıkmakta Yörüklerin olmazsa olmaz geleneklerinden biridir. Eski yayla dediğimiz mevki, köye ilk yerleşen atalarımızın ilk yaylalarının olduğu bölgedir aynı zamanda.


28-AVA GİTME: Avcılık ve avlanma, insanoğlunun var oluşu ile başlar. Tilki, sansar gibi kürkü değerli hayvanlar için kapan kurma şekli ile avlananlar olduğunu duyduğumuz bilgiler neticesinde biliyoruz. Bu aslında avlanma değil bir tuzak kurarak yakalamaktır.

Köyümüzde eskiden görülen şimdi pek görülmeyen nesilleri yok olma tehlikesi olan kartal (garaguş), akbaba, doğan, şahin, baykuş gibi sürekli yaşayan kuşların yanında, göçmen olarak yaşayan leylekler gelir yaşar, turnalar çok yükseklerden öterek köyün üstünden geçiş yapardı. Günümüzde ise bunların yerini yaban domuzları aldı. Bazı tahıl ürünlerine zarar verdiği için ara sıra grup olarak domuz avına gidilmektedir.
Av hayvanları içinde köyümüzde yaşayan bolcada bulunan türler, tavşan, kınalı keklik, çil keklik, bıldırcın, üveyik, yaban tavuğu, yaban ördeği vb. Tarım ilaçlamaları ile doğanın dengesi bozulunca, bu av hayvanlarında da büyük ölçüde azalma olmuştur. Kışın yapılan tavşan avına gitmelerde, tek gidenler olduğu gibi arkadaşça dostça gidenlerde olurdu. Avda kaza ile kendini vuranlarda olmuştur. Çok eskilerde saçmaları bile kurşunu eriterek kendi yapanların olduğunu hatırlıyoruz. Dolma tüfeklerle av yapılırken, zamanla teknolojinin gelişmesiyle tek kırma, çift kırma gibi av tüfekleri ile ava gidilmeye başlandı. Günümüzde ise otomatik tüfekler av tüfeği olarak kullanılmakta.

Tavşan avı için yağan karın akşamdan veya sabaha karşı durması en elverişli tavşan avı günüdür. Böyle havalarda tavşan izi sürmesi kolaylaşır. Eğer avda tavşan vurulursa, eve gelindiğinde, tavşanın etinden kanının iyice çıkması için vurulan tavşan önce yüzülür sonra suya ıslanır. Etinden pilav salındığı gibi daha çok tirit yaplır. Tavşanın arka ayaklarıda cızlama, gözleme, çörek gibi ekmek yağlamak için bağlanır, kurumaya bırakılır. Av ve avcılığında bir kuralları var. Köyümüzde uygulayan oldu veya olmadı bilemiyorum ama, son yıllarda traktör farıyla tavşan avlayanlar olduğunu duyduk. Bu av değil bir katliamdır.


29-SOKAĞA GİTME: Şimdi misafirlik dediğimiz misafirliğe gitme, eskiden sokağa gitme diye söylenirdi. Eski yerleşim yerimizde, o kadar insanlar arasında sıcak dostluk, arkadaşlık ve komşuluk vardı ki, kışın uzun gecelerinde, kar, tipi, yağmur da olsa sokağa gitme adıyla konu komşu bir birlerini ziyaret ederdi. Sokağa giderken gece köpeklerden korunmak için iyi deyneklerden evin büyüğü eline deynek alır, ışık olması için fener veya pille çalışan el feneri alır .Bu ziyaretlerde çocuklar sokağa gidilen evin çocukları ile aralarında kibrit, yüksük bulmaca ,el üstünde kimin eli var gibi oyunlar oynar. Büyüklerde aralarında sohbetler eder, köyle ilgili, memleketle ilgili, civar köylerle ilgili konular konuşulur, çaylar içilir nohutlar gavrulur, gavurgalar gavrulur (ekinden), mısır patlatılır vakit tamam oluncada eve dönülürdü.


30-SAKIZ KANATMA: Çocuklar, gençler ve çobanlar yaz aylarında çıtlıkları sökerek tutam tutam kurutup çıtlıkların uçlarından akan sütler kuruyunca toplayıp çiğneyerek sakız yaparlardı. Adınada çıtlık sakızı denir. Dağ tarafında yetişen birde tavşan sakızı vardır. Çıtlık sakızına göre daha dayanıklı ve çiğnemesi daha hoştur. Genellikle davar çobanları ve mal çobanları, tavşan sakızı otunu bulur, kökünü koparmadan etrafını çukurlaştırarak ocak açar, tavşan sakızının kökünü bıçakla keser, akan sütün kuruması beklenir. Sabah kesilirse aynı gün öğleden sonra toplanabilir. Öğleden sonra kesilen ertesi gün sabah veya öğle toplanır. Bir ocaktaki tavşan sakızı defalarce kesilebilir. Toplanıp çiğnem çiğnem bir naylona sarılır. Köyde isteyenlere hediye olarak verildiği gibi parayla da satılır. Tavşan sakızı ilk çiğneme sırasında acımsı bir tadı vardır. Bu acılık gidene kadar çiğneyip tükürülür. Çıtlık ve tavşan sakızının renkleri kahverengi olup birbirine benzer.


31-KAR YEME: Baharda karlar eriyip kar kalktığında, dağların yüksek yerlerinde kürtünleşen karlar biraz daha geç erir ve iyice dişlenir. Dağda işi olan veya davar çobanları bu karlardan alıp akşam köye dönüşte getirirler. Parça parça isteyene dağıtırlar. Canı kar çeken bazı kişilerde çobanlara ricada bulunarak kar ister. Bu kar sade yenildiği gibi, pekmezle karıştırılarakta yenir.


32-BOKLUK BASTIRMA: Kışın damdan (ahırdan) temek yoluyla veya el arabası ile bokluk dediğimiz hayvan dışkısının biriktirildiği yerde toplanan hayvan dışkıları, boklukta çokça biriktiğinde, yağan yağmur suyu, çörtenden akan su, eriyen kar suları veya ark yapılarak getirilen su ile karıştırılır, çiğnenir, bokluğun bir tarafına tezek yapmak için yığılır. Bokluk bastırma hayvan dışkılarının az yada çokluğuna göre birkaç kezde yapılabilir.


33-BOK KESME: Bastırılan hayvan dışkısını tezeğe çevirmek için, bahar mevsiminin son günlerinde, sıcakların arttığında kasnaklarla kesim işlemi yapılır. Yine yapılan çok işte olduğu gibi bok kesmede yardımlaşma ile olur. Kimi yevmiye ile adam tutar, kimi öndüç dediğimiz karşılıklı bir birlerinin işine gitme ile bok kesecek insanlar ayarlanır. Konu komşudan, olanlardan bok kasnakları toplanır. Sabah erkenden sabah yemeği bok kesilecek kişinin evinde yenir ve işe başlanır. Genellikle yaşlı kişi çiğneyici, orta yaş grubu kürekle kasnaklara bok doldurucu, gençler ise taşıyıcı olarak görev alır. Arada değişmelerde olur. Kasnakların altına saman, saman irisi, çirkten kuru serilir. Bok doldurulup çiğnenen kasnaklar, taşıyıcılar tarafından, en yakında önceden seçilmiş, otu çöpü temizlenmiş bir alana veya dama (kaşa), bok kasnağına doldurulup çiğnenmiş hayvan dışkısını dağıtmadan döker gelir.
Bu çalışma sırasında hem sohbet edilir, arada dinlenme molaları verilir. Evin radyosu varsa radyodan türküler dinlenir. İş öğleyi geçecek durumda olursa, öğle yemeği yenir. Bok kesmede yine höşmerim, çörek gözleme türü yiyecekler hazırlanır. Tezek olacak bu kesim işlemi bitince, kesilen tezekler kurumaya bırakılır. İyi kuruması için yirmi, otuz gün sonra tezekler bir birlerine dayanacak şekilde kaldırılır. Bir kasnak tezeğe bir kerme denir. Güz mevsiminde iyice kuruduktan sonra, kuruluk dediğimiz yakacak depolanan yere taşınarak dizilir. Kışın soba ve ocaklarda yakılır.


34-EL TEZEĞİ YAPMA: Bahar aylarında büyük baş hayvanlar otlağa yayılmaya çıktığında, sabah ahırdan çıktıktan sonra, sabaha kadar yaptıkları dışkılar toplanır, saman ile karıştırılarak elle yassı şekilde duvarlara, taşlara, ev kenarında bulunan kesilmiş ağaç kütüklerine yapıştırılarak, yada oval şekilde elde yuvarlanıp çalı, çırpı üstlerine bırakılarak kurumaya bırakılır. Kuruyanlar bir yandan toplanır, boşalan yerlere yenisi yapılır. Bu tezek daha çok yazın kullanılır. Kalanı kışa bırakılır.


35-SAHRA (KERME) KESME: Bahar aylarının başladığında hayvanların yeşil ot yediğinden dolayı dışkısının cıvık olduğu, mayıs dediğimiz hayvan ve davar dışkılarından arta kalan, ahırın tabanına yapışan dışkılar tabanda biraz yükselince, belle kare, dikdörtgen şeklinde kesilip kaldırılarak çalı, çırpı, duvar üstlerine kuruması için bırakılır. Kuruyunca kuruluğa depolanır. Tezeğe göre kalorisi daha çok ve daha dayanaklıdır.


36-YABAN TEZEĞİ TOPLAMA: Baharın ve yazın otlakta yayılan büyük baş hayvanların (inek, tosun, öküz, dana, kömüş, malak) yaylım yerlerine bıraktığı dışkılar (hayvan boku) kuruduğunda güz ortalarında kalburla, bele sarılan bezden önlük içlerine toplanarak kağnıya veya eşeklere sarılan selelere doldurularak evlere taşınır. Bu tezeğe yaban tezeği denir. Diğer tezekler kadar dayanıklı değil ama yanışı güzel ve diğerlerine göre dumanı az olur.


37-AŞIYA GİTME: Ağaç aşılama zamanı geldiğinde, eskiden ziraatin uyguladığı bir proje ile ağaçların aşılanması vardı. Köyden o yıl yevmiye ile ağaç aşılamaya gidecekleri, ziraat önceden gelir yazar. Ağaç aşılama zamanı gelince ikişer, üçer ziraatin belirlediği yerlere, ağaç aşılamaya yazılanlar, ziraat tarafından götürülür. Yirmi gün bir ay boyunca köyümüzün bu aşıcıları, ziraatin gönderdiği ilçeler ve köylerinde aşılanacak ağaçları aşılar, yevmiyelerini de ziraattan alırlardı.


38-AĞI TOPLAMA: Son güz döneminde yapılır. Meyva ağaçlarına zarar veren ağı dediğimiz tırtıllar ağaçların dallarında havalar soğuyunca yuvalarına toplanırlar. Bunları fazla üreyip ağaçlara zarar vermemesi için tırtıllar, yuva yapıp bir araya toplandığı ağaç dallarından toplanarak toprağa gömülür. Bu işlem bahar ayında fazla ürememeleri için yapılır. Gerektiğinde baharda ağaçlara sarmaya başlayınca ilaçlamasıda yapılır.


39-MAZI VE PALAMUT TOPLAMA: İyi cins meşe palamutu kestane kadar lezzetlidir.Bunları canı isteyen goru da meşelerden toplayarak, ateş közünde pişirip yer. Mazı ise daha çok çocuklar ve çobanlar tarafından toplanır. Mazı oynamak için ve köy bakkalına yada salı pazarında satmak için.


40-BOSTAN SÜRME, EKME, ÇAPALAMA, SULAMA, BOSTAN BOZMA: Şimdi bahçe dediğimiz bostanlar, çok küçük ise bel ile baharın ilk başlagıcında toprağın tavlı olduğu bir dönemde bellenir. Bostan öküzün dönebileceği kadar yer olursa karasaban ile sürülür. İsteyen hem güz mevsiminde hemde bahar mevsiminde iki defa sürüm yapar. Tek sürüm yapacaklar bahar ayında bostanları sürer ve ekime hazır hale getirilir. Traktörler çıkınca bu sürüm işlemini traktörle yaptıranlarda olur. Sürülen bostan ekim yapılacak sebzelerin durumuna göre karık yada evlek şeklinde, karık ve evleklerin alt alta geleceği şekilde bölünür. Bu bir bölmeye, bir tahta denir. Örneğin bir tahta fasulye, bir tahta patetes ektim gibi. Her tahta aralarında sulama işlemi yapılması için su arkı bırakılır. Bostanın verimini artırmak için, küllükte biriktirilen küller ve davar çirki, ahır kalıntıları, gübreler bostanlara taşınır. Karık ve evlek içlerine dağıtılarak toprakla karıştırılır. Mevsimin hava sıcaklığı, bostanın tav durumuna ve ekilecek sebzenin ne zaman ekileceği durumuna göre ekim yapılır. Fida (fide) dikilecek yerler boş bırakılır. Köyümüzün yüksek olması, havaların geç ısınmasından dolayı, fidalar pazardan satın alınır. Kendisi fida yetiştirebilen de olur.

Ekilen sebze tohumları filizleniz topraktan çıktıktan sonra, havaların yağışlı olup olmama durumuna göre yağışlı olmazsa sulanır. Biraz büyüdüklerinde çapalama (çöpünleme) işlemi yapılır. Sebzenin cinsine göre daha sonra birkaç kez daha çapalama yapılır. Bostan susayınca kendini zaten belli eder. Sulama işlemi mecbura kalınmadıkça sabah ve ikindi serinliğinde, gecede yapılır. Fasulyeler filiz sürmeye başladığında (ulasır atmaya) önceden hazırlanmış frek dediğimiz uçları sivriltilmiş bir buçuk metre kadar boyunda ağaç dallarından yapılmış fasulye sırıkları, fasulye karıklarına aralıklarla dikilir. Sebzeler büyüyüp hasat vermeye başlayınca, tazesini pişirme, fazlasını kurutma işlemiyle kışa hazırlık yapılır. Domates, salatalık, maydanoz, yeşil soğan gibi çiğ yenilecek sebzeler ihtiyaç olduğunda toplanır. Evde, tarlada, harmanda, çobanların azık çantalarında, katık olarak kullanılır.
Sonbaharda havalar soğuyunca bostanı soğuk vurmaya başlar. Soğuklar tam gelmeden sebzelerin son hasatı yapılır. Fasulyelerin ağaran bakıldakları toplanır, evde kurutulup deneleri barbunya ve tohumluk olarak alınır. Fasulye frekleri sökülerek sağlam kalanlar ertesi yıl için bir yere istif edilir. Soğan, gompül (patates), pancar, turp, havuç gibi sökülecek olan sebzeler sökülür. Bostan sebze dallarından temizlenir, bu dallar hayvanlara yiyecek olarak verilir.


41-BOSTAN ARGI AYITLAMA: Bostan ekiminden sonra, bostan içerisinde suyun sebzeye verileceği arglar (kanallar) açılır, temizlenir. Bostana suyun alınacağı büyük ana arg, o argtan su alacak bostan sahipleri tarafından ortaklaşa temizlenir. Belirlenen günde o argtan bostanını sulayacaklar toplanır. Beraberce çalışıp su argının otunu. Çöpünü, kapanan yeri varsa kapanan yerlerini bel, kazma,kürek gibi araçlarla temizler, acıkıldığında getirilen azıklar beraberce yenir. O argdan bostan sulayacak kişi arg ayıtlamaya gitmezse, buda artık o kişi ile vicdanı arasındaki bir hesaplaşmadır. Arg, suyun arga verileceği yere kadar temizlenir. Arga suyu, akan çaydan tutmak için o noktaya çayın önü gerilerek su bendi yapılır, su arga verilir. Sulama işleminde de su az olup yetersiz kalırsa, bostan sulamaya önce giden ve sonra gidenler arasında sıraya göre sulama yapılır. Buna kurala ara sıra uymayanda olabilir, ama doğru değildir.


42-HAYIR YAPMA VE HAYIR İŞLERİ: Köyde okulla, camiyle, mezarlıkla, köy odasıyla, köy çeşmeleriyle ilgili yapılacak tadilat, veya alınacak bir eşya için durumu iyi olanların hem maddi hemde iş gücüyle destek verip hayır işlediği gibi, maddi durumu iyi olmayanlarında iş gücü katkısı ile bu hayır işlerinde hayır sahibi olmaları, köyümüzde ki yardımlaşmanın, kaynaşmanın, insanlık adına iyi güzel işler yapmanın, karşılığınıda sadece dinimiz gereği verirse Yüce Allah'dan beklemenin, insanı ruhen ve bedenen huzurlu hissettirdiği, huzur bulduğu işlerdir.

Maddiyatı olan bir su kaynağı bulursa oraya geçmişlerinin hayrına veya kendi hayrına bir çeşme yaptırır. Caminin, okulun, köy odası gibi köyün ortak kullanımına açık yerlerinin değişecek eşyası veya yeni alınacak eşyasını alır. Bazen bu işler bütün köylüye döküm dökülerek herkes ödeyebildiği kadar ödeyip, gücünün yettiğince hayrını yapar. Kapanan yolu açmak, yoldan taş, diken, çalı gibi maddeleri temizlemek, camiye, okula odun yapıp getirmek, bulduğu bir su kaynağını çeşme yaptıramasa da, çaygara dediğimiz, su damarının önünü çukurlaştırıp, temizleyip, içilecek hale getirmek, ihtiyaç durumunda olmayana elinde bulunan araç ve gerecini vererek o kişinin işini görmek, hayır işleri olarak bilinir ve yapılır. Ev yapana, düğün yapana, cenazesi olana maddi manevi yardımcı olmak, civar köylerden yeni yapılacak cami için hayır toplamaya gelenlere, para, ağaç, ekin, arpa gibi yardımlarda bulunmak yine yapılan hayır işlerindendir. Ağaç dikmek, dikilen ağacın meyvesi ve gölgesinden insanların ve hayvanların faydalanması yine yapılan hayır işlerindendir. Kısacası Allah rızası için karşılık beklenmeden köyümüz insanlarının ölmüşleri veya hayatta olanları için insanların ve hayvanların faydalanabilmeleri için yaptıkları güzel işlerdir. Günümüzde eskisi kadar olmasa da yinede halâ köyümüzde bu inanç ve gelenek yaşatılmaya çalışılmaktadır.


43-ÇORAK KAZMA: Eski yerleşim yerindeki köyümüzün evleri toprak yapı olduğu için, kaş'dan eve su akmaması için evin kaşları (damları) yağlı toprak olan çorak ile örtülürdü. Çoraklı yerlerden daha yağlı olan yerin çorağı tercih edilerek çorak kazılır evin kaşına serilir. Bu işlem kaşda ki çorak özelliğini yitirmeye başlayınca, sonradan ince tabaka halinde yine serilir yuvakla sıkıştırılır. Genelde Haydar köyünde ki çorak daha yağlı olduğu için, oradan çorak kazılarak getirilirdi. Çorak bugün ki çatılarda bulunan kiremitin görevini yapmaktaydı.


