hayata düşülen dipnotlar...
15,50...
Saydım, tam yirmi bir dakikadır put gibi bakıyorum bilgisayara acaba bir kelime olsun yazar mısın diye... Yazmıyorsun. İnat ettim ben de yazmıyorum. Durumumu da özellikle meşgule aldım ki senden gelecek bir tek kelime için geberdiğimi bilme diye:) yani sen sanmalısın ki ben oldukça meşgulüm, işi gücü başından aşkın bir kadınım ve çok isteyip bir şeyler karalarsan belki (zamanım olursa) cevap verebilirim. Üzgünüm bir tanem böylesine yalancı ve yapmacık davranmak, bana, eski terk edilmişliklerimden miras kaldı.
Her şey sil baştan yaşanıyor sanki. Bir nevi dejavu denebilir. Çok uzun zamandır ilk defa sırılsıklam aşığım. İnsanın yirmi altısında âşık olması da daha bir farklı oluyor. Eski hatalarıma düşmüyorum örneğin. Zamk gibi yapışıp seni kendimden uzaklaştırmak yerine, taş misali ağır davranıp bana emin adımlarla yaklaşmanı bekliyorum. Seni öptüğümde duyduğum mutluluğun beni kendimden nasıl da geçirdiğini bilmeni istemiyorum. Seninle geçen zamanın hayatımda ne kadar özel bir yer teşkil ettiğini de bilmemelisin. Anlayacağın hiçbir şey bilmene gerek yok çünkü diyor ya Murathan Mungan ' anladığındaysa tüm kazananlar gibi terk ettin' işte o hesap sen de beni tam anlamıyla kazandığını hissettiğin an, galibiyeti tatmış tüm karaktersizlerin iğrenç kahkahasıyla sırtını dönüp gideceksin. Gitmeni istemiyorum.
Düşünüyorum da aslında ben gelmeni de istememiştim ki... Sen inanmıyorsun ama kader denen bir olgu gerçekten var. Düşün, yıllardır binlerce insanı gördüm, yüz binlerce farklı mekânda bulundum, çıktım, gezdim, dolaştım... Düşün, neden sen? Seni ilk gördüğüm anı düşün. Aklımı başımdan alan o ela gözlerini, gözbebeklerime yansıyan o naif parmaklarını, saçlarını... Sen yanı başımda otururken ve ben hissederken kokunu; görmeliydin o esintiden dönen başımın dairesel hareketlerini. Gülümseyişinin içimde yarattığı anaforu bilmeliydin. İyi ki görmedin ama diyorum ya bilsen sen de giderdin. (ki zaten gelmiş de değilsin henüz) İstemiyorum gitmeni...
Amacın ne? Ne yapmaya çalışıyorsun? Beni aşağılamak, incitmek, hiç yokmuşum gibi davranmak bu kadar mı hoşuna gidiyor? Neyim senin için? Yalnız kaldığında sığınacağın güvenli bir liman mı, üşüyen dudaklarını ısıtacak tutkulu bir âşık mı, tenine mesken tutacağın ılımlı bir mabet mi? Neyim söylesene... Haklısın belki de hiçbir şeyin değilim ve olmayı da hak etmiyorum ama elimde değil. Yaramaz çocukları dizginlemek ne kadar zordur bilir misin? Hani ellerinde balonları vardır, şu uçan balonlardan. Bile bile, göz göre göre ellerinden kayıp gitmesine izin verirler o balonun, sonra da saatlerce gözyaşı dökerler. İşte tıpkı onlar gibiyim. İstediği çikolatayı babasına aldırmayı bir türlü başaramayıp eve gelene kadar olmadık rezaleti yapan afacan çocuklar gibi. Seni istiyorum. Ama nazımı çekecek, beni şımartacak ve seni bana getirecek kimsem yok. Tüm şımarıklığımı senin o inanmadığın ve hiçbir vakit de inanmayacağın tanrıya yapıyorum. Umarım bir kez daha üzülmeme fırsat vermez. Öyle çok istiyorum ki benim olmanı, isteyemem gitmeni...
16:26
Hala konumumuzda bir değişkenlik yok. Ben yazmıyorum, durumum meşgul. Sense hala çevrimiçisin ve uygunsun. Sen uygunsun da bilmiyorum ki belki de birbirimize uygun değiliz. Uygun değilsek, neden beraberiz? Ne tür bir ilişki bu böyle? Kendimi anlayamıyorum. Ben sanki ben değilim ve olmadığım gibi davranıyorum. Neden böyle yaptığımı bilmiyorum, hoş bilmek de istemiyorum. Sadece seninle geçen anların tadını çıkarıyorum. Hani geçen beraber Kızılay'da oturduğumuzda neden bir şey yemediğimi sordun, sonra da o sinir bozucu kahkahanla 'yoksa aşkımdan iştahın mı kesildi' dedin ya, evet her ne kadar sana 'saçmalama sadece hastayım, sen âşık olunacak biri misin ki âşık olayım' desem de, yalan söyledim. Sana felaket aşığım. Deseydim ki 'evet sana aşığım, karnıma kramplar giriyor seni düşündükçe ve ben benliğimi unutuyorum' söyle gider miydin? Evet, evet giderdin. Oysa ben gitmeni istemiyordum.
