Haddince Edilgen
Gözünüz hiç duvarlar tarafından çarpıldı mı sizin?
Dünün Şeytanları o sabah kendinden önce uyanmış... Onu da uyandırmıştı tabi.
”Güzel,
her şey,
güzel olan her şey kadar güzel.”
”Ne var be, bi’ yol alın, rahat huzur verin artık”, diye bağırdı dünün iki şeytanına birden. Dört şeytan gelip, iki şeytan kalmışlardı, diğer ikisi rüyada kalıp, geçememişlerdi bu tarafa . Hışımla kalkıp saatine baktı ve saati de ona baktı; saat 08:34, o ise gece üçtü. Saatinin klipsini kapatırken çıt sesiyle Dünün Şeytanlarına baktı. Saat ise birazdan sağına soluna su geleceği için tedirgindi.
Yüzünü yıkarken arka tarafının sağında ve solunda dikilen dünün iki şeytanıyla göz göze gelip, “eeh, siktirin gidin ama artık” dedi. Sonra da onlar orada yokmuşçasına tüm sinüslerini temizledi. Dünün şeytanları neredeyse kusacaklardı. Beyaz ağırlıklı, yer yer kırmızının ve katı yeşilin de olduğu mukoza, sabun, yüz temizleme jelinin lavabodaki karıştığı anaforu gören şeytanlardan birisi yüzünü çevirmek ve öğürmek zorunda kalmıştı hatta. Öğüren bir şeytan; şeytanın midesini kaldırmak, piyano solosu kadar incelikli bir hareket oysa... Havluyla yüzünü kurularken, göz teması çemkiriyordu enerjik bir ısrar ile, gözlerini aceleyle sildikten sonra; “Fısıldamayacak mısınız bi’şiyler”, sorusu ise hasıma değmeyecek ama sallanan bir bıçak darbesi gibi havada dolaştı ve kayboldu, bir sağındaki, bir solundaki şeytanla sırasıyla göz kontağı kurarak dişlerini de fırçaladı. Güçlü görünmesi ve gerçekten umursamaz olması gerektiğinin bilincinde, janti bir nezaketle yaklaşmanın en iyisi olduğunu düşünerek;
”Ben şimdi gidiyorum. Sert bir kahve içip uyanacağım. Döndüğümde gitmiş ol. Olun. Öff işte ya.”
”İki lafın belini de bükmeyeceğiz yani...”
Hiçbir şey demeden antreye doğru devam etti ve aceleyle eline aldığı çoraplarını yürürken yer yer durarak giydi. Ayakkabılarını giyerken ve bağlarken salonda dün gece kimin yattığını hatırlamaya çalıştı, hatırlayamadı. Birisi hala bir yorganın altında kanepeyi açmış ve yatıyordu. Önemsemedi. Kapının önünde gözlerini kapatıp, sekize kadar sayarak nefes aldı, sekize kadar saydı tuttu ve sekize kadar sayarak nefesini geri verdi;
”güzel,
her şey,
güzel olan her şey kadar güzel.”
Yine Tanrıyı düşünmeye daldı. Kendisinin tanrıdaki yerini. Tanrının kendisindeki yerini. Eh, Tanrının birini özel olarak seçmesi bir yanılgı idi ama gel gelelim ki kişi doğayı seçerek ve bıraktığı işaretleri takip etme yoluyla Tanrıya yaklaşıyordu. Şimdi ne kadar yakındı Tanrıya, bunca beton yığınının ortasında olmasının pek de önemi yoktu. Hem bir dizi işaretin peşinden koştuktan sonra sadece düşünerek de yakınlaşılıyordu Tanrıya. Alnındaki düşünce buruşukluklarını düzeltti. Bu, yer küreye döndüğüne dair düpedüz bir ip ucuydu.
Kahvesini büyükçe bir fincanın yarısında, en çok kafein içeren biçimde almış bahçede yudumlarken, yüzüne vuran en büyük enerji kaynağına döndü ve gözlerini kapattı.
Hafifçe bir bulut, tebessüm eder gibi, bir keman narinliğinde süzülmeye başladığında gözlerini açtı. Bulut, güneşi örtmüş, ölmüyordu, geçiyordu, süzülüyordu... Aşmış bir biçimde, hepimizden daha az sürtündüğünü düşündü bulutun, sonra ne kadar kendi için var olmadığını... Bulutun bulut olmadan önceki yolculuğunu düşündü. Sonra, bulutun tekrar ne zaman su olacağı, nereye düşeceğini düşündü, gittiği yönü de kestirerek.