44-YUVAK ÇEKME: Gaşda ki çorağı sıkıştırıp, yağmur suyu'nun eve damlamaması için taştan silindir şeklinde yapılmış, iki ucu oyuk olan araca yuvak diyoruz. Yuvağı döndürmeye yarayan iki uçtaki oyuklara takılarak çekilen ağaçtan yapılmış araca Yuvacı diyoruz. Yağmur yağdığında kaşda ki çatlaklardan yağmur suyu eve damlamaya başladığında, çorağı sıkıştırmak için yuvacı, yuvağa takılarak kaşın her tarafına yuvak çekilir. Damlayan sular kesilir. Bu işlem kışın kaşda ki kar kürendikten sonra hava yumuşarda kalan kar erirse, o zaman yine yuvak çekilirdi.


45-KAR VE KAŞ KÜREME: O eski kış günlerinde evlerin kaşına kadar yağan karlarda her yer bembeyaz kar olurdu. Ahıra (dama) gitmek için kürekle ahıra yol açılır, köy çeşmesine gitmek için tünel gibi kürekle yol açılır. Evlerin kaşları, ayalama dediğimiz ağaçtan yapılmış küreme aletiyle, kaştaki karlar kürenir. Evin kaşının çökme ihtimaline karşı, kar'ın şiddetli yağdığı zamanlarda aynı gün birkaç kez küreme işlemi yapılır. Bu kar yağışlarında eğer köy yolunda kapanmalar var ise, köyümüzün insanları her evden bir kişi gelmesi kaydıyla yardımlaşarak ellerinde küreklerle köy yolunu açarlar. Köy yolunun açılma işi aynı zamanda hayır işi olarak kabul edilir ve herkes istekli ve arzulu bir şekilde bu birlikteliğe katılırdı.


46-BEBE TOPRAĞI ELEME: İlk yerleşim yerinde köy çayının kenarında bulunan, horguyanın altında ki kara bayır'dan (yamaça geçilecek yerde) ve Abdıraman Dede'nin yanında bulunan topraklık dediğimiz yerden kalburlarla toprak elenir, torbalara doldurularak eve getirilerek evin bir yerinde istif edilir. Bu elenen toprak, ev bulamacında (suya toprak atılarak bulandırılıp evin tabanına bezle sürme işlemi), nohut gavurmada, mısır patlatmada ve en önemliside eskiden bebelerin (çocukların) altının bezle değil toprağa yatırma şekli ile sarılmasında kullanılır. Büyüklerinde hastalandığı zamanlarda bu toprak ısıtılarak, toprağa yatırıldıklarını biliyoruz.


47-EV SUVAMA (BOYAMA): Eski köy evlerimiz taş ve toprak yapı olduğundan şimdi badana boya dediğimiz suvama'da topraktan yapılırdı. Şimdiki gibi fırça ile değil, pala pırtı eskileri ile yapılırdı. Duvara ak suva dediğimiz duvara sürünce ağaran toprak, duvarın tabandan bir metre kadar yüksek kısmına da, gök suva dediğimiz duvara sürünce koyu mavi renk veren toprak boyalar sürülürdü. Tabana bebe toprağından bulamaç çalınırdı. Gök suvanın ocağı Karacatepe, gümüşla tarafında bulunmaktaydı.


48-ÇALIYA GİTME: Fırın yakmak için bahar aylarında dağdan ağaç grubuna giren çalı dediğimiz dikenli kısa boylu gövdeleri ince ağaçlar kazılarak, urganla sırta bağlanıp köye kadar getirilir .Daha çokta çalgı yaptığımız tuzla çalısı tercih edilir. Evin bir kenarında biriktirilir. Yazın fırın yandığında ekmek pişirmek için fırında yakılır.


49-FIRIN YAKMA: Fırın yazın havaların ısınmasıyla yanmaya başlar. Eski yerleşim yerimizde çok eskiden Keccilin ve Mehmet Özkan'ın evinin altında iki fırın vardı. Tahminen Bin dokuz yüz yetmiş beşli yıllardan sonra Sarı Hüseyingilin Akkız ablanın fırın yaptırmasıyla fırın sayısı üçe çıktı. Yeni yerleşim yerine ise iki bin on beş yılında muhtarlığın öncülüğünde köy insanlarının yardımı ve yardımlaşması ile yemekhanenin arka kısmına yeni bir fırın yapılmıştır. Fırını, fırın sahipleri işetebildiği gibi ortana bir başkasıda işletebilir. Fırını kadın işletir.

Fırın yakacak evin kadını bir gün önceden fırın işleten kişiye giderek fırın yakma nöbeti (sırası) alır. Fırıncı nöbeti verirken onun önünden kimin yakacağını söyler. Verdiği nöbet kaçıncı sırada ise, örneğin üçüncü sıra ise fırıncı üçüncü ağıza sen yakıyon der. Burdaki ağız sıralamanın bir diğer adıdır. O gün fırın yakacaklar aldığı nöbet sırasına göre teknelerde hamurlarını yoğurur. Fırın çalısını fırına götürür. Hamur teknesi iki kişi ile fırına götürülür. Evin kadını o an tekse bir komşu yardımıyla götürülür. Yerine göre kadının olmadığı yerde erkekte yardım eder. Ben gençken fırına çok tekne taşıdımı biliyorum. Somunun yanında dussuz dediğimiz ekmek yapılacaksa onun ayrı hamuruda yoğrulur. Pide çekilecekse pidenin içleri hazırlanır. Sadece dussuz yapacak olanlar fırın yakanların aralarında, fırında yer kalırsa onlarda aralarda dussuzlarını pişirir.

Nöbet gelince fırın yakacak kişinin çalısını fırıncı fırında ateşler. Fırının ağzı kapatılır. Çalı iyice yandıktan sonra, közleri fırının ağzına çekilir. Bir demir çubuk ucuna pala pırtı (bez parçası) bağlanmış, bir çeşit bezden süpürge, içi oyulmuş taş içine doldurulan suluk dediğimiz sulukta yanmasın diye ıslanarak fırın çalınır (süpürülür). Fırın iyi çalınmazsa pişecek somunun altı küllü olur. Çalma işlemi bitince, tekneden hamur alınıp, yuvarlanır uğra serpilmiş fırın küreğine konularak birer birer fırına atılır. Fırının ağzı kapatılır. Teknenin dibinde kalan hamur kazınarak, bir daha ki sefere ekmek yapmak için maya olarak bırakılır. Somunlar pişince önce fırının yanında bulunan seki üzerine büyük ekmek palaları serilerek hamur olmasın diye biraz dinlenmeye bırakılır. Biraz soğuduktan sonra somunlar tekneye doldurulur. Fırıncıya hak olarak bir iki somun verilir. Orada fırın yakmak isteyenlere sıcak somun verilir. Yemek isteyenler alır yer. Artık fırından ayrılma vakti gelmiştir. Fırından eve gelene kadar yolda kimle karşılaşılırsa sıcak somun verilir. Kimi alır, kimi almaz, kimi bir parça alır. Eve gelince duruma göre somun halâ çok sıcaksa tekrar bir mendil üzerine serilir, sonra toplanarak tekneye dizilir. Ayrıca fırında toplu verilen yemeklerde hamırsız çekilerek pişirilir.


50-TANDIRDA EKMEK YAPMA: Daha çok fırının yanmadığı kış aylarında ekmeğimiz tandırda yapılır. Tandırın olduğu odaya tandır evi denir. Tandırda sürekli tüketilen bazlama yapıldığı gibi, cınnak, yemlik zamanı ve bayramlarda şebit (yufka) yapılır. Ramazan aylarında veya yapılacağı zaman gözleme, cızlama yapılır. Bazlama yapılacağı zaman tekneye hamur yoğrulur. Tandır saçı'nın altı ekmek yanmasın diye küllenir. Hamur'un mayası gelince tandır evine bir hasır üzerine serilen ekmek mendiline hamur dökülür.

Hamur'un yer mayası gelene kadar tandır ateşlenir. Tandırda hayvanlara verdiğimiz samanın kalan irisi, çok ince çılı, çırpı, gazel yakılır. Saç tandırın üzerine konur. Saç'ın kızmasını anlamak için saç üzerine uğra dediğimiz az miktarda un dökülür. Un kızarınca saç'ın kızdığı ekmek pişirmeye hazır olduğu anlaşılır. Yere dökülen hamur pazıları bazlama büyüklüğünde yaslaç dediğimiz tahta ile yassılaştırılır ve saç üzerine konur. Saç'ın üstü dolana kadar devam edilir. Bundan sonrası artık kontrollü bir şekilde çevirme işlemi yapılarak pişirilir. Pişen bazlamanın yerine de bir taraftan yenisi konulur. Pişen ekmekler yere serilen büyük bir ekmek mendilinin üzerine dizilir. Pişen sıcak bazlamaya evde olanlar üzerine tereyağı çalıp, işaret parmağı ilede bazlamanın üstüne yağı içine alsın diye delikler açarak, yağ çalarak yerler, tadı güzeldir. Ayrıca ekmek piştikten sonra isteyen tandırın közüne gömbe (gömme) dediğimiz ekmeğin hamuru bir kağıda sarılarak köze gömülür, pişirilir. Kabak, gompül gömülerek pişirilir. Bunlardan başka bir tencere ve çömlek içine çekilmemiş yarma, etli kurutulmuş kaburga kemikleri konularak tandırda yedi, sekiz saat bırakılır, bütün aş dediğimiz aş pişirilir. Yumurta üzerine soğan kabuğu aralıklı olarak sarılır, soğan kabuğunun üzerine bir ıslak bez sarılarak on veya on beş dakika tandırdaki közlü küle gömülerek pişmeye bırakılır. Yumurta piştiğinde ala bele güzel bir renk alır. Çocuklar bu yumurtalarla çimenler üzerinde yarış yaparak oyun oynarlar.


51-ARIYA BAKMA ve ARI AÇMA: Arı tahtadan yapılmış kovan veya söğüt çubuğundan örülmüş sepet dediğimiz karakovanda yetiştirilir. Arısı olanlar, arı yetiştirenler kışın arıları arılık dediğimiz bir çeşit kuruluk veya yakacak koyulan kuruluğa bırakırlar. Bahar aylarında havaların ısınması ile, arılar evin yanında bahçeye, kovanların önü güneye, arkası kuzeye gelecek şekilde yerden biraz yükseltilmiş sekilere dizilir. Bakım ve temizliği yapılır. Anaları yaşıyormu diye bakılır. Yiyeceği kalmayan kovan veya sepetlere şekerden ek şurup yapılır. Çiçekler açtığında arılar yaylıma çıkar. Artık arıların çiçek toplama zamanı gelmiştir. Ana arı yumurtalama yaparak kovan içerisinde arılar çoğalır sığmaz olur. Gündönümünden sonra kovan içerisinde fazla olan arılar toplu şekilde kovanı terk eder. Buna oğul verme deriz. Oğul veren arıların yakın bir dala konması için ellere taş alınır, taşlar birbirine vurularak gondala, gondala diye arılara sesleniş yapılır. Şeker şerbeti yapılarak bir ağaca oğulun konması için serpilir. Çok nadiren oğul veren arı kayıp olsada, genelde yakın bir dala konar toplanır. Sıcakta bu oğul veren arıya dokunulmaz. İkindi serinliği çökünce, kovan veya sepetin içine şerbet sepelenir. Dalda ki oğulun altına yaklaştırılarak, konduğu dal yere yakın ise içine çırpılarak, yüksek ise oğulun konduğu dalı kovan yada sepetin içine sallayarak arı çırpılır. Bu işleme oğul çırpma denir.

Kışın anası ölen kovanlar yada sepetler varsa bu oğul arılarda ana fazla olduğu için bir ana alınıp alıştırma metodu ile anasız kovanlara yerleştirilir. Yeni kovanların çıtalarına arı malzamesi satılan yerlerden alınan mumlar takılır. Arılar taşıdığı çiçek tozları ile bal yapmaya başlar. Kovanların üstüne çıtaları mumlanmış ballık dediğimiz ek kovanlar konur. Arının çalışması kontrol edilerek güçlü arılara fazladan ballıkta konulur. Güz döneminde artık arı açma zamanı gelmiştir. Arılar sıra ile bakılır temizlikleri yapılır. Kışın yiyeceği bal yiyecek olarak bırakılır. Fazlası varsa ya nasip deyip alınır. Başkasını bilemem ama rahmetli babam arıcıydı ondan gördüğüme göre, arı açıldığında bal dağıtımını şöyle yapardı. Daha bal eve gitmeden, komşu hakkını dağıtır, evin yiyeceğini ayırır, bu evin yiyeceğinden gelen giden misafire bolca ikram edilir, çok nadirde ihtiyaç varsa satmak için ayırır. En önemliside balın en iyi yerlerini ayırarak, Allah vermesin köyde hastası olan olursa, olabilecek hastalara ilaç için ayırırdı. Arı açıldığında birde şebit yapılıp, şebit gevreği ile bal şebite sarılıp yenir. Sadece arı açmada değil, eski yerleşim yerinde köyümüzün bütün insanları yetiştirdikleri ürünlerde olmayanlara komşu hakkını verirdi. Buda unutulan geleneklerimiz arasında yer almak üzere ne yazık ki. Bin dokuz seksenli yıllarda tarım ilaçlarındanmı yoksa bir hastalıktanmı köyümüzdeki yerli arı dediğimiz arı cinsi tamamen telef olmuştur .Bundan sonra tekrar arı yetiştirenler ziraatten alınan yeni arı cinsleri ile arı yetiştirmeye devam etmiştir.


52-TAVUK, KEDİ, KÖPEK BESLEME: Tavuklar ahırda folluk (holluk) denilen yere yumurtlar, ve folluk kenarına konulan ağaçlar üzerinde barınırlar. Temek dediğimiz küçük pencere sabah ahır havalansın diye açıldığında tavuklar yayılmak için dışarı çıkarlar. Yumurtlayacakları zaman temek'ten folluğa girerek yumurtlarlar. Sabah akşamda ek olarak ekinin zayıf yerlerinden ayrılmış tavuk yemi ile yemleme işlemi yapılır. Ahırın bir köşesine bir kap içinde su içmeleri için su bırakılır. Bahar aylarında gürk leyen tavuk civ civ çıkartması için bir leğen içine veya yere saman dökülerek üzerine yumurtalar konularak gürg tavuk gürke yatırılır. Üzerine bir sele kapatılarak, günlük suyu ve yemi verilerek yirmi bir gün gürkte yatar. Çıkan civcivler cılgır gibi küçük yemlerle beslenir. Biraz büyüdüklerinde bunlara civciv yerine artık frig denir. Erkek tavuğa horoz denir. Genelde horozların çoğu Allah'ın verdiği bir his ile sabah imsak vakti sıralarında ötmeye başlar.

Kedi beslenen evlerde beslenen kedi eve girebildiği gibi genelde dışarda, ahırda gezer. Acıktığında miyavlayarak gelir, yiyeceği verilir. Beslenen kediler evde, ahırda, samanlıkta gezen fareler (sıçanlar) için birer avcı vazifesi görürler.
Köpek, köy yerinde olması gereken bir hayvandır. Küçük cins ev köpekleri beslendiği gibi sürüsü olanlar büyük davar köpeği dediğimiz köpeklerden besler. Beslenen ev köpeği biraz huysuz olursa kapı önüne birilerini ısırmasın diye bağlanır. Köpekleri doyurmak için oyulmuş taştan yal çanağı bulunur. Ev köpeklerine yemek artıkları verildiği gibi, büyük köpeklere ve davar köpeklerine ekin, arpa unundan suyla karıştırılarak az pişirilen yal dediğimiz yiyecekte verilir. Köpek yavrusuna enik, biraz büyüdüğü zaman zaar denir. Köpekler hayvanlar içinde insana en sadık dosttur.


53-SELE, SEPET ÖRME: Saman, tezek, bostandan fasulye dalı, bakıldak taşıma gibi bir çok işte kullanılan sele ve bostandan domates, pazardan üzüm, dut, kiraz alma gibi yine bir çok işte kullanılan sepetler, söğüt, selvi gibi yumuşak ağaçların fışkınlarından (ilk filizlerinden) örülür. Bunları örmekte sonuçta bir ustalık ister. Sele ve sepet örümünde önce altlık taban örülür. Daire şeklinde olan altlıktan yukarı doğru söğüt fışkınlarından direkler oluşturulur. Burada örmedeki özellik, bu direklerin her biri için geçerli olan sıranın birinde örülen ağaç fışkını direğin içinden geçtiyse, bir sonraki örülen sırada, dışından geçer. Sele ve sepetin büyüklüğüne göre örme işlemi bitince, kulpu takılarak dağılmasın diye gıylanır. Saman selesi büyük ve kulplu olur. Saman selesinin yarısı kadar boyda örülen kulpsuz seleye süt selesi denir. Süt dolu leğenlerin üzerine örtülür.


54-HASIR ÖRME: Köy evlerimiz toprak yapı olduğu ve çok eskidende halı yerine, halıdan ince kilim, ve dokuma kilimler kullanıldığı için, tabana kamıştan örülen hasırlar serilirdi. Üç beş kişi bir araya gelerek bir vasıta tutar ,en yakın kamışı iyi olan göl yada göletlerden kamış getirilir, paylaşılır. Çayır otundan baş parmaktan kalın ipler örülür. Bu ipler bir iki karış aralığında örülecek hasırın genişlik ve uzunluğuna göre yere serilir, kopmayacak şekilde gerdirilir. Araları sele, sepet ,halı örer gibi kamışla örülmeye başlanır. Çayır otundan örülen iplerde kopma olursa veya kısa gelirse ekleme yapılır. Hasırın örme işlemi bitince yine dağılmasın diye gıylama yapılır. Gıylama örme işlemi bitiğinde son uç noktanın içteki örgülerle bağlanmasıdır.


55-KİLİM DOKUTMA: Eskiyen kullanım dışı bırakılan, çamaşır, yatak, yorgan yüzü gibi bezler atılmaz, değerlendirilir. Yarım cm, bir cm genişliğinde kesilerek yumaklar halinde sarılır, bunlar biriktirilir. Bir iki kilim veya yolluk olacak kadar olduğunda, il veya ilçede bulunan kilim dokumacılarına götürülerek, kilim veya yolluk dokutulur. Dokutulan kilim ve yolluklar evde tabana sergi olarak kullanılır.


56-MİNDER YAPMA: Kilim dokutmada olduğu gibi eski pala pırtı parçaları yapılacak minder büyüklüğü bir bez içerisine doldurularak dikilir. Üzerine de minder yüzü dediğimiz bir bez dikilir. Minder yüzünün dört köşesinden bir köşesi sürekli söküp dikilebilecek şekilde bırakılır ki, esbab yumada (çamaşır yıkamada) sökülüp, yıkanıp tekrar dikilsin. Yıkamadan sonra yapılan bu işleme minder çekme denir. Pala pırtıdan minder yapıldığı gibi, koyun yününden de yün minderler yapılır.


