Hafıza Ve Mantık 2
Bellek (hafıza), mantığı olan bir işlerliğin kapsar lığı ve kapsamlılığıdır. Beyin de bir sistem olmakla beyinin de bir mantığı ve hafızası vardır. Bu nedenle bellek ansal da oluşan bir işlevdir. Ansal işlevin içi, dış dünyadaki işlerleşen sistem mantığı ile kapsam veya kapasite edilirler.
Böylece bellek; geçmişi ya da geçmişte deney olanları anı edip, bu karşılaşmaları saklar ve yeniden meydana getirir olmanın, ansal yetisidir. Hafızanın oluşmasında dışta olan şeyin katkısı asıl ve esastır. Bu asıl ve esasları belleğin kendi başına anımsaması bellek tutmuş olmadır. Bu anımsama içine belleğin kendi öznel katkısı da olduğundan hatırlanan şey çoğu kez uygulamalı olmadıkça bu belleğin çarpıtmasıdır.
Pek çok bağıntıları ve söylem şekilleri olan mantığı bizler; yukarıda da belirtildiği gibi aşağıda da belirtilecek olanlar gibi karmaşık kılmadan enstantane durumlarıyla yalın şekilde inşalaşmalar olmasını anlamak zorundayız.
Doğa bize neden mantıklı geliyordu? Çünkü biz doğayı kendi davranışına göre algı ve kavram ediniriz. Doğayı: kurduyla kuşuyla; örtüsü, börtüsü, böceğiyle; dağıyla, ormanıyla, ovasıyla, iniş çıkışıyla; akarsuyuyla, iklimiyle, depremiyle bulutuyla vs. bütün oluşla anlarız. Sonra sistem sistem kategorize ederiz. Kategorize edilenleri de kendi içinde çözümler, sentezlerini yaparız.
İşte doğal mantığın temeli ve öznel mantığa kaynaklık oluşu buydu. Doğada edindiğimiz bu algı ve kavrama olan izlek ve izleğiler de; dıştaki kendi düzenlerine uygunlukları aradığımız için doğa; bize mantıklı gelir. Bu nedenle deniz, balıkla; hava, kuşla; bulut yağmurla vs. düşünülüp mantıklı edilirler.
Farklı bir sistem düzeni içinde kökü havada olan bir ağaç, olam ise de şu anki sistem mantığımıza göre kökü havada olan bir ağaç bize mantıksız gelir. Mantığı, düşünmeyi, mantıki konuşmanın temeliyle, izlenim ve deneyimlerimizi de doğal sistemlerde bulunan mantık oluşturur. İnsan mantığı insan öznelliğiyle katkılı ve insan algı ve öznelliğiyle sınırlıdır.
Doğanın işleyişi, doğanın gelip geçici olan düzeni ve düzenli işleyişleri zorunlu oluşla insan düşüncesini dahi içeriyordu. İnsan mantıklı düşünceyi biçimliyordu. İnsan mantığı doğal sistemlerin işleyiş mantığıyla biçimlenirse de insan mantığı doğal mantığın kendisi değildir.
İnsan mantığı, doğa mantığından farklı bir ruh içerir. Doğanın ruhu ve doğanın işleyiş mantığı gelip geçici olmakla kendi girişmeli bağıntı ve düzenlenişlerdir. Doğadaki sistem ve sistemin mantığı ne hiç kimse içindir. Ne de hiç kimse için değildir.
İnsan totem meslekleri ve ön ittifaklar içinden beri üreten ilişkiler içindedir. İnsan, üreten ilişkiler nedenli toplumsal gücü aracılığıyla, doğadaki mantıktı ruhun içine kendi ruh mantığını boşluk devimleri biçiminde yansıtabilmiştir.
İnsan mantığı; kişinin kendi bencilliğinden ötürü kişinin öznel karışmalarını ve kişinin öznelliklerini içerir. Doğadaki sistem oluşun kendi mantıklı işleyişi dışında, bu doğal işleyişin kendisine özgü yarar ölçüsü gözeten bir öznel oluşu yoktur. Doğa mantığında sistematik oluş, yasal oluşuyla asal ve esastır. Düşünmemiz, mantığımız, doğadaki düzenli işleyişin; nesnel düzenin bir parçası ve düşüncesiydi.
Doğal sitemler içindeki iklim gibi, tektonik olaylar gibi, floralar vs. gibi mantıklı işleyişler içinde bir şeye ait olma ya da bir şeye ait olmama gibi belirlenim yoktur. Mantığın bu türden olası bağıntıları bir belirlenim olmayıp, hep olamdırlar. Ancak insan mantığı bir şeye ait olmaları bir araya getirir.
Oysa dış dünyadan esinle biçimlenen insan mantığı; öznel biçimlenişler içerirler. Söz gelimi toplum sal sistemin sizin dışınızda zorunlu bir doğal mantığı vardır. Ve toplumsal sistemler de bu mantığın zorunlu olmasına göre, bir işleyişe sahiptirler.
Fakat bencildi kişi öznelliği bu doğal mantığın inşa dizgeleri arasına öznel çıkarla kedi düşünmelerini inşa eder. Söz gelimi hiç kimsenin mülkü olup olmamak gibi bir derdi olmayan toprak gibi bir üretim gücü; ilk toplumsal inşa içinde kişinin değil, ittifakın sahipliği oluşla üreten ilişkiler zincirini oluşmuştu.
