Güven Sevgiye Sıkıca Sarılmış
Hani bir yazımda, 'Sevgi güveni taktı koluna.' demiştim ya. Merak ettim doğrusu; güven ile sevgi ne durumdalar, iyi geçiniyorlar mı, birbirlerini anladılar mı, şiddetli geçimsizlik var mı?
Aldım takibe...
Baktım ki sevgi mutlu, sevginin mutluluğu nedeniyle de güven huzurlu. İzledim gıptayla hayran hayran; ama düşüncelere de dalmadım değil... Madem bu mutluluk vardı, madem huzur güvene bağlıydı, hatta bu ikiliyi örnek alacak olanların da, ilerdeki güzel hayatları buna göre olacaktı; sevgi güvene neden bu kadar naz etti ki? Ya güven? Neden o naza bu kadar inat etti?
Kızmadım desem yalan olur...
Yoksa biz insanlar önce acıyı mı tanımak istiyoruz? Kendimize ve karşımızdakine eziyetle, olumsuzlukları birer birer yaşayıp, hayata karşı bağışıklık aşısı mı kabul ediyoruz o gelişmeleri. Yaşam biçimimizde, güle ulaşmanın yolu her zaman diken midir?
Hep kabul etmişimdir ki; doğar doğmaz baklavayı tadan ve hayat boyu acı biber yemeyen bir insana, 'Tatlı' sözcüğünün anlamını öğretmek mümkün değildir. Sadece kavramın tanımı olarak kalır o çalışma ve ne acıyı bilir, ne de tatlıyı. O halde insanın mutluluk kavramının ne olduğunu bilebilmesi için mutsuzluğu da tanımak zorunda olduğunu diyebilir miyiz?
Bence evet...
İrdelesek daha bir dolu örnekler üretilebilir. Sevginin nazına da, güvenin inadına da bir dolu yaşanmışlıklar eklenebilir elbette; ama bırakalım da, madem Leyla ile Mecnun gibiler, yaşasınlar güzellikleri irdelenmeden ve takip edilmeden... Baş başa...
Onları bu mutluluklarında göz ucuyla takip edip, biz dönelim yine kendi konumuza.
Amaç kola takıp da, geniş ve güzelliklerle dolu ağaçların gölgesindeki yolda, aheste ve mutlu adımlarla, birbirinin sıcaklığını hissederek yürümek değil ki... O yol sadece araç mutluluk hedefi için...
Pırıl pırıl yol sonsuza kadar sürmeyecek; bazen taşlı, çakıllı yollar da çıkacak önlerine, hatta bazen yol sona erecek ve patikalara bile kalacaklar. Bozuk yola geldiklerinde, taşlar ayaklarını acıtıyor diye, kolları ve elleri birbirinden ayırıp başlarının çaresine bakmak isterlerse ya da patika dar diye ellerini bırakıp tek tek yürürlerse...
İşte o zaman eyvah! Hem de ne eyvah!
Sevgi yine güveni kaybetmiş demektir yollar bozulunca. Güven de sevgiyi yalnız bırakarak pes etmiştir pervasızca.
Bu durumda söylenecek söz; 'Al birini vur diğerine' olur kanımca.
Şu sevgiyi, asla güvensiz yapamayacağına bir inandırabilsek... Güvene de, mücadeleyi asla bırakmayıp sevgiye adeta yapışması gerektiğini, sevgi onu bırakmaya kalksa bile onun daha sıkı sarılması gerektiğini bir benimsetebilsek...
Olmaz ama... Olmaz... Böyle bir güzellik olsa dünyanın ekseni kayar.
Nasıl mı?
Dünya kurulalı beri, bir alışkanlıktır insanda sevda acısı. Güvenmeyecek, kavga edecek, barışacak, tekrar küsecek, yanlışları varsa görecek, doğrularını zaman zaman terk edecek; üzecek, üzülecek, ağlayacak, ağlatacak...
Yani acıları görüp mutluluğu kavrayacak, mutluyken acıları yaşayıp mutsuzluğun anlamıyla tanışacak.
Sürecek hayat, sürecek sevdalar.
Gerçek bir sevgi çok ender yakalanır insan hayatında. Derim ki; binlerce yıla dayalı acı ve kara sevdaları örnek almadan, gelenek diye yanlışları benimsemeden, güven dolu bir sevdayla karanlık gecelere pembe ışıklar yaysın sevgi dolu yürekler.
İzledim bir yandan sevgi ile güveni. Ne güzel yürüyorlar taşlı patikada...
Güven, sevgiye sıkıca sarılmış.
Onların mutluluklarıyla mutluluğu öğrenen sevdalılar da, peşlerine takılmış...