57-YATAK, YASTIK YORGAN YAPMA: Yıkanmış yünler yün çubuğu ile iyice çırpılır. Yatak ve yastık için çırpma yeterlidir. Yorgan içinse çırpmadan sonra yün tiftilir. Yün iki elle açılarak daha kabarık hale getirilir. Çırpılan yün çok eskiden bit bezi, sonradan kaput bezi dediğimiz üç kenarı dikilmiş bezin içerisine doldurulur. Bu bezin dikilmiş halinede yastık, yatak, yorgan melefesi denir. Yün doldurulduktan sonra melefenin ağzı dikilir. Üzerine birde yatak, yastık yüzü çekilerek yatak ve yastık yapılmış olur. Yorgan da ise melefeye serilen yün üzerine seten dediğimiz parlak kumaş serilerek çeşitli örneklerle dikilir. Melefe tarafınada bir çarşaf dikilir. Bu çarşaf her yıkamada sökülür tekrar dikilir. Bunada yorgan çekme denir. Yorgan dikmede bir ustalık işidir. Yorgan dikenlere belli bir ücret karşılığı dikilecek yorganlar diktirilir .Yatak, yastık ve yorgan ihtiyaç haricinde oğlan ve kızların çeyizi için mutlaka yapılır.


58-PESTİL KAYNATMA: Pestil köyümüzde yetişen zerdali, erik, dağ eriği (dari) gibi meyvelerin çekirdekleri çıkarılıp kaynatılarak belli bir kıvama geldiğinde, tapla, temiz tahta, sini gibi eşyalar üzerine serilerek kurutulur. Kurutulan pestil öyle yendiği gibi kışın cıvıtılarak ekmeklede yenilebilir.


59-SALÇA KAYNATMA: Güz mevsiminde bostandan toplanan domatesler doğranır, bir hafta bekletilir. Kevgirden geçirilerek çekirdekleri süzülür. Leğen yada kazanla kaynatılır. Salça kıvamına geldiğinde soğumaya bırakılır. Kışlık olarak saklanacak salça tuzlanarak çömleklere doldurulur.


60-PEKMEZ KAYNATMA: Üzümden pekmez elde etmek için üzümler bir bunar oluğunda temiz bir çizme giyilerek çiğnenir, şırası alınır. Alınan şıralar kaynatılacak leğenlere doldurulur. Ateş üzerinde kaynatılır. Kaynatırken sürekli dibine tutmasın diye karıştırılır. Maya olarakta tatlanması için beyaz pekmez toprağı atılır. Bu toprak köyümüzde eski goru'nun türü dişli tarafında goru'nun bitiminde bulunmaktadır. Pekmezin olduğunu anlamak için tahta kaşıkla bir tabak içerisine kaynayan pekmez damlatıldığında dağılmıyorsa olmuş demektir. Yapılan pekmez soğutulduktan sonra pekmez küplerine ve çömleklerine doldurulur. Köyümüzün üzm bağları bakımsızlıktan dolayı kuruduğu için, günümüzde pekmez hazır olarak alınmaktadır.


61-PİNİR (PEYNİR) YAPMA: Süt ılıtılarak peynir mayası ile çalınır. İki saat kadar uyumaya bırakılır. Ateş üzerinde kısa süre pişirilir. Tülbent gibi ince bezli bir torbadan süzülerek üzerine taş gibi bir ağırlık bastırılır. Bu şekilde yenildiği gibi kışlık içinde doğranıp tuzlanarak peynir çömleklerine basılır. Dolan peynir çömlekleri, ağzına asma yaprağı konularak yaprağın üstü çamurla sıvanır. Çamurun üzerine gıyan taşı kapanarak ters çevrilmiş şekilde özellikle ahırda hayvan pisliğinin değmediği, hayvanların saman yediği oluklar altına, toprak kazılarak gömülür. Kışında çıkartılarak yenir. Bu çıkartma işleminede pinir sökme denir.


62-TURHAN (TURFAN) VE YAYIK ÇALKALAMA, TEREYAĞI YAPMA: Turhan altı dar ortası geniş ağız kısımına doğru daralan, iki tane kulpu olan, kulp bölgesinde havalandırma deliği bulunan topraktan yapılmış çanak, çömlek grubundan bir kaptır. Yoğurttan yağ elde etmeye yarar. Yağlı yoğurt turhana doldurulur. Yoğurdun miktarına göre su eklenir. Yazın yağ erimesin diye soğuk su eklenir. Turhana girecek su yazın ya sabaha kadar ayazlatılır, yada köyde soğuk akan bunarların suyundan getirilir. Köyümüzde hıdır, kesimli gibi bunarlar yazın turhan çalkamaya suyu elverişli bunarlardı. Kışın çok soğuk günlerde de turhan çabuk olsun diye çok az sıcak su damlatılır. Yoğurt ve su konulan turhanın ağzı turhan kapağı dediğimiz hayvanın işkembesinden yapılmış kapakla kapatılır, sıkıca bağlanır. Hava deliğine de bez kapatılır. Turhanı çalkalayacak kişi yere yatık turhanı oturduğu yerden çalkalamaya başlar. İlk başlandığında turhanın ağzındaki kapak şiştikçe, hava deliğindeki bez çıkarılıp takılmak suretiyle havası alınır. Çalkalayan kişi bazen dinlendirilir. Çünki yağın oluşumu otuz, kırk dakika bazen bir saati bile bulabilir.

Turhan olduktan sonra bir kazana yada kovaya aktarılır. Yağ ayranın üzerine çıkar. Yağlar tahta bir kaşıkla toplanır. Ayran kaput bezinden yapılmış yoğurt torbasına doldurulur. Üzerine ağır bir madde konur. Suyu süzülmeye bırakılır. Suyu süzüldükten sonra içinde kalan yoğurt alınır. Bu yoğurda torba yoğurdu deriz. Alınan yağ ise bir kap içerisinde bolca temiz suyla defalarca yıkanır. Yağda ayran bulaşığı kalırsa, bu ileride kokuya ve acımsı bir tada sebep olur. İyice yıkanan tereyağı taze olarak tüketildiği gibi, kışın yağ ihtiyacını gidermek için, yağ tuzu dediğimiz kaya tuzunun ince parçalarıyla tuzlanarak yağ çömleklerine basılır. Evin en serin yerlerinde muhafaza edilir.

Turhanda yağ elde edildiği gibi, köyümüzde aynı zamanda ağaçtan yapılmış yayıkta, yağ olacak yoğurt çalkalanarak yağ elde edilirdi. Genelde iki ucu urganla evin ağaç direklerine bağlanarak sallanan yayık kullanılırdı. Eski yerleşim yerine elektirik geldikten sonra turhan ve yayık yerini elektirikli yayıklara bıraktı.


63-GURULUK GURUTMA: Yazdan kışa hazırlık için bostanda yetiştirilen veya pazardan alınan sebzeler kurutulur kışında tüketilir. Patlıcan, biber, dolma biberi, bamya gibi sebzeler iplere dizilerek, domates dörde beşe bölünecek şekilde arası açılarak kurutulur. Nane kurutulup üfelenir. Yeşil fasulye bıçakla dilinerek serilip kurutulur. Yapılan bu işlemlere kuruluk kurutma denir. Bostandan sökülen soğanlar, saç örgüsü gibi örülerek kuruması için duvarlara veya iplere asılır.


64-ÇİR YAPMA, MİYVA GAGLAMA: Erik ve zerdalinin çekirdekli ve çekirdeksiz kurutulmasına çir, elma ve armutun kurutulmak için dilimlenmesine gaglama, hepsinin kurutulmuş pişmiş halinede çir ve hoşaf deriz. Erik, zerdali, kayısı, dilimlenmiş elma, armut, bezler, siniler, taplalar üzerinde kurutulur. Küçük torbalara doldurularak, Ramazan da ve ara zamanlarda isteğe göre hoşaf pişirilip tüketilir. Cevizi kabuğundan ayırma işleminede gâlleme denir.


65-ET KURUTMA: Kurbanın iyâ (kaburga) kemiklerinden aşure pişirmek için ve yazın kesilen hayvanlardan kalan etleri uzun süreli muhafaza etmek için, etli bırakılan kemikli etler tuzlanıp iplere dizilerek evin astarlarına asılarak kurutulur. Kışında beyaz fasulye, nohut gibi yemeklerin içine atılarak tüketilir. Bana göre lezzeti taze etten daha lezzetli olurdu.


66-MİYVA (MEYVA) TOPLAMA: Yazın başlamasıyla olan yazlık meyveler toplanarak taze olarak tüketildiği gibi, kurutularak kışa hazırlıkta yapılır. Köyümüzde yazın olan, kışa kadar beklemeyen meyveleri şöyle sıralayabiliriz. Kiraz, vişne, zerdali, kayısı, dut, çördükler, yaz elmaları, yaz armutları, erik. Çördük armutgil grubundan olup,armuttan küçük, deste basan, eşki çördük, tengelek çördük gibi çeşitleri vardır. Yaz dönemi meyvaları kimi elle toplama, kimi sırıkla çırpma yöntemi ile toplanır. Yazın sonlarına doğru güz mevsiminin başlangıcında armutlar olmaya başlar. Karamur armutu, esköy armutu, taşlı armut, turşu armutu, kış (Ankara) armutu gibi çeşitleri vardır. Ahlatlarında önce olanlarına yaz ahlatı, sonra olanlarına kış ahlatı denir. Kendi yetişen ve yenen kuş burnu, alıç, yimişen, karamık, dağ eriği, dağ elması gibi meyvelerde son güz döneminde olgunlaşır.

Güz mevsiminde kışa dayanıklı meyvalar zedelenmeden elle ve ağacın yüksek yerlerindekiler bir sırığın uç tarafı yarılıp ağzı dört çatal olan harp kapan dediğimiz meyva toplama araçları ile toplanır. Yaralanan meyvalar önce tüketilmek için ayrılır. Yarasız toplanan kışa dayanıklı, kış armutu, elma, ayva gibi meyveler samanlıkta saman üzerine döşenir. Sandıklara doldurulur ve evin serin yerlerinde muhafaza edilir.


67-TOSUN-TEKE BÜKME: Öküz ihtiyacını karşılamak için yiğit erkek tosunun erkekliği kısırlaştırılarak öküz olması sağlanır. Aynı şekilde erkek keçilerinde erkekliğinin kısırlaştırılması işlemine bükme denir. Bükme işide her kişinin yapacağı bir iş değildir. İlmini bilen bükme işini öğrenen kişiler tarafından yapılır.


68-AT, EŞEK, ÖKÜZ NALLAMA: At, eşek, katır, öküz gibi bu hayvanlar Anadolu'da olduğu gibi köyümüz Kozayağı'ında da yük taşıma, tarım yapma, binek olarak kullanıldıkları için, sürekli dağa bayıra gittiği için, ayak tırnaklarında tahribatlar oluşmakta, ayakları yaralanmaktadır. Bunu önlemek için ayak tırnakları demirden çember biçiminde yapılmış nal dediğimiz bir çeşit koruma aracı, mıh denen çivi ile hayvanların ayak tırnaklarına çakılır. Bu işi yapanlara nalbant denir. Eskiden köyümüzde at, eşek, öküz nallayan ustalarımız vardı. Bu ustalar ihtiyaç halinde kendilerine söylendiğinde nallama işini yaparlardı.


69-SÜPÜRGE TOPLAMA: Satın alma süpürge dediğimiz il ve ilçeden alınan süpürgeler çıkmadan önce, kendi süpürgemizi kendimiz yapardık. Papatya ve koyun gözü dediğimiz süpürgelik otlar yazın toplanarak tutam tutam yapılıp eve getirilir. İhtiyaç durumuna göre tutam halindeki süpürgeler saplarından bağlanıp, süpürge haline getirilir. Papatya süpürgesi biraz sert düştüğü için tabanı toprak olan yerler papatya süpürgesi ile, hasır, kilim, halı üstleri koyun gözü süpürgesi ile süpürülmesi tercih edilirdi. Eskiyen süpürgeye de gaza süpürgesi denir.


70-DEYNEK VE YÜN ÇUBUĞU KIZARTMA: Deynek yapılacak deyneklik ağaç ve yün çubuğu yapılacak, mümkün mertebe az budaklı yün çubukluk ağaç, yakılan bir ateşte yakmadan ağacın kabuk altı kızarana kadar ateşte çevrilir. Kabuk altı kızardığında ateşten çekilerek kabuğu soyulur. Kızartılan ağaç deynek ve yün çubuğu daha sağlam ve dayanıklı olur.


71-AVGIN ALMA: Tarla ve bostan da yer altı sularının toprak yüzüne vurması ile ekim alanı azalır, ekin arpayı su keser yani çürütür. Bostan ekilemez. Bunun için su çıkan tarla ve bostanın su çıkan yerine avgın alınır yani döşenir. Su çıkan yerin ortalarına altmış, seksen cm genişliklerinde, yetmiş cm, bir metre derinliklerinde toprak, kanal şeklinde suyu tarla yada bostan dışına çıkartacak kadar uzunlukta, suya akıntı verilecek şekilde meğilli kazılır. Su bu avgın içinde toplanır. Kazılan çukurun yan taraflarına yüksek taşlar dikilir. Dikilen taşların üstü gıyan dediğimiz yassı taşlarla kapatılır. Üzerine ince çakıl serilir. Çakılın üzerin de daha küçük çakıl taşlar veya kum serilir, toprakla kapatılır. Çıkan su bu avgında toplanıp, bahçe ve tarla dışına verilerek daha çok verim alınır.


72-TARLA TAŞI TOPLAMA: Özellikle dağ kısımında ki tarlalarımız taşlı olduğu için bu taşlar tarlanın ekim alanı ve verimi artsın diye toplanır. Sökülen ve toplanan büyük taşlar ve çakıllar duvar örülecek yerler varsa orada kullanıldığı gibi, tarlanın sınırına da dizilir. Küçük taşlar çakıllar bazende tarlada köklü sökülemeyecek taşların üstlerine yığılır. Bu yığıntıya çeğil deriz.


73-KERPİÇ KESME: Eski yerleşim yerindeki evlerimiz toprak yapı olduğu, şimdiki imkânlar olmadığı için duvarda kullanmak için bu günün piriket ve tuğlası yerine topraktan kerpiç dökülürdü. Hatırladığım kadar ortalama kerpiç büyüklüğü yirmi cm ye, on cm idi. Kerpiç dökmek için önce kerpiç yapılacak toprak bir yerde yığılır. İçine saman karıştırılarak çamur karılır. Saman çamurun kerpiç oluşumunda çatlamaması ve daha sağlam olması için kullanılır. Kerpiç'in büyüklüğüne göre tahtadan ölçü ile dört yada iki gözenekli kalıp yapılır. Kerpiç dökümünde çiğneyici yani dökücü ve çamuru taşıyanlar vardır. Düzgün çimenlik bir yerde karılan çamur, el arabası, kova, teneke gibi araçlarla kerpiç kalıbına taşınıp boşaltılır. Çiğneyen kişi kalıpta ki çamuru iyice çiğner sıkıştırır. Elinde ki bir bezi suya ıslar üstünü şimşirler (suyla çamurun üstünü iyice cıvıklaştırır, düzler), kalıbı bozmadan kaldırır. Çamur halinde dökülen kerpiçler, kuruyunca duvarda kullanılır.


74-KİRMAN EĞİRME, ÇORAP ÖRME: Kirman iki veya dört çatallı olur. Yaptığım araştırmalar neticesinde, iki çatal kirmanı, Türkmen kardeşlerimizin, dört çatal kirmanı Yörük olanların kullandığını öğrendim. Köyümüz Kozayağında da kirmanlarımızın dört çatal olduğunu hatırlıyoruz. Çorap, kazak örmek için yün ve tiftik, tiftilerek sol kola sarılır. Yünün ucu kirmanın üst tarafına bağlanır. Sağ elle kirman çevrilir. Kirman dönerken iki elin parmak uçları ile yün ince ince ip olacak kalınlıkta yukaru doğru açılır. Kirman döndükçe bir birine sarılan yün sıklaştıkça ipleşir ip olur. Kirman yere değince durur. Oluşan ip kirmana sarılır ve bu şekilde devam edilir. Kirman çatalları iple dolunca boşaltılır, sarılır yumak yapılır. Bu ipten kazak örüldüğü gibi, daha çok çorap örülür. Yün ve tiftik çorabı iki örme şekli vardır. Biri tek şişle, diğeri de beş şişle. Tek şişle örülen çorap çabuk örülür ama biraz kaba düşer. Beş şişle örülen çorap daha kullanımlı, zarif, tek şişle örülene görede çok az incedir. Örülen çoraplar eskiden yaz, kış giyilirken, sonradan fabrikasyon çoraplar üretilince sadece kış mevsiminde giyilmeye başlandı. Günümüzde de artık pek kullanan kalmadı.


75-İŞLEME İŞLEME: Eskiden analarımız, ebelerimiz, bacılarımız kendi çeyizini kendi el emeği ile hazırlarlardı. Bunun içinde yastık yüzü, yatak odası çeyizi, namazla, bohça, mendil, işlerlerdi. Yazma, yemeni, tülbent kenarlarına tığ'la, masıra ipiyle boncuk örerlerdi. İşleme ipliği ile etamin dediğimiz kumaş ile, patıska üzerine örnek çıkartma için takılan kaneviçelerle işleme yaparak çeyizlerini hazırladıkları gibi, akraba, konu komşu düğün nişanlarında da hediye olarak verirlerdi. Eskiden elektirik olmadığı için bu işlemeler genelde uzun kış gecelerinde gaz lâmbası ışığında işlenirdi.


76-GÜNEŞLÂYE ÇIKMA: Kışın havanın iyi olduğunda güneş olduğunda, baharın, güz mevsiminde boş olan zamanlarında dam arkalarına çıkıp oturulur. Erkekler kendi aralarında sohbet ederler, birazda birilerini eleştirirlerse iyi gumbara gaynattık derlerdi. Kadınlar, gelinler, kızlar da kendi aralarında güneşlâ de sohbet ederler işleme işlerlerdi. Ama erkeklerin olduğu yerlere çıkmazlardı.


77-KURBAN KESME, ADAK ADAMA: Kurban vacip olan kişiler kurban bayramına yakın kurbanlıklarını ayarlar. Kimi kendi evinde davar kestiği gibi, büyükbaş hayvana, hayvanın cüssesine göre yedi kişiye kadar ortak olarakta girilir. Bayram namazı kılındıktan sonra, sabah aşı (yemeği) yenilir. Kurban kesilecek yere çukur kazılır. Kurban kesilip parçalandıktan sonra kalan artık parçalar bu kuyuya doldurulur. Kavurma piştiğinde mutlaka toplu kişiler çağrılarak kavurma yedirilir, Kur'an-ı Kerim okunur dua yapılır. Kurban eti üçe bölünür biri gelen misafire, biri ev için ayrılır, biri de kurban kesemeyenlere pay olarak dağıtılır.