Bulut geçti, kahve iki yudumdu zaten, bitti. Son yudumu aldı. Bir tane de su alıp evin yolunu tuttu.
Evine girdiğinde, önce yattığı yere yöneldi. Dünün şeytanları yoktu. Sonra sırasıyla hole, salona. Dünün şeytanları gitmiş ama salondaki o "birisi" hala yatıyordu, hiç pozisyon değiştirmemiş, sadece kafası görünecek biçimde. Önemsemedi. Yatak odasına tekrar girdi. Boş bir tabak, boş bir bardak. Kıvrılmış Yüz TL.
”Güzel,
her şey,
güzel olan her şey kadar güzel.”
Kahveciden aldığı 50ml’lik suyunu tek dikişte bitirdi. Buruşturup çöpe attı. O anda bahçeye düşen yağmurun sesini duydu. Camdan dışarı baktığında, kiraz ağacı, dökeceği yapraklarında suyun şıpırtısını, ürpertisini ve titreşimlerini tüm hücrelerine kadar hissediyordu. Son bahardaki ilk yağmura posta koyarcarsına yeşil yapraklarıyla adeta bir şeyler anlatıyordu. Kimin kazanacağı da o kadar malum değil düşününce; önce sarı yeşile dönecek, sonra yine yeşil sarıya, maksimum 80-100 yılın nazarında baya sonsuz bir döngü.
Yerdeki sarı otlara ise yağmurun ya da herhangi başka kaynaklı bir suyun yapacağı pek bir şey kalmamıştı. Sekize kadar sayarak nefesini aldı, sekize kadar sayarken tuttu, sekize kadar sayarak da yine nefesini verdi ve bunu tam altmış dört kez tekrarladı. Camın önünde duran termosunu salladı. Yarısı doluydu. Düğmesine basıp, ağaca “sağlığına” dedikten sonra, kalan suyu da bir dikişte bitirdi. Aklına salonda yatan kişi geldi. Hızlı adamlarla salona ilerledi. Önce sehpaya ve buruşuk kağıt mendillere baktı... Yorgandan yarısı kapanmış bir erkek yüzüne baktı. Tanıyamadı. Elini yorgana atıp, nazikçe yorganı yüzü görebilecek biçimde indirdi... Baktı.
Sahi, siz hala dümdüz bakanlardan mısınız? Yoksa, bir gözü başka, bir gözü başka mı bakıyorsunuz?
”Güzel,
her şey,
güzel olan her şey kadar güzel...”
Bazı sihirli anlar vardır, hem var hem yoktur, üstüne düşünmeli, en çok da nasıl artırırızı. Bu sadece dinginlikle alakalı. Evrenin dinginliği ödüllendirme mekanizması, farkına varılması ve üstüne gidilmesi gereken bir “oluş”. Gerçeğe yakın şeyler kokuyor o anlar.
Ama o gözlerden bir tanesi yere bakarken, diğeri nereye bakıyor, birisi açıklayabilir mi?
Yaşamın kendisi bu demiş yazar. Sessiz bir döngü hep değişim, dönüşüm sürtünme bedelli. Sürtündüğümüz kadar yıpranırız mı yoksa olgunlaşır mıyız? Evrensel muamma.... Bakarken kendi ürettiğimiz algıların içinde kaybolmak da var. Nereye nasıl bakarsak öyle mi varırız sonuca. Dünün şeytanları fısıldaya dursun içimizde sonsuzluğa varma özlemi susatıyor ruhumuzu. Sürekli tekrarlanan dualarla Tanrıyla kontakt kurmanın yolu doğayla birlikte yani dua ve doğa. Anlamakla sarhoş eden bir yazı, bilmeden okunursa yüzüstü kapaklanır insan.
Kutlarım Fırat, benim için acı biber gibiydi. Oldukça lezzetli...
Her insan içinde iyiyi ve kötüyü karanlığı ve aydınlığı barındırır .Doğrular, çok yönlü araştırma okuma bilgi edinme sonrasında düşüncelerini mantık süzgecinden elemekle ulaşılabilendir .hiçbirini yapamasa da doğayı izleyip inancını güçlendirsin yeter. Güzel paylaşım için teşekkür ederim Fırat bey sevgiler