Hayatım Atölye
Güneş ışıkları oturduğum taburenin üzerine tam olarak yansıyor. Güneşin sorguladığı küçük bir çocuğum, bir ayağı aksak taburede. Ben, daha çok şey yapmak istiyorum! diyorum tam da o anda kendi kendime, yeni bir şeyi bulmuş gibi. Oysa yeni değil hiçbir şey, yeni sandığımız, üzerimizden geçen yıllar, yaşlanmışlığımız. Bizi yaşlarımız da eskitemez biliyorum. Sadece üstündeki tozları alınmadan bekleyen kupkuru bir vazo gibiyiz, çiçeklerimizin suyu tükenmiş.
Biraz su bayım! diyor köşedeki kadın. Takati kalmamış besbelli halinden. Biraz su! Ölü canlara gitsin her damlası.
Bir şeyler yazmalıyım diyorum aslında, tek başıma aynı odada. Güneş ışıklarını yaymakta ısrarcı hala. Sadece biraz su! Ölü canlara taze bahar gibi azıcık su!
Hayatın güzelliklerini yazmamak hayata nankörlük olur. Doğada yürüyor, çiçekleri kokluyor, güzel yemekler yapıp yiyor ve yazıyoruz her boş kaldığımızda, hafızamızda kalanları. Bir atölye gibi işletiyoruz içimizde hayalleri.
Hayatı atölye olanların her dakikası bir anlam taşır. En küçük bir detay bile işe yarayacaktır ve işte bu yüzden bir yazar için detaylar oldukça önemlidir.
Limonu uzunlamasına kesersek daha çok suyu çıkar diyor uzmanlar. Limonu ikiye böldüğümüzde dolapta saklamak istiyorsak bir tabağa kestiğimiz kısmı alta gelecek şekilde koymalıymışız, kurumasın diye . Bakın ne güzel söylemiş söyleyen. Faydalı ve tam da yerinde...
Her şey sussun ama kalem sesleri susmasın. Yazmak için bir şeyler aradığımız gibi, okuyacak bir şeyler de arayacağız ömür boyu. Yazmak ve okumak su kadar ihtiyaç demek ki bizim için. Okunası şeyler yazmak umudu ile. Hayatını bir atölye gibi işletenlere...
8 Aralık 2013