Vacip olan kurbanın dışında birde adanan kurban vardır. Oğlunun asker den sağ salim geldiğinde, çocuğu olduğunda, bir hastalıktan şifa bulduğunda gibi. Bu adaklar normal olarak adandığı gibi, yatırlar vesile edilerekte adanır. Eğer yatır vesile edilerek adandıysa mümkün olduğu kadar o yatırın yanında kesilir. Kurban adayan etini yemez, bir fakire yiyeceği etin parasını verip yiyebilir.


78-YAĞMUR DUASINA ÇIKMA: Havaların kurak gittiği dönemlerde köyümüz insanları aralarında yaptıkları istişare ile yağmur duasına çıkılmasına karar verir. Hem Yaradan'dan rahmet istenir, hemde bu vesile ile köyün yaşlısı genci, kadını kızı bir araya gelir, kaynaşma ve birliktelik olur. Bu arada da kesilecek kurbanlar alınır. Kurbanların parası dökülen döküme göre toplanır. Kullanılacak yağ, bulgur, kazan, leğen, kepçe, kaşık tepsi gibi malzameleri herkes evinden gönüllü getirir, getirmek içinde can atar. Sonuçta yapılan Allah rızası için yapılmaktadır. Hayır işlemek isteyenlerden maddi durumu iyi olanlarda, biraz fazla katkı da bulunarak kurbanlar hazırlanır. Davarı çok olanlar yerine göre davar bağışlar. Yağmur duasına çıkılacağı gün tesbit edilir, o gün sabah herkes köyün içinde bir yerde toplanır. Önce köyün içindeki yatırlar okunur. Ertesi günlerde topluca erkekler önde, kadın ve kızlar arkada köyün dışındaki yatırlar birer birer gezilir. Yatırların başında dualar edildiği gibi yolda giderken de dua edilir, topluca amin denilir. Çünki inancımıza göre Allah katında toplu dualar daha makbuldür.

Yatırlar gezilirken yanından geçilen bunar ve çaylarda çocuklar ve gençler ıslanır. Kimi gönüllü kendini suya atar. Kimilerini zorla suya bastırırlar. Yatırları dolaşma (gezme) işlemi iki üç gün sürer. Son gün artık belirlenen yerde kurbanları Allah rızası için kesme günüdür. Yer olarakta genellikle Sarı Dede seçilir. Bu günde büyük küçük hemen hemen iş yapmayan kişi kalmaz. Kurbanlar kesilir, etler ve kemikli etler ayrılır. Ocaklar kurulur, ateşler yakılır, kazanlarla, leğenlerle etler pişirilir, pilavlar salınır. Her aile evinden payına düşen et ve pilavı almak için tepsi ve kaşıklarını ekmeklerini getirir. Etler pilavlar piştikten sonra dağıtım yapılır. Topluca orada yemek yenilir ve topluca yine dua yapılır. Payına düşenden orada yenmeyen eti, pilavı herkes evine götürür. Yemek ve duadan sonra yine yardımlaşma usulü ile bulaşıklar yıkanır, ortamın temizliği yapılır, herkes getirdiği malzamesini alır ve dağılır.


79-MANTAR TOPLAMA: Mevsim hava sıcaklıklarına göre ortalama olarak Mayıs ayı sonu ve Haziran ayı başları mantarların çıktığı dönemdir. Yağmur ve sıcaklık durumuna göre mantar olur yada olmaz. Yağmurun bol olduğu yıllarda, güneşte bol olursa mantar bol olur. Güz mevsiminde de mantar olur yenir ama, köyümüz baharın çıkan mantarı daha çok tercih eder. Mantar çok lezzetli olduğu gibi her mantar da yenmez. Allah vermesin bilmeyen biri yanlışlıkla zehirli mantar yerse zehirlenir, ölüme kadar götürür. Ülkemizde yenen çok çeşit mantar türleri vardır. Kozayağı köyü olarak bizler atalarımızdan gördüğümüz bildiğimiz mantar çeşitleri dışında, yabancı gördüğümüz bir mantarı yemeyiz. Köyümüzde bilinen ve yenen mantar türleri, tek kulak (cincaloz), çanak mantarı, gök göbek, toprak kaldıran dır. En fazla toplanan ve yenen çanak mantarı (kültür mantarı) ve gök göbektir. Her toprak ve her yerde de mantar bitmez. Bildiğimiz mantar evlekleri olur. Bu evleklerde daha çok çanak mantarı biter. Gök göbek gevenlerin diplerinden de çıkar. Daha çok köyümüzde dağ kısmında olur. Büyüklerimizden duyduğumuza göre mantar biten yerin otu koyu renkte olur. Çanak mantarı közde közlendiği gibi, haşlanarak kavurmasıda yapılır. Gök göbeği közlemeyip sadece haşlayarak kavurmasını yaparız. Gök göbek haşlandığında çanak mantarına göre daha fazla kalır. Kavurma ve közleme haricinde, mantarlı bohça hamuru (mantı) yapılır. Araştırmacılar mantarın besin değerleri olarak etten daha zengin olduğunu söylüyorlar.


80-AĞAÇ DİKME: Ağaç dikmeye teşvik eden hadis-i şerifler
'Kıyamet kopmaya yakınken elinizde bir ağaç fidanı varsa ve onu dikmeye vakit bulabilirseniz onu dikin'. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 184, 191)

'Kim bir ağaç dikerse onun için ağaçtan hasıl olan ürün kadar Allah sevap yazar.' (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 5/415)

'Her kim boş, kuru ve çorak bir araziyi ihya ederse bu amelinden dolayı Allah tarafından mükâfatlandırılır. Herhangi bir canlı ondan faydalandıkça orayı ihya edene sadaka yazılır.' (Münavi, Feyzu'l-Kadir, 6/39)

'Müslümanlardan bir kimse bir ağaç dikerse o ağaçtan yenen mahsul mutlaka onun için sadakadır. Yine o ağaçtan çalınan meyve de onun için sadakadır. Vahşi hayvanların yediği de sadakadır. Kuşların yediği de sadakadır. Herkesin ondan yiyip eksilttiği mahsul de onu dikene ait bir sadakadır.' (Müslim, Müsakat, 7-10, 12)

Peygamber Efendimiz'inde buyurduğu gibi ağaç dikmenin ve yetiştirmenin dinimizde önemli bir yeri vardır. Ağaç dikmenin önemini bilen büyüklerimiz severek ve isteyerek mümkün olduğu kadar su olan yerlere ağaç dikmeye çalışmışlardır .Bugün köyümüzde bulunan ağaçların bir çoğu babalarımız, dedelerimiz tarafından dikilmiştir. Bugün halâ bizler bu ağaçların meyvesinden, odunundan, çırpısından, gölgesinden faydalanmaktayız. Rahmetli büyüklerimizden duyduğumuza göre köyümüzün bağlar mevkiindeki, bağlardaki o ağaçlar ve batmış olan halâda bazı yerlerinde bulunan üzüm asmalarını atalarımız ne zaman diktilerse, ilk diktiklerinde o sarp dik yokuşlu yere asma ve fidanları diktiklerinde, yorulmadan yılmadan bağların dereden su taşıyarak sulamışlar. Kendi biten ahlat fidanlarını hayvan dışkısıyla hayvanlar yemesin diye sıvayıp, büyütüp, kalem aşısı, göz aşısı, kabuk aşısı gibi yöntemlerle aşılayıp meyve ağaçlarına dönüştürmüşler. Nerede bir su görseler mera da olsa suyun ayağına söğüt kavak dikmişler. Bunun içinde eskiden söylenen köyümüzde meşhur bir söz vardı.<<Dikme dikenindir>> Dikilen ağaçlara bir çocuk gibi bakılır, suyu verilir, dibi çapalanır, otu alınır, hayvanlar kemirmesin, yemesin diye açık arazi de ise çalı çırpı ile çevrilerek muhafaza edilirdi. Atalarımız da gördüğümüz bu ağaç dikme ve yetiştirme sevdası ne yazık ki günümüzde eskisi kadar önemsenmiyor.

Kozayağı köyünde kendi yetişebilen ve yetiştirilen ağaç türleri şunlardır:

Meyvesiz veya meyvesi yenmeyen ağaçlar: Söğüt, salkım söğüt, kavak ve çeşitleri, selvi, meşe, patlak ,kara ağaç, çam, pür, açalı,değişik çalı türleri.

Meyvesi yenen kendi yetişen ve yetiştirilen ağaçlar: Elma, elma çeşitleri, armut ve çeşitleri, ayva, muşmula (beş bıyık), ovaz, çördük ve çeşitleri, erik, erik çeşitleri, dut, kiraz, vişne, zerdali, kayısı, üzüm, ahlat ve çeşitleri, şeftali, fındık, karamık, yimişen, kuş burnu, alıç, dağ eriği, tuzla çalısı üzümü, dağ elması.


81-ÇALGI TOPLAMA: Bahar mevsiminin sonlarında ve yaz aylarında harman ve dam (ahır) çalmada (süpürmede), evin önlerini süpürmede kullanmak için çalgı toplayıp bağlanır. Meyvesine kuş üzümü dediğimiz, olgunlaşınca çok küçük ince uzun üzümlerinin olduğu, tazeyken de yapraklarını yediğimiz, küçük dikenleri olan tuzla çalısından, bıçkı dediğimiz ucu testere ağızlı bıçakla veya toplaması biraz zor olur ama normal bıçakla, çalgılık çalı kesilir. Yapılan bu işe çalgı toplama denir. Kesilen çalgılık çalının uçları, çok dallı olanları tercih edilir. Kesilen çalgılık çalı, saplarının dikenlerden temizlenmesi için sapları soyularak bir avucu dolduracak kadarı bir araya getirilir ve bağlanır. Sığır kuyruğu dediğimiz bitkiden de harmanı çalmak (süpürmek) için çalgı bağlanır. Sığır kuyruğundan yapılan çalgı, çalıdan yapılan çalgıya göre zayıftır, az dayanıklıdır. Sığır kuyruğunun tozuda insan tenine değince kaşıntı verdiği için çalıdan çalgı daha kullanışlı, uzun ömürlü ve daha çok tercih edilendir.


82-OT TOPLAMA: Yetiştirilen sebzelerin dışında, toprakta kendi yetişen sebze türü otlar içerisinden adına ot toplama dediğimiz, köyümüz Kozayağı'nda bilinen yenen otlar, bulunduğunda toplama yapılmadan kökleri, filizleri ve tohumları yenen otlar şunlardır. Bu otlar içerisinde çiğ olarak yenenler olduğu gibi kavrulup, pişirilip yenenlerde vardır. Bir de hem çiğ, hem pişirilen, hem de dolması sarılarak yenenler vardır. Bazı otlardan da otlu ekmek yapılır.

Cınnak: Çiğ olarak yenir. Son güz ve kışın bittiği zamanlarda toplanır. Sade ve şebitle (yufka) sarılarak yenir.

Yemlik: İlkbaharda çıkar. Sade ve şebitle sarılarak yenir.

Çıtlık: İlkbaharda çıkar. Sade ve şebitle sarılarak yenir.
Kartaldığında yaz aylarında sakızı da kanatılır.

Tekecen: İlkbaharda çıkar. Sade ve şebitle sarılarak yenir.

Isırgan: İlkbaharda çıkar. Çiğ yendiği gibi kavrularak kavurması yenir. Otlusu (otlu ekmek) yapılır.

Hardal: Sade ve şebitle sarılarak yenir.

Kadılamak (Madımak): Çiğ yenir. Salatası yapılır. Pişirilip madımak aşı yapılır. Otlusu yapılır. Kış içinde kurutulur.

Ebemgümeci: Çiğ yenir, kavrulur, dolması sarılır. Otlusu yapılır.

Soğukluk(Semiz otu): Çiğ yenir. Salatası yapılır. Kavrulup aşı yapılır.

Sirken: Daha çok bostanlarda biter. Kavrulup yenir.

Ekme Sirkeni: Bostanlarda tohumunu yere düşmesiyle biter. Olmayanlar tohumunu alarak bostanına saçarlar. Kavrulup yenir.

Yaban Pancarı: Kavrularak yenir.

Toklu Başı: Kavrularak yenir.

Lilek Burnu: Kavrularak yenir. Daha çok otlusu yapılır.

İnek Memesi: Dağda çayırlık yerlerde daha çok yetişir. Çayır otuna benzer. Kökü yenir.

Deve Tabanı: Tarlalarda yetişir. Nohut büyüklüğündeki kök tohumu yenir.

Sarı Çiğdem: Nohut büyüklüğündeki kök tohumu yenir.

Tengel Dikeni: Dikenleri ve kabuğu soyularak filizi yenir.

Emzik: Mor renkte çiçek küçük çiçekler açar. Çocuklar çiçeğinin sütünü sorar.

Gartlangavuk: Yemliğin sarımtrak renkte olanıdır. Sade ve şebitle sarılarak yenir.

Su Teresi (Gerdeme): Doğal kaynak suyu ayaklarında yetişir. Sade ve şebite sarılarak yenir. Zaten diğer bir adıda Gerdeme dir. Köyümüzde Gerdeme mevkiinde terelik dediğimiz yerde bolca yetişir.

Gazayağı: Doğal kaynak suyu ayaklarında yetişir. Sade ve şebitle sarılarak yenir.

Çayır Yemliği: Yemliğin bir diğer çeşididir. Çayırlık alanlarda yetişir. Sade ve şebite sarılarak yenir.

Kuzu Kulağı: Sade yenir. Ekşi ve mayhoşlu bir tadı vardır. Kara bayırlar da daha çok yetişir.

Bayır Nohutu: Bildiğimiz nohutun dağda kendi yetişen cinsidir. Ekilen nohutun çiçeği beyaz, bayır nohutunun çiçeği mor olur. Tuzuda normal nohuttan fazladır. Kara bayırlar da daha çok yetişir. Bakıldakların içindeki nohutu yenir.

Mürdümük: Fiğgillerden beyaz çiçek açar. Tarlalar da kendi biter. Bakıldakları içindeki taneleri yenir.

Kekik: Köyümüzde dağ ksımında bolca yetişir. Güzel kokuludur. Çayı içilir, kurutulup yemekler ve özellikle mangallık et ve köfteye az miktarda katılır.

Papatya: Çeşidi çok bir bitkidir. Sarı, beyaz çiçek açanları vardır. Çayı içilir.


83-EV YAPMA: Köyümüzün eski evleri toprak yapı olduğu için bildiğimiz kadar bu evlerin nasıl yapıldığını ve bölümlerini anlatmaya çalışalım. Genelde bu evler iki katlıdır. Giriş kat ahır, samanlık, üstü ev olarak kullanılır. Evin yapılacağı yer belirlendikten sonra, temel kazılır, temele Allah rızası için kan akıtılır. Ev yapımında parası ile usta ve amele çalışıtırıldığı gibi konu komşudan yardımcı olanlarda olur. Ev yapana, düğün yapana, Allah yardım eder sözünden dolayı da ev yapana yardımcı olmak, yardım etmek aynı zamanda hayır olarak kabul edilir. Temel sağlam ve büyük taşlar ile örülür.

Evlerin alt katları ahır olarak kullanıldığı için taş duvar ile örülür. Üst katta ise tamamı taş duvar olduğu gibi, yarı kerpiç, yarı taş duvar olanlarda vardır. Taş duvarın genişliği ortalama altmış cm dir. Taş duvar örülürken önce köşe taşları düzeltilir ve köşelere yerleştirilir. Köşe taşları büyük olduğu gibi bağlantıları kurmak içindir. Köşelerin düzgün olup olmadığına taş duvar ustası şavıl dediğimiz bir çeşit duvar ölçme aleti ile ölçer. Her köşe taşı konulduğunda bu ölçüm yapılır. Duvar örülürken alt kata küçük pencereler ve hayvan dışkısını dışarı atmak için temek dediğimiz küçük pencereler konur. Çalışan usta ve amele dediğimiz işçilerin (ırgatların) yemeği ve sigarası ev yapan kişi tarafından karşılanır. Alt katın duvar örme işlemi bitince ahırda yapılacak bölmelere göre yiğit ve sağlam ağaçlardan bir duvardan diğerine uzanacak şekilde oklar atılır. Ok altına sağlam ağaçlardan direkler vurulur. Ahırın bölmeleri bu direkler arasına kerpiç örülerek yada sık aralıklarla ağaç dikilerek çamurla doldurularak kapatılıp bölünür. Bir tarafı büyük baş hayvanlar için, bir tarafı koyun, keçi için ayrılır. Atılan okların üzerine soymalar döşenir. Soymaların aralarına mertek dediğimiz bilek kalınlığında sırıklar döşenir. Ağaçlardan dallı yapraklı çırpılar kesilerek merteklerin üzeri kapatılır. Bu arada evin içinden dışarı çıkmadan ahıra inmek isteyen, isteğine göre kepennik dediğimiz bir insan sığacak kadar evin tabanından ahıra inecek küçük bir açık yer bırakır. Toprakla saman karıştırılarak suyla karılan harpıç dediğimiz çamur, en son döşenen dallı yapraklı çırpılar üzerine atılır. Bu atılan harpıç aynı zamanda üst kat evin tabanıdır.

Üst katın yine taş, kerpiç ile duvarları örülür. Oda pencereleri bırakılır, bazı odalara içine bardak, çay, şeker gibi malzameler koymak için küçük gömme dolaplar bırakılır. Duvar örme bittikten sonra yine alt kat gibi oklar atılır direkler dikilir. Soymalar, mertekler, dallı yapraklı ağaç çırpıları döşenir. Üzerine yine harpıç atılır. Kaş (dam) dediğimiz evin üst tavan kısmına harpıçtan sonra yağlı çoraktan toprak serilir ve yuvakla sıkıştırılır. Direkler alt kattaki okların üzerine gelecek şekilde dikilir. Odaların bölmeleri ayrılır. Bu bölmeler kerpiç yada sıkça yan yana dikilen ağaçlar ile bölünür. Araları harpıçla kapatılır. Kabası biten evin odaları çamurla sıvanır, kapıları takılır, kapı altlarına ağaçtan işşikler konur.

Eski köyümüzde ki evlerde evin bölmeleri genelde ve çoğunlukla şöyle olurdu. Alt kat ahırda büyük baş hayvanların olduğu yer, tahta veya sırıklarla bölünüp, tahta veya sırıklardan yapılmış çiten dediğimiz kapısı olan buzağılık, diğer bölümde, koyun keçilerin olduğu yer ve buzağılık gibi ayrılan döllük, oluktan ve duvar örülerek yapılan ahırlar (yemlikler), samanlık, samanlık ekte ise samanlığa açılan bir kapı. Ahırın dış kapısı ve evin önünde çitlerle çevrili, çiten kapılı avlu.
Ev olarak kullandığımız üst katta ise, aralık, aşan evi (mutfak) ve bir köşesinde abdest almak için hamamlık, aşan evinin bir köşesinde aş, yemek pişirmek için ocaklık, aralık veya aşan evi duvarında sergen (kap kaşık konulan raf), tandır evi (ekmek evi), bir, iki veya üç tane oda, bu odaların bazılarında bir köşesinde banyo için hamamlık, ambar evi (bazı evlerde alt kattada olabilir), bir veya iki tane mabiyn (balkon) şeklinde sıralayabiliriz. Oturma odalarına tahtadan sedir yapılırdı.


