Gidişin Şey Gibi Bir Şey
Gidişin bir cehennem... Hatırlıyorum.
Uzun bir yoldan geliyorum sana. Ve düşünüyorum yol boyunca içimdeki kimliksiz sıkıntının sebebini. Sonra bir isim buluyorum sıkıntıma: ?O gelecekti beni almaya, gelmedi ya ondandır...'
Telefonum çalıyor. ?Nerede kaldın?' diyor ağlamaklı bir ses. Varmak üzere olduğumu söylüyor sonra seni soruyorum. Belli belirsiz hıçkırıklarla ?burda, seni bekliyor' deyip yüzüme kapatıyor telefonu karşıdaki. Yüreğim kör sanki. Hislerim bıçaklanmış. Umursamıyorum telefondan kulağıma çalınan hıçkırıkları. İçimde bir sıkıntı... ?O gelecekti beni almaya, gelmedi ya ondandır...'
Gidişin bir cehennem... Hatırlıyorum.
Evinizin baktığı sokağa giriyorum. Sokak kalabalık. Tüm tanıdıklarımız orda. Ve tanımadıklarımız... Bütün gözler bana çevriliyor. Ben sana çevriliyorum tüm bakışlarda. İki kişi kalabalıktan sıyrılıp hızla yürüyor bana doğru. Kalabalık hareketleniyor. Ben hareketsizleşiyorum.
Kalabalık, üzerime yürüyor. Gözlerim seni arıyor. Yoksun... Yokluğunla yetimleşen bir çocuğa dönüyorum ansızın. Sonra var gücümü toplayıp haykırıyorum: ?O nerde...' Soruma, ardı ardına patlayan ağıtlar yanıt veriyor. İnce bir sızının bulanık uyuşukluğu yayılıyor bedenime. Ayaklarımı hissetmiyorum. Çöküyorum dizlerimin üzerine. İki kişi kollarımda... Kaldırmaya çalışıyorlar beni. Tarifi imkânsız bir şeylerle boğuşuyorum. Tıpkı şey gibi... Şey... Şey işte!
Gidişin bir cehennem... Hatırlıyorum.
Bir konvoyda ilerliyoruz. Önümde seyreden aracın üzerindeki yazıyı okuyorum durmadan: Cenaze arabası... Ansızın soruyorum yanımdakilere kuru bir sesle: ?Biri bize şaka mı yapıyor?' Cevaplar suskun, saatler suskun, yollar suskun, ses suskun, çığlık suskun... Sen suskunsun! Ben önümde seyreden aracın üzerindeki yazıyı okuyorum, sen içinde yatıyorsun.
Önümde seyreden aracın içindesin. Ben senin içinde... Nefes alamıyorum. Ceset kokuyoruz ikimizde. Tarifi imkânsız bir şeylerle boğuşuyorum. Tıpkı şey gibi... Şey... Şey işte!
Sen gidiyorsun. Kalabalıklarına sövüp sayıp sonra yalnızlığına ağlayan bir cellatın kimsesizliği parmak uçlarını gezdiriyor gidişinin tüm kadrajlarında. Şeylerin ismi yok. Oysa isimlerin şeyleri çok. İsminin şeyleriyle boğuşuyorum. Tıpkı şey gibi... Şey... Şey işte!
Gidişin bir cehennem... Hatırlıyorum.
Mezarlıktayız. İki kişi kollarımda... Bir odaya götürüyorlar beni. Küçük bir oda... Boylu boyunca uzanmışsın mermerden bir yatağa. Beyazlar içindesin. Yüzünü görmek istiyorum. Titreyerek aralıyorum seni saran beyazı.
Gözlerin açık. Bakıyor ama göremiyorsun. Ben görüyor ama bakamıyorum. Bir şeylerle boğuşuyorum. Tıpkı şey gibi... Şey işte!
Dokunuyorum yüzüne. Bedenin buz gibi soğuk oysa ben yanıyorum yangın yerlerimden. Nefes alamıyorum. Yüzümün suları dökülüyor üzerine. Bir şeylerle boğuşuyorum. Şey gibi bir şeylerle...
Hava puslu ve sen suskunsun. Başımı alnına yaslıyorum, ölüm sensizliği yaslarken bana. İki kişi omuzlarımdan tutup sarsıyor beni. ?Kendine gel' diyor içlerinden biri. Haykırıyorum: ?Kendim, işte burada... Mermerin üzerinde yatıyor!'
Senin bedeninde can bulan ölümü öpüyorum dudaklarından seni öper gibi. Suskunluğun çığlığı, paramparça ediyor bir film şeridi gibi gözlerimin önünden geçen tüm kareleri.
Gidişin bir cehennem... Hatırlıyorum.
Boylu boyunca uzatıyorlar seni toprağın kucağına. İki kişi kollarımda... Kimse bilmiyor ama iki kişiyi gömüyorlar aslında. Gömülürken tarifi imkânsız bir şeylerle boğuşuyorum. Tıpkı şey gibi... Şey... Şey işte!