Köleci inşa, hiç kimsenin olmayan toprakla; kişiler bağıntılı üreten ilişkilerinin arasına, toprak sahibi olan kişilerin "mülk sahipliği hakkı" gibi bir anlayışı koydular. Mülkiyet hakkı diye devreye sokulan pay; üretimi mülk sahibine veriyordu. Toprak gibi üretim gücü ile üreten ilişkiler arasına "mülk sahipliği hakkı" diye konan boşluk devinmesi, sürece hâkim oluyordu.
İçinde kişiler emeğinin hakkı olan ya da emeğin hakkı olması gereken pay da; toprak sahibinin hakkı yapılmakla köleci dönemde emeğin hakkı yok sayılıp; emeğin hakkı efendinin merhameti ve lütfu şeklinde, görülmüştü. Yani böylece özü "totem alanlı, öznel anlamalı mana gücü" köleci dönemde Mamon'du keyfi takdirin sınıflı mana anlamasına dönüşmüştü. Bu anlayışın temeli de yöneten mülk sahipliğiydi.
İşte doğal mantığın kendi işleyişi içinde olmamakla beliren özel keyfi tutumlar muktedir mülk sahiplerinin bencil yararlanışları olmaktadırlar. Olam durumunda olan doğal sistemin mantıki işleyişinin içine insan, kendi yararına olan öznel durumları monte edebiliyordu.
Böylece doğal sistemin içi muktedir güç sahibinin bencil yararlanışlarına hizmetten oluşturdukları boşluk devinmeleri amacıyla süreci enfekte ettiler. Böylece "üreten sistemin mantığı"; ana şema gibi davranıp üreten ilişiklerini gerçeklerken; mülk sahipliği hakkı ve mülk sahibinin süreci kontrolüyle sistem kişileri servet sahibi yaptı.
Kişisel zenginliği sağlamak için zorunlu inşa mantığı içinde sekans edilmiş durumların yer ve sıra değişiklikleri yapılmakla doğal mantığın içine öznel mantık katılmıştır.
Toprak sahipliği (mülkiyet), temel üreten ilişkinin ana esası ve zorunlu mantığı değildir. Zorunlu olan üreten sistem mantığına dokunup değiştirmeden doğal mantıklı sistem işleyişinin içi öznel çıkarla müdahalelerin enfekte katkılarıyla şişirilmiştir.
İşte temel sistem mantığı içine katılan öznel müdahalelerle, "doğal sistem bağıntılı" olan temel ruha ve zekâya karşın, bu öznel karışmalar insan mantığının özgün ruhunu ve zekâsını oluştururlar. Doğal mantıklı ruh ve zekâ, insan mantıklı ruha ve rengi ruhsara dönüşmüştür.
Bu nedenle zamanın; tarihsel oluşun; mantığı ve ruhu vardır. Totem dönemle ön ittifakı dönem temelde üretimi paylaşma yapmakla aynı ruha sahiptirler. Ön ittifaklar içinde her bir totem grup her bir ayrı ruh belirmesi olmaları nedenle ön ittifaklar da çoklu ruhların belirtilmesi oldular.
Böylece ön ittifaklar her bir totem mesleği olan emek ürünlerini komünal paylaşmakla ön ittifaklar içinde temel özgecil ruhu çoğullaşmıştılar. Bu nedenle tarihsel olucu mantığa göre erken dönemin kendisine özgü bir paylaşmacı özgecil ruhu ve zekâsı vardır. Köleci dönemin hep bana, rab bana der oluşla paylaşmacı olmayan kendine özgü bencil bir bir ruhu ve zekâsı vardır.
Ha keza zamanımızın da bunlardan içermeleri oluşla daha farklı ruhu ve zekâ işleyişi vardır. Erken dönemin ittifakı insanının ruhu, arkaikti olmak dışında köleci dönem ruhu içinde yoktur. Köleci dönem ruhu içindeki efendi, köle ruhu da ön ittifaklar içinde arkaikte olsa hiç yoktur.
Ön ittifaklar ruhu içinde, grupların kendi kültürel ve özgün yaşam hakları olmakla farkında olmasalar bile insan hakları uç vermişti. Köleci dönem ruhu içinde efendiye biat ve efendiye itaat ruhu esas ve asıl olmuştur. Özgün gruplar yaşamı yerinde yeller esmekle sınıflı yaşam ortaya konmuş.
Köle sınıfın özgün yaşamı yoktu ve yaşamları efendinin iznine tabiiydiler. Mülk sahipliği olan efendi hakları dışında insan olma ve insan hakları olucu tutumu mikroskopla arasanız bulamazsınız. Ancak günümüz ruhu içinde tam bir açıklıkla olmasa da insan olma ve insan hakları tutumu açık açık deklare edilip sayılabilmiştir.
Her dört zamanın ruhu (erken dönem, köleci dönem, feodal dönem, sanayi dönemi olan günümüz toplumları) farklı da olsa her biri bir uygarlık tarihidirler (totem dönem salt etnik kültür oluşla, sentez olmamakla uygarlık değil; sadece kültürdürler).