84-ABDEST ALDIRMA: Evin büyüğüne ve ev içinde yaşayan yaşlılara evin hanımı veya çocukları, kızları, gelinleri abdest almalarına yardımcı olurlardı. Büyüklere abdest aldıracaklar el ilâni dediğimiz bakırdan veya alminyumdan yapılmış kapaklı leğen ile su dolu ibriği getirirler, büyüklerin abdestini almalarına yardımcı olurlar,omuzlarında getirdikleri pışkırı (havluyu) uzatarak el, kol, yüzlerini silmelerini beklerler, pışkırı alıp yerine asarlar, ilâne birikmiş suyuda küllüğe veya hamamlığa dökerler. Bu hizmet aile içinde küçüklerin büyüklerine olan saygı ve bağımlılığını ifade etmekteydi.


85-KÖYE GELEN SATICILAR ve SÜNNETÇİLER:

a)-Çerçici: Tuhafiye eşyası, kumaş, çeyizlik ip, boncuk satan kişilerdir. Köyümüze gelerek tezgahlarını açarlar, günlük veya birkaç gün kalır diğer köylere giderek köy köy dolaşırlar. Köyümüzde daha çok caminin önüne ve köy odası önüne sergi açarlardı.

b)-Dökmeci: Dökmeci de seyyar olup bakkal eşyası satardı. Satacağı malları at arabasından yere boşaltma döşeme işlemi yaptığı için dökmeci denirdi.

c)-Kokucu: Elinde küçük camekanlı bir çanta içerisinde bulunan küçük koku şişeleri ile gelir, koku almak isteyenlere şırınga ile gram olarak koku satardı.

d)-Dutçu: Kalecik uludere den dere boyu katır ve eşeklerle dut zamanı köye dut satmaya dutçular gelir. Heğlerle getirdikleri dutları caminin önünde satarlardı. Köye girerken dutçu geldi dutçuuu diye bağırırlar, duyan duymayana haber verir almak isteyenler cami'nin önüne gidip aldığı gibi, yolda görünce alanlarda olurdu.

e)-Kilci: Çok eskiden at arabası ile sonradan kamyon ile kilci gelirdi. Esbab (çamaşır) kili, baş kili, tuz, hayvanlara kaya tuzu satardı. Köyün girişinden itibaren geldiğinde kilci gelgi kilciiii diye bağırarak köyün orta yeri olan cami'nin önüne çıkar, ihtiyacı olanlar gidip ihtiyacına göre tuz kil alırlardı.

f)-Kalaycı: Köye geldiğinde kalaycı geldi kalaycııı diye bağırır, genelde köy odasına konaklardı. Kapları kalaylanacak olanlar bakır kaplarını görürüp kalaylatırlardı.

g)-Demirci: Köyün içine veya hemen kıyısına konaklar, çadırını kurar, körüğünü çalıştırır, ağzı yapılacak balta, çapa, kazma, nacak, keser, gibi aletlerin ağızlarını yapıp keskenleştirdiği gibi, yeni yaptırmak isteyenlere bu aletlerden de yapardı.

h)-Leblebici: At ile katır ile heybelerin gözlerinde taşıdıkları kuru üzüm, leblebi, kırık leblebi, keçi boynuzu satarlardı. Köye girişte bağırmaya başlarlardı.<<Leblebici geldi leblebici, çorap eskileriynen, naylon eskileriynen, bakır eskileriynen, alimünyüm eskileriynen, leblebici geldi leblebiciiiii.>> Almak isteyenler para ve bağırdığı bu eskileri götürerek karşılığında almak istediğini alırdı.

ı)-Ayıcı: Bir elinde deyneği, bir elinde aynın burnundan halka ve boynundan ayının bağlı olduğu zinciri, bir elinde zilli defi, bazende omzunda şebek (maymunun küçük cinsi) ile ayı oynatmaya gelirlerdi. Zilli defi çalarak türkü söyler ayıyı oynatır. Büyükler çocuklar etrafında toplanır, ayıcı ayıyı oynatır, karşılığında parsa (bahşiş) toplardı. Gönlünden kopan ayıcıya bahşiş verirdi.

i)-Sünnetçi: Eskiden bir çok yerde olduğu gibi köyümüz Kozayağında da sünnet edilecek çocuklar köye davulla gelen sünnetçilere sünnet ettirilirdi. Köye girerken biri davulu çalar biride elinde sünnetçi çantası ile sünnetçi geldi sünnetçiii diye bağırırlar. Sünnet olmayan çocuklarda bir korku başlar artık. Benide sünnet ettirecekler mi diye. Sünnet olacak çocuklar ile aileleri arasında bir kovalamaca, saklanmaca başlar. Kimi ahıra, kimi küplerin içine, kimi samanlığa, kimi ekin torbalarına girerek torbaların arasına saklanır, kimi kaçar ama nafile yakalanır elbette. Kiminin gönlünü edebilmek için para, yumurta gibi hediyeler verilir, kimi çocuklara vaatte bulunulur. Tabi ki çocuklar için hepsi boştur. Peygamber efendimizin sünneti olan sünnet olma her müslüman çocuğun olması gereken bir durumdur. Bundan da kurtuluş yoktur. Sünnetçi geldiğinde sünnet olacaklar, sünnet ettirilir, bir müddet yatarak dinlendirilir, sünnetçinin verdiği tozdan yaraya ara sıra dökülür, dolaşırken sıkıntı yaşamasın diye fistan giydirilir. En geç bir haftaya kadar herkes iyileşip dolaşmaya başlar.


86-KÖY BEKÇİSİ TUTMA: Köy muhtarı ve azaları köylününde bilgisi dahilinde bir tane köy bekçisi tutar. Köy bekçisine mavzer olan köy tüfeği zimmetlenir. Bekçi köyün ekili arazisini gezer, gözetler köye yapılacak veya yapılan her hangi bir hizmette, muhtar ve azalara yardımcı olur. Köy bekçisi belli bir hak karşılığı tutulur. Köyde ekili alanların az veya çokluğuna göre, köylüye bekçinin hakkını ödemesi için, döküm dökülür. Herkes bekçi ye ne kadar hak verecekse ekin veya vereceği ekinin tutarı kadar para ile hakkını öder.


87-ZİYAN KESME : Bir komşunun hayvanları veya insanlar başka bir komşunun bağına, bahçesine, tarlasına, evine zarar verdiğinde, o zararı karşılamak için, köy muhtarı, ihtiyar heyeti, köy bekçisi toplanarak zarar miktarını belirler, zarar gören kişiye, zarar verenler tarafında ödenmesi için karar alıp, tutanak tutarlar. İhtiyar heyetinin kesmiş olduğu ziyan miktarı, zarar veren kişi tarafından, zarar gören kişiye ödenir. Bu şekilde iki aile arasında çıkabilecek bir husumet için önlem alınmış olur. Zarar gören kişi ile, istemeyerek te olsa zarar veren kişi bu şekilde helâlleştirilir.


88-SIĞIR VE KÖMÜŞ ÇOBANI TUTMA: Büyük baş hayvanların otlatılması için, biri sığır çobanı, biri de kömüş çobanı adıyla her hayvan için iki veya üç hakla ekin karşılığında iki çoban tutulur. Bu çobanlar yine muhtar, azalar ve köylünün bir araya gelmesi ile yapılır. Köyün sığırı sabah horguyan da toplanır. Sığır yazın ekili araziler boşalana kadar dağ kısmına yaylıma gider. Sığıra yiğit, sağlığı yerinde hayvanlar katılır. Kömüşte okulun karşısındaki yolun üstündeki çatal çördük dediğimiz çimenlikte,bazen de dibekbaşında toplanır. Kömüşe yaşlı hayvanlar ve kömüş dediğimiz camız varsa camızlar katılır. Kömüş yazı kısmına yaylıma gider. Sığır ve kömüş çobanları hayvanları otlatıp akşam köye getirirler. Güzün görevleri biittiğinde haklarını güttükleri hayvan sayısınca hayvan sahiplerinden toplarlar.

89-KÖYE GELEN ELEKÇİ VE CİNGANLAR (ÇİNGENELER): Elekçi ve cinganlar köy içine, köy dışına, köy yakınlarına geldiklerinde çadırlarını kurarlar, geçici olarak yerleşirlerdi. Elekçiler geçimini kalbur, gözer, elek yaparak ve kadınları da bohçacılık yapıp bohçalarında sofra bezi, çeyizlik eşya gibi tuhafiye eşyaları satarak geçindikleri için köye pek zararları olmazdı. Cingan dediğimiz insanlar ise geçimini daha çok toplayıcılıkla yaparlardı. Bunların bazıları köyün ekili alanlarına, bostanlarına zarar verirlerdi. Onun için bu insanlar zarar verdiği anda köyde barındırılmazlardı.

90-GÛMELE YAPMA: Gûmele bostanlara yani bahçelere yağmur ve güneşten korunmak için yapılan küçük barınaklardır. Belli bir ölçüsü yoktur. Büyüklüğüne ve küçüklüğüne göre biz ortalam olarak nasıl yapıldığını anlatmaya çalışalım. Bir buçuk metre boyunda bir ağaç direk olarak dikilir. Direğe sağına ve soluna bir buçuk iki metre arası boyda birer ağaç tutturulur. Bir ağaçta, üç ağacın birleştiği noktadan arkaya doğru uzatılır. Bu ağaçlar soymadan biraz incedir. Çıkan görüntüde ki bölmeler hepsi birer çeşit kenar üçgen şeklindedir. Ön tarafı açık bırakılır. Arkaya uzatılan ağaca yerden mertek kalınlığında ağaçlar uzatılır. Merteklerin üstü naylon, eski pala, pırtı, çırpı ve otlarla kapatılıp üstüne toprak örtülür. Çok eskilerden bildiğimiz gûmele böyle iken sonradan tek odalı, bacalı, ocaklığı bulunan dört duvar örülü, kaşı bulunan gûmeleler de yapılmıştır.


91-ÇOTUL YAPMA: Olgunlaşmış ekin başağından ve tam ağarmayan bakıldakları tam olarak kurumayan nohuttan çotul yapılıp yenir. Çotul, ekin başağı ve nohut bakıldağının ateşte ala tavlı olarak pişirmektir. Ekin çotulu yapmak için ince kuru otlar yeterlidir. Kuru otun üzerine ekin başakları atılır ve ateşlenir. Ateşin durumuna göre başaklar yanacak gibi olursa üzerine toprak atılarak söndürülür. Başakta kavrulan ekin taneleri avuç içinde ovalanarak yenir. Nohut çotulu yapmak için biraz daha kuru kalın otlar veya ekin biçtiğimiz tönge kurusu üzerine, yeni ağarmaya başlayan nohut dallarıyla atılır, ateşlenir. Nohut bakıldakları içinde ki nohut, bu ateşte hafiften kavrulur. Ateşin durumuna göre nohut bakıldaklarının yanma ihtimali varsa üzerine toprak atılarak ateş söndürülür. Pişen nohut bakıldakları ayıklanarak yenir.



92-SÜT MAKİNASINDA SÜT ÇEKME: Koyun, keçi, ve ineklerden sağılan sütler, süt makinası kurularak, süt makinasın da çekilerek yağlı ve yavan süt bir birinden ayrılır. Yağlı süt pişirilip ayrı çalınarak elde edlien yoğurt, turhan ve yayıkta çalkalanarak tere yağı elde edilir. Yavan sütte ayrı pişirilerek yoğurt çalınır. Elde edlien yoğurt günlük tüketimde ve torbalara doldurularak torba yoğurdu elde edilerek tüketilir.


93-TARHANA DÖKME: Torba yoğurdu tuzlanır. Yarma ile karıştırılarak içine azda un sepelenip karıştırılarak karılır. Karılan tarhanalık yoğurt iki, üç gün bir beze sarılarak acı suyunun süzülmesi için bekletilir. Kaşlara ve mabiynlere bez, sofra bezi serilerek avuç içinde silindir şeklinde yuvarlanarak dökülür. Dökülen tarhana kurutulduktan sonra küçük torbalara doldurularak, çorbası kaynatılmak için evin serin bir yerlerinde bekletilir.


94-KÖYÜMÜZDE OKUL OLARAK KULLANILAN YERLER VE OKULLARIMIZ: Okul ve cami hakında Fikret Kumtepe ve Rasim Cangar'dan edindiğim bilgileri aktarmak istiyorum. Eski yerleşim yerinde Cumhuriyetle birlikte latin harflerine geçişte, insanların okuma yazma öğrenmesi için eğitmenler görevlendirilmiştir. O dönemlerde de okul olmadığı için köyümüzde bu eğitimler köy odalarında verilmiştir. İlk okuma yazma köyümüzde Sarı Osman'ın oda olarak bildiğimiz yer olan, son olarak Mehmet Özkan'ın ev olarak kullandığı Sarı Osman'ın odasında, kendi köyümüzden eğitmen olan Mustafa Ünal tarafından köyümüze okuma yazma öğretilmiştir.

Eğitmen döneminde eğitim alanlar üç yıl eğitim görmüşlerdir. Sonradan Mustafa Koca'nın (Hatıb) evi ile bugünkü o bölgede cenaze namazı kılınan musalla taşının arasında bulunan yere köyümüze okul yapılmıştır. Burda ki okul döneminde öğretmen atamaları olduğu için eğitim beş yıl olmuştur. Daha sonra 1952 yılında köyün alt girişine okul yapılarak, okulun yeri tekrar değişmiştir. Eski yerleşim yerinden şimdi ki yerleşim yerine gelene kadar 1952 yapımlı okul, köyümüzün okulu olarak kullanılmıştır.

Yeni yerleşim yerine gelindiğinde geçici yerler okul olarak kullanılsa da, 2000 li yılların başında, diğer köylerin öğrencilerinin de eğitim gördüğü, bugün ki okulumuz devlet tarafından yapılmıştır. İlkokul eğitiminin sekiz yıla çıkarılması ve taşıma sistemi ile başlayan eğitimde Kozayağı köyü ilkokulunda ilk olarak Kozayağı, Ahmetadil, Karacakaya, Haydar köylerinin öğrencileri birlikte eğitim görmeye başlamışlardır. İki bin on üç yılından itibaren Çam ve Karayatak köylerinin öğrencileride Kozayağı Köyü ilkokulunda eğitim, öğrenim görmeye başlamışlardır. İki bin on beş yılında Elecik köyü öğrencilerininde Kozayağı köyü ilkokulunda eğitim görmeye başlamasıyla, Kozayağı köyü İlkokulunda toplam yedi köyün öğrencileri eğitim görmektedir.

Kozayağı köyünde eğitim düzeyi bir hayli yüksektir. Şehirde oturup eğitimde başarı gösterenler olduğu gibi hem köyde yaşayıp hemde eğitimine devam eden bir çok öğrenci, üniversite sınavlarında yüksek başarılar göstererek, önemli dallarda eğitim görmektedirler. Eğitimini tamamlayanlarda, eğitim gördükleri dallarda iş hayatına başlamışlardır.


95-KÖYÜMÜZDE CAMİ OLARAK KULLANILAN YERLER VE CAMİLERİMİZ: Köyümüzün ilk camisi Mustfa Keçecinin evinin olduğu yerde idi. Burası kıble tarafı cami, arka tarafı da köyün ortak odası olarak kullanılmaktaydı. Eskiden ses düzenleri ve elektirik olmadığı için bu caminin kıble duvarının mihraba yakın kısımlarına ses yankı yapsın ve güçlü çıksın diye, taban kısmı kırılmış çömlekler konulmuştur. Köyümüze yeni bir cami yapılması kararı alındıktan sonra, yontma taş ile 1960 yılında yapılan caminin yeri Mola Omargile ait ev yerleri idi. Yapılacak cami'nin yerine karşılık, Molla Omargile eski cami yeri ve Mustafa Koca'nın eski yerleşim yerinde olan son evinin olduğu, köyümüzün ikinci okulunun yeri verildi. Okul yerinin olduğu yere Mustafa Koca (Hatıb) ev yaptı. Cami'nin yeri ise Hüseyin Koca'ya verildi. Hüseyin Koca hissesini Mustafa Keçeciye sattı. Bugün bile eski yerleşim yerinde ayakta duran, yontma taş ile yapılan 1960 yapımlı cami, köyümüz yeni yerleşim yerine taşındığı güne kadar Kozayağı köyü camisi olarak kullanılmıştır. Yeni yerleşim köyündeki cami ise 1992 yıllarında yapılmıştır.


96-CAMİDE HATİM DUASI YAPMA: Köyümüzün ilk yerleşim yerinde ilk okulu bitiren öğrenciler, orta okula gitme gibi imkanları yok ise, kış aylarında köyün camisinde, köy hocası nezaretinde topluca Kur'an-ı Kerim öğrenmeye giderlerdi. Kur'an öğrenilip herkes bir hatim edince, topluca hatim duası yapılmak için belirli bir gün tespit edilirdi. Bu belirlenen gün için, genellikle perşembe akşamları seçilirdi. O gün için bütün köy halkı erkeği, kadını camiye davet edilir. Hatim yapan çocuklar ve gençler aralarında para toplayarak gelen davetlilere ikram etmek için gül suyu ve lokum alırlar. Hatim duası yapılacağı gün, yatsı namazından önce köy hocası ve o yıl Hatim okuyanlar hep birlikte Kur'an-ı Kerim ve Mevlüd-ü Şerif okur. Köy hocası hatim dusı yapar. Cemaatte topluca amin diyerek Peygamber Efendimiz ve geçmişerin ruhuna bağışlanır. Yatsı namazı kılındıktan sonra herkes evine dağılır.


97-ANKARAYA GÖÇ: Köyümüzden Ankara'ya göç, 1960 yıllara kadar az olsa da, 1960 ve 1970 yılları arasında Ankara'ya göç hız kazanmıştır. Bu göçler ile köyde eğitim imkânı bulamayan gençler, büyük şehre göç olayından sonra eğitim imkânlarına kavuşmuşlardır. Bunun sonucunda köyümüzden avukat, öğretmen, subay, astsubay gibi devlet hizmetinde bulunan insanlar yetişmiştir.


