Gitmek mi Zor Kalmak mı
GİTMEK Mİ ZOR KALMAK MI
Nice insanlar gördüm üzerinde elbise yok
Nice elbiseler gördüm içinde insan yok!
MEVLANA CELALETTİN RUMİ
Hayat bazen beklemediği anda ters yüz edebilir insanı. Umudu fareler (şartlar) çoktan kemirip bitirmiştir. Hayaller gerek tsunamiye gerekse fırtınaya çoktan teslim olmuştur. Önümüze gelen hayat seçenekleri dahilinde yaşanmış ve yaşanmışlıklarla tecrübeler edinilmiştir. Acısıyla tatlısıyla birçok birikim edinilmiştir. Birikim ve deneyimler yönlendirmiştir bizleri. Bazen de, o birikim ve deneyimleri hatalı sollayan, dahası gaza basıp gözden uzaklaşan hızlılık girer hayatımıza.
Birken iki (eş-dost ve çocuklar gibi) olmuşuz ya da iki iken tek kalmışızdır.
Elimizde midir?
Tabi ki, hayır. Toplum içinde bulunmanın gereği, aile içi dağılmalar (boşanmalar, evlatların büyüyüp kendi hayatlarını kurmaları, ölümler gibi) yaşanmıştır. Her iki tarafında eksilen yanlarının yanında, çoğalan yanları da olmuştur. Zira, bir şekilde devam eden ömür denilen döngü, yaşamak durumunda kalınan olaylar nedeni ile ya kısıra ya da verime dönüşmüştür. An gelip hırpalanmış, an gelip mutlanılmıştır. Belki, insana tecrübe kazandıran bunlar ama bir de olayların diğer yüzü var ki; susmakla susturulmak arasına sıkışıp kalır insan.
Bildikleri hiç bilinmeyene, bilmedikleri ise aşikar olur sanki. İnanmışlığın getirdiği yıkım ile ızdırap, çıkmazın eşiğine getirir bırakır insanı. Ağlasan bir dert, gülsen deliliktir. Bunun adı ne çaresizliktir ne de yeni bir çare arayışı. Bu düpedüz sudan çıkmış balığa dönmektir. Alışkanlık haline dönen yaşanmışlıklar ve alıştığınız ortak yaşam alanı vardır. Tüm bunların sadece S İ Z cephesinde düşülen boşluk, bir zamanlar var olanların olmayışı bir süre şaşkına çevirir insanı. Kah ağlar-sızlarsınız kah susar kendinizi dinlersiniz kah ise, sadece beklersiniz. Hem de neyi beklediğinizi bilmeden. Çünkü; bildikleriniz sıfırlanmış ve bilmedikleriniz olup çıkmıştır.
İşte bundan sonrası asıl acı verendir. İşte bundan sonrası asıl işkencedir. Gitmelerin zorluğunun müsebbibi de burada saklıdır. Kalan olmak veya giden olmak değildir mesele. Mesele giderken de kalırken de ne kadar A D A M olduğunuzu kanıtlamaktadır. Sözlerinizle ve vücut dilinizle takındığınız tavırdadır. Kişiliğinizin ve hayat görüşünüzün aynası olacak davranışlarınızdır. Sergilediğiniz tutumların, sizin karakter göstergeniz ve hayat ibrenizin istikametini işaret eden unsurlardır. Eğer siz ?' Giden gider, kalan sağlar bizimdir.'' gibi bir tavır içinde iseniz, zaten sorunun kaynağı da sizsiniz demektir.
Çünkü; hiçbir canlı sebepsiz yaratılmamıştır. Her şeyin bir izahı vardır ve olmalıdır.
İyi ya da kötü.
Doğru ya da yanlış.
Günah ya da sevap.
Bu sebepten dolayı, bir türkümüzde de denildiği gibi ?' Hata benim. Günah benim. Suç benim.'' Diyerek kaçmak yerine, nedenleri sıralayarak, konuşarak ve karşı tarafa söz hakkı tanıyıp dinleyerek bitirmek ya da gitmek, her iki tarafı da en az acı verir duruma getirir. Ardında hiç farkında olunmasa da (Ki, bu mümkün değildir.) g ü z e l l i k l e r bıraktırır. Tebessüm ettirir. İ y i k i d e yaşamışım dedirtir. Zaman ve hayat yeterince yoruyor insanları. Bir de biz faniler ağzımıza yüzümüze bulaştıracağımız şeylerle uğraşmasak ne güzel olurdu değil mi hayat?
Acı veren olmak yerine, acıyı paylaşarak azaltan olsak neyimiz eksilir?
Gelmenin elzemliği kadar gitmelerinde elzemliğini defalarca hayat göstermiyor mu bizlere? Peki, zorumuz ne ki, hep beyinlerimizin hınzırlık yanı ağır basıp ya sinsiliklerle, ya pişkinliklerle ya da birilerinin hayatına zarar veren tutumlar, davranış şekilleri sergiler ve geliştiririz?
Neden hep kendi penceremizden bakar, karşı tarafı hesaba katmaz ve işimize geldiğince yorumlar ve davranırız?
Kaç yürek vurgununa terk ederiz sevdiklerimizi ya da sever (!) göründüklerimizi?
Her şey bu kadar basit midir?
Gelirken denilen MERHABA kadar, giderken de HOŞÇA KAL demeyi, A D A M olmayı bilmeliyiz. Çünkü; asıl cesareti bu anlam da göstermeyi gerektirir edep ve adap.
HÜZÜN ŞAİRİ; N Y