Gel Benimle
Doğru dedin Aykız...
Suskunluğumuzun üzerinden epey ömür geçti sohbet etmeyeli,
Olsun...
Bilirsin, biz zaman kavramına tabi değiliz.
Mevsimlerce öncesinin önsözünü daha bin asır sonra tamamlayacağız belki.
Oysa daha bunun girişi var, gelişmesi ve sonucun başlangıcı...
Ne çok Martböceği ve Kırlangıç istilası yaşadık dar vakitlerin uzuun döngülerinde.
Kim bilir ne hayat hikayelerinin dalga köpükleri vurmuştur son nefesimizin kıyılarına?
Bir tohum ekmenin mutluluğu var bir yandan da. Güneşini güneşten, suyunu yağmurdan ve
sevgisini yaratılıştan kotarıp tanıklık etmek yeşermesine...
Bir biz biliriz, bir de bize bildiklerimizi bildiren...
Bunu bilmek değil midir zaten her şeye rağmen yüzümüzü güldüren?
Zamana tabi geçimsiz insanların, geçim sıkıntısı haricinde ne derdi olur ki!
Velisi savaştan kaçan çocukların velisini ülkesinden kaçıranlarca öldürülmedi mi çocukluğu,
bilinmedik kıyılardan cansız bedenleri toplanan çocukların?
Kime ne!
Hangimizin babası yerin yedi ömür altındaki bir madene göçük olanda, mevsimsiz tohum gibi
karanlıkta kalanda, hafızasının çetelesindeki ilk sıraya evlat kokusunu koyanda?
Kime ne!
Ne uğruna öldüğünü bil''e''meden ölmek, elektrik kesildiği için diziyi kaçırdığına üzülmekten biraz
daha acıklıdır.
Ne uğruna yaşadığını bilmekse, bütün acıklı ağıtların uslanıp tütsülendiği uzaaaak diyarların
cennet yolu...
Gel benimle...