98-ALMANYAYA GİTME: 1960 yıllardan sonra Almanyanın ülkemizden işçi alımına başlaması ile köyümüzden de ilk 1963 yıllarında Almanya'ya giden Yusuf Özkan ve Osman Bayraktarın ardından 1970 yılına kadar Almanya'ya işçi olarak yazılıp gidenler olmuştur. Bunların bir kısmı belli bir müddet çalıştıktan sonra geri dönse de, halâ Almanya da gidenlerden ve gidipte geri dönenlerin çocuklarından yaşayan köylülerimiz vardır.


KOZAYAĞI KÖYÜNDE OYNANAN ÇOCUKLARIN VE GENÇLERİN OYNADIĞI
YÖRESEL OYUNLAR


Anadolunun bir çok yöresinde oynanan çocukların oynadığı yöresel oyunlar, köyümüz Kozayağında da eskiden oynanan ama diğer yöreler gibi zamanımız da unutulan değerlerimiz arasına giren ve oynanmayan, oynandığı yerlerde adları ve kuralları değişebilen, bazen de bir yörede oynanan başka yörede bilinmeyen bu oyunların Kozayağı köyünde oynananlarını, geçmiştekilerin bize anlattığı, yaşadığımız ve bir çoğunu da oynadığımız oyunları ,aklımızda kaldığı kadar anlatmaya çalışalım. Oyunlar da ebe seçimi genelde saydırmaca, ile seçilir. Kozayağı köyünde oynanan oyunlar ve nasıl oynandığı hakkında:

1-HALLALI HOŞ ÇÖDÜRÜ BAŞ: Bir kütük veya bir metre civarında bir yüksekliğin üzerine ağaçtan uzun bir soyma konulur. Soymanın her iki ucuna birer kişi ve daha fazlası oturur. Karşılıklı bir taraf aşağı inerken diğer taraf yukarı kalkacak şekilde, Hallalı hoş, çödürü baş diyerek sallanırlar.

2-GICIRDAK: Yere ucu sivriltilmiş bir metre boylarında bir kazık çakılır. Uzun bir ağacın soymanın tam orta yerinden, kazığın sivri ucuna geçecek şekilde oyuk oyulur, bu oyulan yer kazığa geçirilir. Soyma'nın her iki ucuna oyuncular ikiş'er, üç'er, dörd'er karın bölgesini dayayarak soymayı çevirmeye döndürmeye başlarlar. Ses çıkartsın, iyi gıcırdasın diye de kazığın ucuna ve soymanın oyuğuna gaz yağı sürerler.

3-NOTAK: Genelde yetişkin kızların oynadığı bu oyun kesilen davarların belkemiğinden alınan bir kemikle iki grup halinde oynanır. Daire olarak çizilen çizgi içerisine notak kemiği konulur. Grupların belirlediği belli bir mesafeden, grubun biri taşla çizgi içerisinde ki notak kemiğini vurmaya çalışır. Vurulan kemiği de karşı grub çizgi içine atmaya çalışır. Atamaz'sa o guruba ceza verilir. Oyun bu şekilde devam eder.

4-MET-ÇELİK: Bir karış boyunda her iki ucu sivriltilmiş baş parmak kalınlığın da olan ağaç parçasına met yada çelik diyoruz. Met en az iki kişi ile oynanır, oynamak için daire çizilir, met daire içinden deynekle sivri uçlarına vurularak havaya kaldırılır. Havaday'ken mete vurulur. Düştüğü yer adımlanır. Oyuncular bu adımlar sayısınca sayı kazanır. Yüksek sayı alan oyunu kazanır. Kaybeden, kulak çekme, sırta binme gibi oyun kuralın da önceden belirlenen bir ceza ile cezalandırılır.

5-ÇİTTİRME ÇELİĞİ: En az iki kişi ve grup halinde oynanır. Dar ve fazla büyük ve derin olmayan bir çukurdan met (çelik) deynekle çittirilir. Karşı taraf çittirilen çeliği tutmaya çalışır. Tutabilirler'se taraflar yer değişir. Tutamazlar'sa çittiren taraf deyneği çukurun üstüne uzatır. Karşı taraf çeliği atarak deyneği vurmaya çalışır. Vuramazlar'sa çittiren taraf meti havadan yere atar,sivri uçlarına hafif deynekle vurur az havalanan çeliği deynekle var gücü ile vurarak uzağa atmaya çalışır. Çeliğin düştüğü yere karşı tarafla pazarlık yapar kaç adımda alırsın diye. Verilen adım sayısına göre karşı taraf orayı adımlamak zorunda'dır. Bu sayılar her iki taraf içinde biriktirilir. Oyunun başında konan sayıya ulaşınca, çeliğin çittirildiği yerden buraya hane denir, sılaya gidilir. Çeliğe deynekle vurulur, düştüğü yerden bir daha vurulur, bir daha vurulur, toplam üçtür. İlk vuran taraf kazanan taraftır. Kaybeden taraf ise, çeliği son düştüğü yerden üç vuruşta haneye getirmek zorundadır. Getiremezler'se, çeliğin son düştüğü yerden haneye kadar, kazanan taraf ya kulak çeker, ya sırta biner, bunun gibi oyunun başında anlaşarak konulan ceza uygulanır.

6-GÖMME ÇELİĞİ: Boş bir arazi'de veya çimenlik bir yerde oynanan üç, dört, beş, altı oyuncunun oynadığı bir oyundur. Oyuncu sayısına göre herkes belli aralıklarda kendine bir daire çizer o daire o oyuncunun köşesidir. Bir çelik ve oyuncuların hepsinin elinde ucu sivri bir deynek vardır. Saydırma veya başka bir yöntemle bir ebe seçilir. Ebe köşelere belli bir uzaklıkta yeri işaretlenmiş yerden çeliği herhangi bir oyuncunun üzerine atar. Üzerine gelen çeliğe oyuncu vuramazsa ebe olur. Vurursa ebe çeliği düştüğü yerden getirinceye kadar diğer oyuncular ebenin köşesini deynekle kazarlar. Ebe işaretli olan mesafeden çeliği bulduğu bir boş köşeye atar, oyuncular çelik köşelerine atılmadan köşelerine geçmeleri ve deyneklerini köşelerine dikmesi gerekir. Köşesine varamayan veya deyneğini dikemeyen ebe olur, ebe değişir. Oyun bu şekilde sürer uzun zaman isteyen bir oyundur. Oyunun sonunda her oyuncu'nun dairesi, yani köşesi deynekle ölçülür. Köşesi en derin olan oyunu kaybetmiş olur ve çukurlaşan köşesine girer. Diğer oyuncular kazılan toprağı çiğneyerek doldururlar. Bu çukur diz kapakla bel arasındadır. Ceza olarak gömülen kişi kimsenin yardımı olmadan çukurdan çıkmak zorundadır.

7-AŞŞIK: Davarın diz kapağında bulunan kemikten ad almıştır. Aşşık kemiği iki erkek tarafından oynanır. Ütmece bir oyundur. Oyuncuların oyun başlamadan ne üzerine oynayacaklarsa, örneğin cevizine oynayalım diye koydukları kurala göre oynanır. Kemiğin bir tarafı dolu, bir tarafı boş anlamdadır. Avuç içinden kemiği oyuncular belli bir mesafeye fırlatır. Atan oyuncu aşşık kemiğini atınca dolu geldiyse üter, boş geldiyse ütülür. Bu şekilde karşılıklı devam eder.

8-TOPAÇ-AYI ÇEVİRME: Bir deyneğin ucuna sicim veya deriden ip bağlanır kırbaç yapılır. Kırbaç topaçın geniş yerine sarılır, topaçın sivri ucu yere gelecek şekilde bırakılır. Dönen topaça kırbaç'la vurularak döndürülür.

9-YÜKSÜK BULMACA: Daha çok uzun kış gecelerin de evlerde ve köy odasında büyüklerinde oynayabileceği karşılıklı iki grup arasında ikişerli, üçerli, oyuncu sayısı çoğalabilir, oynanır. Yere mendil, kazak, çorap gibi eşyalardan yedi veya dokuz adet konur. İki grup oyuncuları yere konan eşyaları daire şeklinde çevirerek oturur. Grubun birinden bir kişi, yüksüğü, bu bozuk para boncukta olabilir, bu eşyalar'dan birinin altına saklar. Diğer grup yüksüğü ilk açtığı eşyanın altında bulursa, yüksük saklama yı onlar yapar. Yüksük ilk eşyada bulunmazsa, yüksüğü en son eşyada kalması için bu kez bulmamaya çalışırlar. İlk eşya ile son eşya arasında bulunursa, kaçıncı eşya ise o sayı puan olur. Oyun sonunda kimin puanı çoksa az olan taraf, oyun başındaki anlaşmaya göre kazanan tarafa ikram yapar. Büyüklerin de oynadığı bir oyundur.

10-SEKKELEME SOĞANI: Sabit bir yer hane olarak seçilir. Oynayacaklar arasından saydırma veya başka bir yöntemle bir ebe seçilir. Ebe haneden çıkar, üç beş metre uzaklaşınca tek ayak üstünde sekkelemeye başlar. Diğer oynayanlar ebeye vurmaya çalışır, ebe de eliyle vurmaya çalışanlara dokunmaya çalışır. Oynayanlar'dan biri ebeye vurunca ebe ayak üzerine düşerse, oynayanların hepsi birden vurmaya başlar. Ebe vurmaya çalışanlardan birine dokunabilir se, dokunduğu kişi ebe olur ve oynayanlara haneye kadar ona vurmaya başlar. Hane önünde vurmak yasaktır.

11-DEYNEK SEKKELETME: 1-Daha çok mal veya davar güder'ken çobanların oynadığı bir oyundur. Herkes oturduğu yerden aynı hiza'dan, hane seçtikleri yerden deyneklerini sekkeletir. En kısa yere kimin deyneği düştüyse, o deyneği diğer deyneklerle dikine vurarak haneye kadar getirirler. Bu oyunda ceza, kısa düşen deyneğe verilir. Amaç, ceza alan deyneğe, diğer deyneklerle vurarak kırabilmektir. 2-Birde çobanların hayvanları otlatmaya götürürken, akşam geri getirirken yolda yürüyüş halindeyken deynek sekkeletmesi vardır. Cezası yoktur, kim daha ileri deyneği sekkeletirse o kişi takdir edilir.

12-SÖBE-SAKLAMBAÇ: Oyuncular'dan biri, saydırmaca ile ebe seçilir. Oyunun oynanacağı yerde belirlenen hanede, bu köşe başında bir taş, ağaç olabilir, biz kale'de derdik. Hane de belli bir sayıya kadar ebe sayar, ebe sayana kadar herkes saklanması gerekir. Ebe sayma işlemini bitirince önüme, ardıma, sağıma, soluma söbe der. Saklananları aramaya başlar, saklananlardan bulduğu kişiyi adı ile haneye koşarak söbeler. Ebe'nin bulduğu kişi ebe'den önce haneye gelirse, diğer oyuncular çanak çömlek patladı diye bağırır.

13-URCU: Bir ebe seçilir, ebe saymaya başlar diğerleri saklanır. Ebe aramaya çıkar, bulduğu kişiyi haneye koşarak urcu diye bağırır. Bulduğu kişi ebe'den önce haneye gelirse, bu kez o urcu diye bağırır, ebeyi urcular. Ebe diğerlerini de aynı şekilde bulmaya çalışır. Söbey'le aynı bir oyundur. Burda ki fark urcu'da ceza verilmesidir. Oyuncuların oyun başında belirlediği bir uzaklıktan, urcu'lanan kişi'nin haneye kadar kulağı çekilir. Ebe'den sonra haneye gelenler den tekrar bir ebe seçilir. Oyun'da böyle ebe değişerek devam eder.

14-BİNMARELİ:Eşli olarak daha çok gece grup oynanır. Grub'un biri ebe olur belli bir süre hanede beklerler diğerleri saklanır. Ebe grub'un oyuncuları etrafa dağılarak diğer grub'un oyuncularını aramaya çalışır. Buldukların da, gördüklerin de hane'ye doğru koşulur. Saklanan oyuncu, ebe oyuncuyu yakalarsa, yakaladığı yerden hane'ye kadar sırtına biner. İki grup sırayla değişerek ebe grup olurlar. Oyun böyle devam eder.

15-KÖR EBE: Çoklu oyuncu'nun oynadığı bir oyundur. Bir kişi ebe seçilir, gözleri mendille bağlanır. Ebe etrafındakileri yakalamaya çalışır, diğerleri de ebe onlara dokunma'dan kör ebeyi iteklemeye çalışır. Bu sırada kör ebe elini kime dokunabilirse, kör ebe, o kişi olur. Oyun bu şekilde oynanarak devam eder.

16-YAĞ SATARIM BAL SATARIM: Çoklu oyuncularla oynanan bir oyundur. Bir ebe seçilir, ebe elindeki mendilin bir ucunu topak şekilde bağlar. Diğerleri halka şeklinde yere oturur. Ebe halka etrafında dönmeye başlar. Dönerken de, yağ satarım, bal satarım, ustam ölmüş, ben satarım, ustam kürkü sarıdır, satsam on beş liradır, zamba, zumba, dön arkana iyi bak, tekerlemesini söylerken mendili birinin ardına yavaşça bırakır. Mendil bırakılan kişi dönüp baktığında ebeyi halka etrafında kovalamaya başlar. Ebe yakalanma'dan mendil bıraktığı kişinin yerine oturursa ebe, mendili bıraktığı kişi olur. Oturamaz da yakalanırsa tekrar ebeliğe devam eder.

17-YAĞLI (MENDİL KAPMACA) : İki takım halinde daha çok okullarda oynanır. Bir hakem olur. bu genelde öğretmendir. İki takım veya sınıf oyuncuları karşılıklı belli bir uzaklıkta örneğin yirmi metre yüz yüze bakacak şekilde dizilir. Tam ortaya mendili tutacak biri ayakta sorudur (dikilir). Bir eliyle mendili göğüs hizasında kaldırır, hakem işaret verince iki takımdan sırası ile birer oyuncu mendilin yanına gelir. Dikkat ve aldatmaca bir oyundur. Kaş göz arasında kim mendili alıp kaçabileceğini hissederse, mendili aldığı gibi kendi tarafına doğru fırlar. Diğeri uyanık davranırsa olduğu yerde yakalar, yada arkasından koşar, yakalayamazsa karşı takım saflarına geçer. Mendili kapanı (alanı) yakalarsa, yakaladığı oyuncuyu kendi takımına götürür. Oyun sonunda kimin takımında oyuncu çok ise o kazanan taraf olur.

18-GÜVERCİN TAKLA: Sekiz kişi, iki grupla oynanan bir oyundur. Grub'un biri dört kişi ayakta sırt sırta verirler, sonra ellerini diz kapaklarından tutacak şekilde eğilirler. Diğer grubun oyuncuları eğilen grubun üstünden takla atmaya başlar. Takla atan grup'tan biri takla atamazsa, bu kez onlar eğilir diğer grup onların üzerinden takla atmaya başlar.

19-EL EL ÜSTÜNDE KİMİN ELİ VAR: Dört beş kişil bir oyundur, birde hakem vardır. Oynayanlar'dan birisi ebe olarak seçilir. İki diz ve iki elleri üzerine yere yatar. Diğer oynayanlar ellerini yumruk şeklinde yatan kişinin sırtına üst üste korlar. Hakem sorar el el üstünde kimin eli var; Bilirse bildiği kişi ebe olur, bilemezse diğerleri bilemedin, bilemedin, bilemedin diyerek ebenin sırtına vururlar. Hakem sorar iğnemi iplikmi, davulmu zurnamı diye, ebe ne derse dediği isme göre sırtı ya çimdiklenir, ya iğneler gibi çimdiklenir, yada davul gibi dom dom dom diyerek yumruklanır, tabiki aşırıya kaçmadan. Ebe en üstteki eli bilene kadar ebe olur. Bilince bildiği kişi ebe olur. Oyun böyle sürer gider.

20-KİBRİT-JANDARMA: Oyunu oynamak için en az dört kişi bir kibrit kutusu, mendil veya havlu gerekir. Kibrit kutusu'nun yüksek kenar tarafları jandarma, düşük uzun kenar tarafları bey, kibrit'in geniş yüzey kısımlarının biri hırsız, biri de baruttur, barut kısmı boştur. Mendil'in bir ucu bağlanarak tura haline getirilir. Oyuncular sırayla kibriti baş parmağı'nın tırnağı ile ittirerek atmaya başlar. Bey atan hakem olur. Jandarma atan turayı eline alır. Hırsız atana ceza verilir. Hakem ne kadar ceza verdiyse, jandarma turayla o kadar hırsız atana vurur. Oyuncuların tekrar kibrit atmaya başlaması ile attıkları duruma göre bey, jandarma, hırsız değişir.

21-BEŞ TAŞ: Oyun için misket, mazı büyüklüğünde beş adet taş ve iki kişi yeterlidir. İlk başlayan kişi beş taşı iki avuç içinde sallar yere bırakır. Taşların içinden birini alır, yerdeki dört taşı, birer birer, eline aldığı tek taşı, her taş alışında havaya atarak yere düşmeden tutar. Bu bölüme birler denir. Taşlar yine yere bırakılır, uygun bir taş ele, kalan dört taş iki'şer iki'şer alınır .Bu bölüme iki'ler denir.Taşlar yere atılır, bu kez taşın biri tek, kalan üçü birden alınır. Bu bölüme üçler denir. Taşlar yere atılır, havaya atılan taş ile yerdeki dört taş alınır. Bu bölüme dörtler denir. Son bölüm ebeler bölümü'dür. Taşlar yere atılır, oyuncu elinin başparmağı ve diğer parmakları yere koyarak köprü yapar. Diğer eliyle taşları yere atar, taşın birini alır, eline aldığı taşı havaya atarak, diğer taşları havadaki taşı düşürmeden bir veya bir kaç hamle de sırayla köprüden geçirir. Hava'ya attığı taşı düşürür yada köprüden geçirdiği taşlar bir birine değerse oyun sırası karşı oyuncuya geçer. Hatırladım kadar bunun birde tekerlemesi vardı. << Beş taş, kalem traş, mısır tokmak, yere koymak, yerden almak.>>

22-GUYU MAZISI: Yumurta büyüklüğünde veya az daha büyük bir kuyu kazılır. Kuyu'ya iki, üç metre uzağa çizgi çizilir. Çizgi'den guyu'ya oyuncular mazı'yı atar. Guyu'nun içine mazıyı atan ilk oynama hakkına sahiptir. Guyu'ya mazılar girmezse en yakın atan oyuncu ilk olarak oynar, mazı işaret parmağı'nın ortasına konur baş parmakla çittirilir. Amaç diğer oyuncu'nun mazısını vurmaktır. Her vuruş sayıdır. Vuramaz sa sıra diğerine geçer.