16:42
Gittin. Tek bir sözcüğü yine çok görerek... Git, ne gidenleri gördü şehrimin kaldırım taşları da bir damla akıtmadı içimdeki lagara, usaresinden. İşte o yüzden git, önemli olan buradan gidişlerin değil, benliğimden defoluşundur ama ben henüz seni göndermeye niyetli değilim. Keşke anlayabilseydin, anlayabileceğine inansam saniye düşünmez anlatırdım oysa benim için ifade ettiğin şeyi. Anlamazsın. Anlamamakla kalmaz, olağanüstü bir anlayışsızlıkla iki paralık edersin duygularımı. Yapmadığın bir şey değil neticede. Sen benim için şark masallarımın beyaz atlı prensiyken, ben senin için faşist bir Türk olarak kalacağım sanırım hep. Ziyanı yok. Bu tarz aptalca düşünceleri geçeli öyle uzun zaman oldu ki... Umurumda mı sanıyorsun dilin, dinin, dinsizliğin hatta ya da kimliğin? Sana hiçbir anlamda hesap soramayacak kadar kirliyim. Duygularım, hayallerim ve kalbim. Bilsen ne çok kirlenmişiz. Ama kirli değilsin sen... Yalansızsın, aldatmıyorsun. Henüz beni sevmediğini, ama zamanın ne göstereceğini bilmediğini söylediğin an, gözbebeklerimde devleşen siluetini görmeni isterdim. Belki onur kırıcı, belki sadistçe belki yaralayıcı ama ne olursa olsun dürüst kelimelere ihtiyacım var. Ve sen bana karşı ukala bir dürüstlük örneği sergiliyorsun ki olsun. Böyle de mutluyum. Kır, dağıt, parçala, yak, yağmala... Bırakma sadece, gitmeni istemiyorum.
17:00
Biraz uzansam mı acaba? Öyle yorgunum ki. İştahsızım, uykusuzum, siyah-sarı bir yüzüm ve morarmış gözaltlarım var. Ama yine de güzel bir kadınım;) en çok da bu megaloman yanımı seviyorum. Senin de kendinle barışık olmak konusunda benden aşağı kalır yanın yok gerçi. Belki de bu tuhaf bencilliğin ve egoist tavrın beni sana bu kadar çekiyor. Ruhunda dokunulmamış bir gizem var sanki. İşte tam da o noktayı yakalamaya, keşfetmeye çalışıyorum ama sarp kale gibisin. Şehrine girmeme izin vermiyorsun. Orada öylece durmuş, gidişlerimi görmeyi hayal ediyorsun sanki oysa ben gitmek istemiyorum...
17:09
Çok isterdim sana romantizmin tavan yaptığı bir yazı parçalamak... Üzgünüm ama insan bir noktadan sonra saf olan her şeye inancını yitiriyor. Neyse, romantik ya da realist fark eden bir şey yok neticede sen bu yazıyı okumayacaksın. Ama olur da şayet günün birinde okursan ve senin de duygularında bana karşı en ufak bir hassasiyetlik varsa lütfen al eline o kahrolası telefonu ve 'Ayşe sen de benim için özel ve önemlisin' de... Demezsen de anlarım. Zaman öyle tuhaf bir olgu ki, alışıyor insan her şeye... Sevmeye, sevmeksizliğe, içi boş olan sevgiye, sevgisizliğe... Can dediğinin gidişine, ten dediğinin bir başka teni sevişine... Seni de unutabilirim, senden de gidebilirim, hatta başka bir kehribar gözlü adama aşık olup, yeni yollara uzanabilirim. Ama şu an için bildiğim tek bir şey var. Gitmek istemiyorum...
Sen gitmek istiyorsan git.
En fazla bir göz daha silinir seyir defterimden. Bir mendil daha eskitir ellerim, bir ten daha geçmiş olur vücut iklimimden. Ölmüyor insan acıdan. Sen git istersen...
17:20
Durumum meşgul, benliğim (sana) uygun
Durumun dışarıda, yüreğin içimde...
bu yazıyı okurken beğendiğim bölümlşerimi bi arkadaşıma gösteriyordum. bir çok yerinde oo aynı ben gibi şeyler yazdık birbirimize. zaman dilimleri ve msn muhabbetleriyle farklı bi anlatım olmuş, yine çok beğendim, tebrikten daha çok teşekkür ederim..