Hayat Kalem Hüzün Mürekkeptir
'Sen de başını alıp gitme' şarkısını dinlerken, bir anda bir şeyler yazmak geldi içimden... bir nedeni de yok aslında; sadece yazmak amacım... bir kar, menfaat değil beklentim... sadece, duygular bir bulut olup da üzerime savrulduğunda, bir köşeye sıkışmaktan çok korkuyorum...
Ve böylece kendimde, asi bir çığlıkla coşmak geliyor; hem de çok çok derinlerden... anlaşılmamak, anlaşılmak istenmemek inanın; donduruyor insanı... normal şartlarda duygular baharda erimeye yüz tutmuş kar gibi ılıktır... ve bu çok da seyrek olmaz.. ancak, gündüze alkış tutarken geceye yas tutmak iki yüzlülük olur; öyle değil mi...
İşte sadece bu iki taraflı düşünce haline düşmemek için olsa dahi, üzüntüyle gecelemeyi pek de hor görmem... yaşamak inanın çok kolay olan bir sanattır... sanat olması; onu bir zanaat gibi görenlerin üzerinde zaman bir palet gibi geçtiğinde zaten anlaşılır... gerçeği itiraf etmek, yaşamasam da bir gereklilik gözüküyor; bu yüzden, konuşmamak kelimelere ihanet etmişim hissine yelken açıyor... görüyorum ve çok çok üzülüyorum; yaşamaya çalışan insanların neşeli dramlarını...
Hayatı, inkar ederek yaşadığımızdan inanın lezzetini hiçbir zaman alamıyoruz. Kader zaten ayrı bir boyut; kendi defterimizi, sayfanın bitip bitmemesine aldırış etmeden elimizden alıyor... yaşama hayaliyle kendinden geçenlerin, her an bir gazete küpüründe ölüm haberini görmek, içime falezlere serpilen dalgaların ıslaklığını yaşatıyor...
Kiminin annesi yok; iki yıl önce ölmüş... kiminin babası yok; adam öldürmekten 30 yıl mahkumiyet giymiş, kiminin kardeşi yok; magandanın körpe bir kurbanı olmuş; kimi ise çölde bir ağaç; ne ana ne baba ne de bir kardeş; olsa olsa aylarca göremediği akrabalardan her hangi biri... yani yetim; yani öksüz...
Bu hayatları okudukça, gördükçe, yaşadığıma ve aldığım nefese hayret ediyor ve utanıyorum... lüks bir yemek yediğimde, sanki bir garibanın lokmasını yutuyormuşum gibi lokmayı öfkemden çiğniyorum... neden sadece hüzün ve ölümle ilgili yazdığıma gelince; hayatı süzün ve bakın bakalım; ölüm ve çaresizlik dışında kalan sadece bir donuk posa değil mi... yaşama şevkini kırmak ve kimseyi kınamak değil tabi ki amacım...
Lakin, şu an olduğumuz yerden ayrılıp ayrılamayacağımızdan dahi emin olamadığımız bir hayatın bütün renklerini kucaklamak ve bunu hırsla yapmak ne kadar mantıklı ve ne kadar zaruri, söyler misiniz? Mutlu ve her şeyin yolunda gittiğini düşündüğümüz anların dahi, derinlerden bir kasvet fonuna gidip geldiğini görmüyoruz diyemeyiz değil mi... 00: 44 İzmir Manavkuyu