23-İP ATLAMA: Genelde kız çocuklarının ama oğlanların da oynayabileceği bir oyundur. Tek kişi kimse olmadan ipi başı üzerinden aşırıp yere değecek şekilde sallarken, ipe değmeden ipin üzerinden atlayarak kendisi oynayabileceği gibi, grup olarakta oynanır. Grup oynandığın da daha eğlenceli olur. Grup oynanacak sa, iki kişi karşılıklı dört, beş metre uzaklıkta urganın biri bir ucundan, diğeri öbür ucundan tutarak, urganı havaya doğru sallayıp yere değecek şekilde durmadan sallar. Diğer oyuncular ip yere değidiği anda ipe dolaşmadan ve değmeden sırayla üzerinden atlar. İpe dolaşan, ipe temas eden, ipi sallamaya geçer. Oyun bu şekilde oynanarak devam eder.

24-EL DAŞI: Yirmi, otuz ,kırk taşla, iki kişi ve eşli'de oynanabilir. Oyuna kimin başlayacağını belirlemek için oyunun başında sırayla taşlar iki avuç içine doldurulur. Hafif den havaya doğru savrulur, taşlar yere düşer'ken tek elin avuç içi yere bakacak şekilde düz tutulur, elin üst tarafına konan taşlar tekrar havaya hafif den atılır, avuç içiyle tutulur. Kim en çok taş tutarsa oyuna o başlar. Oyuna başlayan kişi yine aynı uygulamayı yapar ama son harekette el üstündeki taşları düşürmeden avuç içinde tutması gerekir, tutamaz sa yanar. Düşürmeden tuttuğu taşları bir kenara veya diğer avuç içine alır. Elinde ki taşları bir bir havaya atarak, her havaya attığı taşla yerde ki taşlar'dan, eli alacağı taştan, başka taşa temas etmeden duruma göre bir, iki, üç, dört sınır yoktur, becerisine göre toplamaya başlar. Elindeki taşlar ile yerdeki taşları hata yapmadan toplarsa kazanan taraf olur. Havada ki taşı düşürürse veya yerde ki taşın birini ve çoklusunu alırken eli diğer taşlara dokunursa oyun oynama hakkı karşı tarafa geçer. Oyuncular oyun başında anlaşma sayısına göre, kazanan kaybedenin ellerine şaplak vurur.

25-ÜÇ DAŞ-CIZ: İki kişi arasında üçer taşla oynanır. Oynayan kişiler kendilerine örneğin biri siyah biri beyaz renkte üçer taş ,taşın yerine boncuk, mercimek, nohutta alabilirler. Önce kare çizilir, kare'nin içi karşılıklı çizgilerden çizgi çekilerek, bir kare'den dört kare oluşur. Toplam altı çizgi olur. Her çizgi de üçer nokta oluşur. Oyuncular sırayla bu noktalara taşlarını döşerler. İkisi de taşları döşerken ve oynarken aynı çizgide ki üç noktaya, bir hizaya taşlarını getirirse, cız yapar oyunu kazanır.

26-DOKUZ DAŞ-CIZ: İki kişi arasında dokuz'ar taşla oynanır. Fasulye, nohut türü de olabilir. İç içe üç tane kare çizilir. İçte ki karenin dört kenar orta yerinden, dışta ki karenin dört kenar orta yerine dört çizgi daha çekilir. Toplam cız yapılabilecek on altı çizgi oluşur. Oyuncu'lar sırayla taşları çizgilerde ki noktalara koymaya başlarlar. Taşlar konurken karşı tarafın dikey yada yatay üç taşını yan yana getirtmemek için çalışılır. Bir oyuncu taşları konarken üç taşını aynı çizgiye dizerse cız yapar. Her cız'da karşı tarafın bir taşını alır eksiltir. Taş konma işi bitince oyun oynanmaya başlanır. Amaç bellidir karşı oyuncuya cız yapma fırsatı vermemektir. Bu oyunda marifet üç taşı aynı hizaya dizmektir. Bazen köşelerden hem dikey hem yatay cız yapar. Bir taşını dikeye de çekse yataya da çekse cız oluyorsa bunada vırtgel, yada vargel denir ki, karşı tarafın taşlarını toplamak için kolaylık olur. Oyuncu'nun biri taşları kaybedip üç taşı kalırsa taşlarını çizgi üzerinden çekmeden ona atlama hakkı doğar. Açık kapalı yol gözetmeksizin istediği noktaya konar. En sonunda iki taşa düşen oyunu kaybeder. Eğlenceli ve zeka geliştirici bir oyundur.

27-ÇİZGİ: İki kişi ile, oyuncu olursa nasıl oynanacağı anlaşılarak eşli de oynanır. Toprak yada beton zemin üzerine kiremit veya tebeşir toprak olursa hatta çivi ile kareler çizilir. Bu kareler önce üst üste gelecek şekilde iki kare, onun üzerine üç kare yan yana, onun üzerine tek kare, tek kare üzerine yan yana üç kare çizilir. Oyun tek ayakla sekilerek oynanır. İlk oynayan kişi avuç içi büyüklüğünde yassı bir taş yada kiremiti ilk kareden itibaren seke seke tek ayağı ile çizgilerin üstünde taş kalmayacak ve diğer ayağını yere değidirmeyecek şekilde, taşı itekleyerek, oda da denilen bütün kareleri dolaşır, başlama yerine gelir. Yanma'dan, yani hata yapmadan gelirse, diğer oyuncu da aynı şekilde oda'ları sekerek, gezerek oyunu tamamlar. Yanar'sa sıra diğerine geçer. İki oyuncu da yanma'dan bu işlemi tamamlarsa, ikinci turda gözler kapalı yürüyerek odalar gezilir, anlaşmaya göre belli odalarda sadece gözler açılır. Çizgilere değmeden bu işlemde tamamlanırsa, tamamlayan oyuncu başlama odasının önünden, arkası odalara dönük olarak taşı başının üstünden atar. Çizgilere değmeden taş hangi oda da kalırsa o oda, o oyuncu'nun evi olur ve diğer turlar'da herkes kendi odasın da iki ayak üzerine basabilir, dinlenebilir. Diğer turlarda bir oyuncu diğer oyuncunun odasını atlayarak geçmek zorundadır. En çok odaya sahip olan oyuncu, oyunun galibidir.

28-ÇİVİ: İki veya üç kişiyle oynanır. Çivi'nin yere kolay saplanması için, daha çok toprağın yaş olduğunda oynanır. İki kişi olursa V, üç kişi olursa Y çizilir. Bu harflerin uç noktaları oyuncuların oyuna başlama noktasıdır. Sayışmayla ilk oynayacak oyuncu seçilir. Çivi'yi eliyle toprağa atarak saplar. Her atışında çivinin saplandığı yere, bir önceki saplanan yerden çizgi çizilir. Çivi çizgilere değer yada saplanmazsa, çivi saplama karşı tarafa geçer. Oda aynı şekilde kendi başlangıç noktasından rakibe doğru çivileri yere saplayarak çizgi çizer. Burada amaç karşı oyuncuyu dar çizgiler arasına sıkıştırıp hapsetmektir. Karşı oyuncu çıkamayacak konuma gelir de o dar bölgeden çıkamazsa pes eder. Oyun devam edecekse aynı şekilde başka bir alanda devam eder.

29-UZUN EŞŞEK: Bir hakem ve dörder kişilik iki takım halinde oynanır. Hakem sırtını bir duvara yaslayarak bacaklarını hafiften açar. İlk ebe seçilen takımın oyuncularından biri, kafasını hakemin bacak arasına koyar, beli düz duracak şekilde eğilir. Diğer arkadaşları da onun ardı sıra aynı şekilde dizilirler. Diğer takım oyuncuları sırayla eğilen ebe takımın üzerine atlayarak otururlar. İlk atlayıp oturan oyuncu, eliyle hakeme işaret ederek bir sayı gösterir. Hakem, ebe takımın oyuncularından başta durana bu sayının kaç olduğunu sorar. Bilirse ebe takım diğer grup olur bilemez se, bilene kadar devam eder. Oyun da atlayan takım oyuncularından biri ayaklarını yere değdirirse, yada atlarken düşerse yanarlar, ebe takım onlar olur.

30-TENEKE SÖBESİ: Üç ve üçten fazla kişiyle oynanır. Bir daire çizilir. Bir teneke daire içine konur. Teneke'nin dikildiği dairenin biraz gerisine bir çizgi çizilir. Sayışmayla bir ebe seçilir. Altı, sekiz adım geriden çizilen bir çizgi veya noktadan oyuncular sırayla teneke'ye atış yapar. Taşı teneke arkasında ki çizgiyi geçer de, vuramaz sa taşını almaya gidemez, ta ki bir başkası tenekeyi vurana kadar. Teneke'yi bir oyuncu vurursa, atış yapan oyuncular taşlarını almaya gider. Ebe de teneke'yi bir an önce daire içine dikmeye ve hemen yetişip taşlarını almaya giden oyunculara elini dokunup ebelemeye yani söbelemeye çalışır. Taşlarını almaya giden oyuncu veya oyuncular ebe tarafından yakalanacaklarını hissederse ayaklarını taşlarının üzerine basar bekler. Başka bir oyuncu teneke'yi vurana kadar. Bir başkası teneke'yi vurunca taşını alıp kurtulmaya, atış yapılan nokta'ya varmaya çalışır. Yanan, hata yapan, söbelenen oyuncular ebe olmak kuralıyla oyun devam eder.

31-DEYNEK ÇEVİRME: İki veya daha fazla kişiyle oynanır. Ebe seçilir, seçilen ebe yere oturur yada çömelir. Elinde ki deyneği yere değecek şekilde sağa sola savurur. Diğer oyuncular deyneğin her savrulduğun da deyneğin üzerinden iki ayakla deyneğe çarpmadan ip atlar gibi atlar. Deyneğe çarpan deynek çevirmeci olur. Oyun böyle oyuncular bırakana kadar devam eder.

32-ORTA SIÇAN: En az üç oyuncu ile oynanır sayı artabilir. Top saydırma ile en az saydıran orta sıçan olur. Diğer oyuncular aralarında paslaşır veya orta sıçana çalım da atabilir. Orta sıçan olan oyuncu diğerleri çalım atarken veya paslaşır ken oyuncunun pası yerine ulaşmadan topa sahip olursa, pas atan yada çalım atarken orta sıçana topu kaptıran orta sıçan olur.

33-BİRDİR BİR: Dokuz, on ve daha fazla oyuncunun oynadığı bir oyundur. İlk ebe olan kişi eğilir, diğerleri on beş, yirmi adım geriden koşarak sırayla atlarlar. Atlayan oyuncular sırayla onlar da atlar atlamaz bir kaç adım ileri eğilirler .Ve atlarken sırayla birdir bir, iki'dir iki, üç'tür üç, dört'tür dört diye oyuncu sayısınca sayarlar.

34-İSTOP: Topla oynanan bir en az üç kişi ile oynanan bir oyundur. Sayı artabilir, topun yaygın olmadığı dönemler de bezlerden yapılan bir top ile de oynanırdı. Oyuncular bir halka oluşturur. Ebe olan kişi topu havaya bir oyuncunun adını söyleyerek fırlatır, diğerleri kaçışır. Adı söylenen oyuncu topu düşürmeden tutması gerekir. Tuttuğu anda istop der, herkes olduğu yerde kalır. En yakının da veya gözünü kestirdiği bir oyuncuya topu vurmak için atar. Vurur sa vurulan ebe olur, vuramaz sa kendi ebeliğe devam eder.

35-DOMBİK-DALYA: Oyun iki takım halinde eşli oynanır sa daha eğlenceli olur. Oyunun oynanması için bez içine konulup dikilen yün yada pamuktan bir top veya lastik bir top ve çanak, çömlek, kiremit kırıkların'dan avuç içi büyüklüğün de yassı yerlerin'den yuvarlaklaştırılmış, oda yoksa gıyan taşı dediğimiz gıyan taşın'dan yassı dokuz, on bir tane taş gereklidir. İki grup arasında ebe seçilir. Taşlar üst üste dizilir, ebe olan grubun başı dizilen taşların, iki bacağını biraz açarak başında, arkadaşları da yanında bekler. Diğer grup seçilen belli sabit bir nokta'dan topla taşlara vurana kadar sırayla atış yapar. Vuramazlar sa yer değişme olur. Dizilen taşları atış yaptıkların da vururlar sa kaçışırlar. Ebe grubun oyuncuları hemen topu alıp elden ele yardımlaşarak topla karşı oyuncuları vurmaya çalışırlar, vurulan çıkar. Karşı grubun oyuncuları da devrilen taşları dizmeye çalışır. Son oyuncuları vurulmadan taşları dizerler se dalya diye bağırırlar. Dalya yaparlar sa karşı taraf yine ebelikte kalır, dalya yapamazlar sa kendileri ebe olur.

36-URGAN ÇEKME YARIŞI: İki grup tarafından oynanır. Güç yarışıdır. Ortaya bir çizgi çizilir, grubun biri çizgi'nin bir tarafına diğeri de öbür tarafına geçer. Her iki grup başla dendiğin de urgan'a kendi taraflarına doğru asılırlar. Çizginin karşı tarafına geçen grup kaybeder.

37-YUMURTA YARIŞI: Kaç oyuncu katılacaksa başlama çizgisinden başla denildiğin de, ağızlarına aldıkları tahta kaşık içindeki yumurtaları, bitiş noktasına kim düşürmeden önce varırsa oyunu kazanır.

38-ÇUVAL YARIŞI: Oyuna katılacak oyuncular bir çuval içine girer, çuvalların ağızların'dan tutarak, başlama noktasından hakemin vereceği işaretle, adım atmadan atlayarak koşarlar. Bitiş noktasına ilk varan oyunu kazanır.

39-YOĞURT YEME YARIŞI: Oyuna katılan oyuncuların önüne kaplar içinde herkese eşit miktarda yoğurt doldurulur. Kaşıksız kim tabağında ki yoğurdu önce bitirirse oyunu kazanır.

40-DEVE GÜREŞİ: İki büyük gence veya iki orta yaşlının omzuna iki çocuk bindirilir. Güreş tutarlar, güreşir'ken yere düşen güreşi kaybeder.

41-TAŞ YÜZDÜRME: Akan çay veya bendlerde, su göletlerin de küçük yassı taşlar suyun üstüne fırlatılmak suretiyle kaydırılarak oynanır. En uzun taş yüzdüren takdir alır.

42-DİREKSİYON: Söğüt gibi yumuşak bükülebilen ağaçların yeni fışkınlarından halka bükülerek direksiyon yapılır, arabacılık oynanır.

43-ATÇILIK: Oyun oynamaya başlayan çocukların ilk oyunlarındandır. Bir deyneği bacak aralarına alıp tıkıdık tıkıdık tıkıdık diyerek atlaya atlaya oynadıkları oyundur.

44-OK-YAY: Yine yumuşak ağaçlardan yapılır. Ağacın yeni fışkını hilâl şeklinde bükülür, iki ucu iple yada lastikle bağlanır. Yay yapılır. İki karış uzunluğun da ince fışkınlar'dan da ok yapılır. Yapılan ok ve yay'la belli hedef noktalara,bir ağaca, bir taşa atış yapılır.

45-SÜRECEK: Sürecek yapmak için bilek kalınlığında ki düzgün bir ağaçtan testere ile kesilerek, veya eski lastik ayakkabıların tabanın'dan bıçakla daire şekline getirilerek teker yapılır. Tekerlere zevke göre bıçakla diş açılarak nakış edilir. Kızdırılmış bir çiviyle tam orta yerlerinden delik açılır. On, on iki cm baş parmak kalınlığın da bir ağacın orta yerinden kertik açılır. Uç taraflarına tekerler beş'lik çiviyle, tekerin deliğinden çivi çıkmasın diyede pul görevi yapan bir lastik çivinin ucuna geçirilerek çakılır. Bir deyneğin ucu az yontulur, tekerlerin takıldığı ağaçta açılan kertiğin üzerine beş'lik çiviyle çakılır. Sürecek tamamlanır.İsteyen arkasına takmak için saman tahtalı ganasör (römork) de yapabilir. Oynayacak kişinin zevk ve el becerisine göre süsler yapılabilir.

46-ÇİTTİRİK-SAPAN: Çocukların kuş avlamak için yaptığı yaramazlık içeren oyuncak ve oyundur. Y şeklinde ağaçtan bir çatal yapılır. 15 cm civarında uzunlukta iç lastik dediğimiz şamyel'den tahminen 1 cm genişliğinde lastik kesilir. İki lastiğin iki ucu çatala, diğer iki uçları da taş koymak için zatiyen denilen, genellikle mesh eskilerinden veya herhangi bir deriden yapılan zatiyene bağlanır. Zatiyene konan küçük taşlar, nişan alınacak yere nişan alınır, lastik gerilir ve bırakılır. Taş çatal arasından hedefe doğru gider.

47-FIRINCILIK: Kubbe şeklinde bir karış yüksekliğin de toprak yığılır, üzerine su serpilir, toprak suyu emdikçe su serpme işi devam eder. Toprağın her tarafı iyice ıslandıktan sonra üzerine kuru toprak örtülür. Az bir beklemeden sonra, kubbe şeklinde ıslattığımız toprağın bir tarafından küçük bir yer açılır ve yavaş, yavaş kubbeyi uçurmadan, içinde ki toprak, bir ağaç çöpüyle çekilerek boşaltılır. Kubbe'nin üstünden içeri yıkmadan küçük bir baca deliği açılır, fırın tamamlanmış olur. İçine az miktarda ot çöp yakılır, duman bacadan tüter. İsteyen çamur'dan küçük hamur pazısı yaparak fırının içine atar pişirir.

48-DEĞİRMENCİLİK: Akar su olan dere ve çay kenarlarının kenarına az bir su bölünür, küçük çay taşları ile suyun önü örülür, göl haline getirilir. Suyun önüne örülen küçücük duvarın içi su kaçırmasın diye çamurla sıvanır. Duvarın dibinden gölün iç tarafından bir küçük delik açılır. Açılan bu delikten su düden şeklinde dönerek gider. Suyun döndüğü yere üçgül otundan bir yaprak konur, değirmen taşı olur. Dönen suyun üstünde ki üçgül otuda suyla birlikte dönmeye başlar.

49-DİLLİ DÜDÜK-BEKÇİ DÜDÜĞÜ GAVLATMA: Bahar mevsimin de ağaçlara suyun yürüdüğü zaman, baş parmak kalınlığında, sekiz, on cm uzunluğun da söğüt ağacının ucu, geriden uç tarafa doğru incelecek şekilde yontulur. İnceltilen yerin tam ortasından kertik açılır. Beş cm kadar gerisinden daire şeklinde bıçakla çizilir. Sağa sola oynatarak kabuk ağaçtan gavlar çıkar. Kabuğu gavlamış ağacın kertik açılan yeri geriden öne doğru çukur olacak şekilde oyulur. Çok azda uç tarafın üstü kısmından nefes girsin diye yontulur. Gavlayan kabuk yerine takılır ve üflenir, düdük ötmeye başlar.

50-GÂVUR DÜDÜĞÜ: Dilli düdüğün aynısıdır. Farkı sadece en uç tarafa dil açılmadan, dilli düdüğün düz şekli olanıdır.

51-VIZ VIZ: Dört, beş, altı yani çoklu kişilerle oynanır. Bir ebe seçilir. Ebe bir eliyle gözlerini kapatır, diğer elini göz kapattığı elin dirsek üstünden avuç içi arkaya bakacak şekilde durur. Diğer oyuncular bir veya iki metre arasında bir mesafeden, oyuncunun biri ebenin kendilerine dönük avuç içine vurur, geri çekilir. O sırada bütün oyuncular ebeyi yanıltmak için aynı anda vızzz, vızzz, vızzz diye bağırır. Ebe vuran kişiyi bilirse, o kişi ebe olur. Bilemezse ebeliğe devam eder.

52-DIKIZ: Met-Çelik oyunun bir çeşididir. İki kişi arasında oynanır. Met deyneğin üstünde saydırılır. Önceden belirlenen sayıya kim önce ulaşırsa çeliğe üç sefer vurup sılaya gitme hakkı kazanır. Çeliğe her vuruşun da düştüğü yerden bir daha vurarak üçüncü vuruşta çeliğin düştüğü yerden, karşı oyuncu da üç vuruşta çeliği oyun başlangıcının olduğu yere getirmek zorundadır. Getiremez se, çeliğin üçüncü vuruşunda düştüğü yerden oyun yerine kadar karşı oyuncu, ceza olarak ya kulağını çeker, yada sırtına biner. Ceza oyunun başında ki anlaşmaya bağlıdır.

53-MENEVŞE MENDİLİN DÜŞE: İki grup halinde oynanan bir oyundur. Her iki grup oyuncuları, yirmi, yirmi beş adım açılarak düz şekilde el ele tutuşurlar. Ebe grup seçilir. Ebe grup <<Menekşe mendilin düşe. Bizden size kim düşe.>> diye sorar. Karşı grubun başı ebe gruptan en zayıf oyuncuyu tercih eder. Seçtiği oyuncu koşarak el ele tutuşan karşı grup oyuncularından ikisinin eline çarpar, eller açılırsa elleri açılan oyuncular karşı tarafa geçer, açılmazsa çarpan oyuncu onların yanına geçer. Oyun bu şekilde grubun birinde oyuncu kalmayıncaya kadar devam eder.

54-SALINGAÇ: Sağlam iki ağaç arasına urgan iki kat olacak şekilde bağlanır. Urgana oturan kişileri bir kişi sallar. Birde urganı ağacın yüksek bir yerinden aşağı doğru sallandırılarak kurulan salıngaç vardır. Kişi kendi başınada sallanabilir.

55-UÇURTMA: Üç tane ince çıtayı veya ince çıta kalınlığındaki düzgün ağaçtan yapılmış çıtalar eşit olarak tam orta yerleri birbiriyle çakışacak şekilde konur bağlanır, altı gen olur. Altı genin bir yüzeyine naylon yapıştırılır. kâğıttan ve naylon parçalarından kuyruk yapılır. Eşit kenar üçgen şeklinde iple terazi kısmı yapılır, bu üçgen altı gene bağlanır. Terazi kısmına ip bağlanır rüzgarlı havalarda veya yükseklerde uçurulur.

56-FIRILDAK: Kağıttan yapılan bir fırıldak, deyneğin ucuna bağlanır. Yürüdükçe esen yelden dönmeye başlar.

57-YAKAN TOP: Yakan top oyunu en az dört kişiyle eşli grup oynanır. Grubun biri ebe seçilir, ortaya geçer. Diğer grup topla belli bir mesafe'den ortada ki grup oyuncularını vurmaya çalışır. Eğer atılan top birine gelirse o kişi oyun dışına çıkar. Eğer top atılınca yukarıdan gelen topu havada tutunca, bir tane can almış oluyorsun .Eğer gruptaki herkes vurulursa diğer grup ortaya geçiyor ve bu seferde diğer grup onları vuruyor.

58-ÇOBAN KALESİ: Japon kaleside denilen oyunda her oyuncunun küçük bir kalesi vardır. Ortadaki topla oyuncular bir birlerinin kalesine gol atmaya çalışır.

59-GAYIK GAYMA: Meşe, elma, ayva gibi sağlam kayıcı ağaçlardan 30-40 cm uzunluğunda bilek kalınlığın da, ağacın uçları takılmasın diye alttan üste doğru yontulur. Bunların üzerine 15-20 cm genişliğinde tahtalar çakılarak gayık yapılır. Kışın kar üstünde gayılır.

60-EL EL ÜSTÜNDE EPENEK: Çok düşündüm ama nasıl oynanırdı çözemedim. Tekerlemesini hatırlıyorum.<<El üstünde epenek. Elden çıkan kepenek. Kepeneğin yarısı. Yumurtanın sarısı. Çık git gâvur garısı.>>

61-SOMUN GANISI: Yağmurlu ve gök gürültülü havalarda çocuklar somun ganısı geliyor derdi. Yağmur yağarken ellerini açarak <<Yağ yağmurum yağ yağ. Teknede hamur, tarlada çamur.>>

62-ARABACILIK OYUNLARI: Toprak la gibi yerlerde, sokak aralarında giyilen lastik ayakkabılar ayaktan çıkartılır. İçlerine toprak doldurulup kimi gum arabası, kimi motor, kimi kamyonla yük taşır gibi oynanan benzeri oyunlardır.

63-BEZİRGÂN BAŞI: Oyun iki grup olarak oynanır. Önce birer tane grup başı seçilir. Diğer oyuncular hangi grupta oldukları belli değildir. Grup başları diğer oyuncular duymadan aralarında kendilerine bir ad verirler. Örneğin biri çördük biri ahlat olur. Oyuncular tek sıra halinde dizilirler bu dizilişe kervan denir. Grup başları karşılıklı ellerini birleştirir, kervan geçeceği sırada ellerini havaya kaldırıp bir köprü kurarlar. Bu köprüden ellerini önündeki arkadaşının belinden tutan kervandaki oyuncular geçmek için hareket ederler.

Kervanın başında ki oyuncu grup başlarının kurduğu köprüye yaklaşırken, <<Aç kapıyı bezirgân başı>>der. Grup başları cevap verir. <<Kapı hakkı ne verirsin>>. Kervanın başındaki: <<Arkamdaki yadigâr olsun>> der yürümeye başlar. Elleri hava'da köprü halinde olan grup başları: <<Bir sıçan, iki sıçan, üçte kapan >> der . O anda birlikte ellerini kapatarak kime denk geldiyse kervanda ki o oyuncuyu hapsederler. Esir aldıkları oyuncuya sorarlar: Çördükmü, ahlatmı. (Bu parola isimler değişik isimler'den de seçilebilir). Esir olan oyuncu bu adlardan birini söyler, söylediği isim hangi grup başı ise onun arkasına (safına) geçer. Oyun bu şekilde kervanda ki bütün oyuncular bitene kadar devam eder. Oyun sonunda ortaya bir çizgi çizilir, gruplaşan oyuncular birbirlerinin belinden tutarak karşı grubu çizginin kendi taraflarına geçirebilmek için çekerler, ne taraf güçlü geldiyse oyunun galibi o gruptur. Kazanan grup oyuncuları hep birden ellerini çırparak <<Çürük elma, çürük elma>> diye bağırırlar.

64-ÇİTLENMEK: Bir şans oyunudur. Beş, altı oyuncu fazla da olabilir, halka oluşturup el ele tutuşur. Bir hakem seçilir. Hakem halkanın ortasına girer, işaret parmağını dudağına değdirerek, öööö, eeee, diye sesler çıkarır. İşaret parmağını tekerleme söyleyerek sıra ile tek tek oyunculara dokundurarak oluşturulan halkayı dolaşır. Tekerleme'nin sonu kime gelirse halka'dan çıkar elenmiş olur. Bu şekilde her tekerleme sonu kime geldiyse elenir, en son kalan oyuncu şanslı sayılır. Söylenen tekerlemeler: <<Gel çıkalım çayıra, Yem verelim ördeğe, Ördek yemini yemeden, Ciyak miyak demeden, Hakkudu hukkudu çıktım çıkardım>>. <<Portakalı soydum, Baş ucuma koydum, Ben bir yalan uydurdum, Duma duma dum>>.

65-ÇEMBER ÇEVİRME: Yuvarlak daire şeklinde kasnak veya eskimiş araç lastiklerinin iç tarafından çıkan dar çember, çemberin kontrolünü sağlamak için eldeki bir deynekle çevrilir, çocuklar kendi aralarında yarışır.

66-HARELL: Geceleri oynanan bir tür saklambaç oyunudur. Eşli oynanır. Ebe olan grup hane dediğimiz belli bir noktada belli bir sayıya kadar sayarlar, bu arada diğer grup saklanır. Ebe grup saklanan grubun bütün oyuncularını bulmak zorundadır. Oyuncular'dan birini dahi bulamazlarsa ebelikten kurtulamazlar. Zamanında bu oyunu oynayanlardan biri saklanmak için gerdeme mevkiinde bulunan tereliğe gider saklanır. Sabaha kadar orada bekler. Ne gelen vardır nede giden. Sabah kuşluk vakti, Kalecik'ten köye dut satmaya giden dutçuları görür. Dutçulara şöyle der. Dayı biz gece oyun oynuyorduk, beni bulamadılar, köye varınca söyleyiver de beni bulamayacaklarsa ben oyunu bozuyorum der. Oyun dahi olsa buda bize eskiden köylümüzün yapılan her hangi bir işte veya oyunda samimiyetini göstermektedir.

67-KINA YAKMA: Taşlar üzerinde ki bilinen iyi kınalar, küçük yassı bir taş alınarak, kına üzerine tükürülür ve taşla daire şeklinde taşta ki kına cıvıtılır ve ellere yakılır. Biraz kuruduktan sonra yıkanır. Gerçek kına gibi ele rengi çıkar. Birde ot kınası vardır. Ot kınası dediğimiz kına otu bir tutam yolunur. Suda veya tükrükle ıslanır bir taş oyuğunda dövülür. Çıkan kına otunun suyu, küçük bir çöple ellere nokta nokta yakılır.

68-GEZİYE GİTME:Okul döneminde okul çocukları öğretmenlerin gözetiminde, özellikle bahar mevsiminde, nevruz, hıdırellez gibi günlerde okulca kır gezisine gidilir. Herkes evinden azıklarını (yiyeceklerini) alır. Gezi sabahı okulca güle oynaya gezi için seçilen yere gidilir. Burada oyunlar oynanır, yarışmalar yapılır, çiçekler toplanır, çocuklar eğlenir. Yemek saatinde kümeler oluşturularak, getirilen yiyecekler ortaklaşa yenilir .Bu yapılan birliktelikler aynı zamanda köy odası kültürümüz olan ferfene kültürüne girmektedir. Bu gezi bazen de civar köy okulları ile ortaklaşa düzenlenir.

69-ÇİĞDEM SÖKME: Bahar mevsiminin başlangıcında çiğdemler açınca, çocuklar aralarında anlaştığı arkadaşları ile, çiğdem sökmeye giderler. Uçları önceden sivriltilmiş deynekler ile çiğdemlerin bol açtığı yerlerde bir iki tutam çiğdem söküp koklarlar. Sarı çiğdem ve katır tırnağı dediğimiz çiğdemlerin kök kısımlarını da soyarak yerler.

70-DERELER VE BENDLERDE YIKANMA: Mal güden çocuk çobanlar öğle sıcağında malları dere kenarlarında söğüt gölgelerine yatırdıklarında, çay ve çaylar üzerine yapılmış bostan ve değirmen bendlerinde yıkanarak eğlenirler. Mal gütmeyen çocuklar da kendi aralarında anlaşarak cevizla, güvercinlik, harman çayı gibi yerlerde yıkanarak eğlenirler. Ayrıca derelerde su kenarlarında oynarken, köpürcük denen ot ıslatılarak taşla dövülerek köpürtülür. Köpürcük otu köpürdüğü için bu otun köpüğü sabun olarak kullanılır ve çocuklar ellerini, temizleme de kullanır.

71-GASTE (GAZETE) İSTEME: Susa (asfalt) kenarlarında gezen, mal güden çocuklar geçen arabalar'dan gaste, gaste, gaste diye bağırarak okumak için gazete isterlerdi. Eskiden vasıta az olduğu için yarım saatte, bir saatte bir araba geçerdi. Geçen arabalar'dan bazıları varsa gazete atarlardı. O gazeteye bakmak, okumak o gün için büyük bir keyifti.

72-PARA KAZANMA: Eski zamanda para şimdiki kadar bol olmadığı için haliyle çocuk olanlarda parayı ancak düğün ve bayramlar da görebilirdi. Hiç göremeyen de olurdu. Çocuklar da mazı toplayıp, çalılarda ki koyunlar'dan takılan yünleri toplayıp, sümüklü böcek( salyangoz) toplayıp köy bakkalına satarak ya karşılığında yiyecek bir şey, yada düğüne bayrama biriktirmek için parasını alırdı.

73-PALAMUT TOPLAMA: Gorudan cinsi iyi, palamutu tatlı olan meşeler'den palamut toplanır, kestane gibi bir yanı çizilerek köz içerisinde pişirilip yenirdi. Tatlı cinsten olan palamut, kestane'den bile daha lezzetli olurdu.

74-MANTAR TABANCASI VE MANTAR: Çocukların düğün ve bayramlar da vazgeçilmezi olan mantar ve mantar tabancasını atmak çok eğlenceli ama, yanındaki arkadaşının gözüne yüzüne doğru tutup atmak ta çok tehlikeli ve sakıncalı bir oyundu. Eskiden mantar tabancaları tenekeden yapılırken son zamanlarda plastikten yapılır olmuştu.

75-GIYNIZ: Hayvanların aşık kemiği yere konularak deynekle vurularak oynan bir oyundur. Oyunun kuralları ve oynanış şekli hakkında bilgilere ulaşamadık.

76-TURA: Bir harman yerinde veya geniş çimenlik bir alanda on, on beş kişi ile oynanan oyuncusu çoklu bir oyundur. Oyuncular içinden biri ebe seçilir. Ebe ortaya çıkar. Diğer oyuncular ebeyi daire içine alacak şekilde daire şeklinde dizilerek otururlar. Ebe elindeki turayı daireyi dolaşarak oturanların birini ardına bırakır. Oturanlar da arkalarına bakmadan elleri ile turanın konup konmadığını kontrol eder. Ebe'nin turayı bıraktığı oyuncu, tura'nın bırakıldığını farkederse ebeyi kovalar. Ebede tura'yı alan oyuncunun yerine oturmak için koşar. Tura bırakılan oyuncu ebe'yi yakalarsa turayı vurur, yakalayamaz sa ebe o olur. Arkasına tura bırakılan oyuncu eğer ebe turayı bıraktıktan sonra daireyi dolaşıp yanına gelene kadar turayı farketmez se ebe, tura bıraktığı kişinin sırtına biner. Ceza alan oyuncu ebeliğe geçer. Oyun bu şekilde oynanarak devam eder.

77-UÇAK (TEYYARE) : Kare veya uzunluğu fazla uzun olmayan dikdörtgen bir kağıdın, bir tarafta ki iki uç kısmı, kağıdın tam orta yerinden, iki tane üçgen şekil alacak şekilde bükülür. İki üçgenin birleştiği yerden dış tarafa doğrubükülerek tekrar katlanır. Şekle giren kağıt tekrar üçgen kısımların orta yerinden, iki üçgenin birleştiği tarafa doğru, iki kanat şeklinde katlanır.Kanat kısımları kaldırılır ve kağıt uçak şeklini alarak elle havaya atılarak uçurulur.

78-GEMİ ve FOTER ŞAPKA: Bir gazete kağıdı'nın tek sayfası tam orta yerinden iki ucu aynı denk gelecek şekilde katlanır. Kağıdın ortadan katlanan tarafından tam orta yerinden, tekrar iki tarafından kağıdın ortasına eşit ve iki üçgen şekil alacak şekilde katlanır. Kağıdın uç taraflarında boş kalan yerlerden, üçgen tarafında ki üçgenin üzerine gelecek şekilde geriye bükülerek katlanır.Aynı işlem arka taraf içinde yapılır. Çıkan şekilde ki kağıt uçları bir birinin içine geçirilir. Dört kenar şeklini alan kağıdın, dört kenarı geriye doğru kıvrılarak, gemi ve foter şapka şeklini alır.

79-TAVŞAN YAPMA: Kağıt üzerinde kalemle çizilerek oynana bir oyundur. 62 rakamı'nın alt ve üst boşlukları kalemle çizilerek birleştirilir. İki rakamı'nın üst tarafı daire şekline getirlir.Daire içine tavşanın gözleri, burnu,ağzı yapılır. Altı ve iki rakamı'nın üst taraflarına iki kulak çizilerek tavşan yapılmış olur.

80-ÇITIRDAK : Yaklaşık 20 cm bilek kalınlığında bir ağacın orta yerine yakın bir yerinden yedi veya sekiz cm uzunlukta oyularak dişler açılır. Sağlı sollu kalan yerler dişlinin olduğu yerden itibaren yuvarlak olacak şekilde serçe parmağı kalınlığında inceltilir. İki cm kadar genişliğinde yassılaştırılmış ağaçtan dikdörtgen yapılır. Bu dikdörtgenin dar uçlarından birine yassılaştırılmış ağaç yerine dişli açılan çark yerleştirilir. Çarkın orta yerinden tam karşı kısmındaki dikdörtgene çok ince yassı bir çıta uzatılarak, dişli açılan çarkın tutma yerinden çark çevrilmeye başlanır. Çarkı çevirdikçe ince çıtadan çıtır, çıtır sesler gelmeye başlar.

Yukarıda anlatmaya çalıştığımız, Anadolunun bir çok yörelerinde oynanan ama yörelere göre oynanış şekli veya kuralı değişebilen, günümüzde artık kaybolan değerlerimiz arasına giren çocuk ve gençlerin oynadığı yöresel oyunlarımızın, Kozayağı köyün de geçen adları ve oynanış biçimlerini ve bazı oyunlar için kendi oyuncağını çocukların nasıl kendilerinin yapabildiklerini anlatmaya çalıştık. Çocuk ve gençlerin oynadığı, kaybolan değerlerimiz olan oyunlarımız bizlere aslında şunu ifade ediyor; Düşünmeyi, zekâ geliştirmeyi, atikliği, çevikliği, el becerelerinin geliştirilmesini, iyiyi kötüyü seçebilmeyi, acımasızlığın ne oluşunu, olgunlaşmayı, zorluklara karşı direnmeyi, kaynaşmayı, hoşgörüyü, doğa'nın insan önüne çıkardığı engeller'le savaşmayı, arkadaş çevresinde ve kendisiyle barışık yaşamayı. Hep deriz ya <<Ne varsa eskilerde var>>.

12 Ağustos 2016 148-149 dakika 28 denemesi var.
Yorumlar