Helal Lokma

Yiğit bir delikanlı, her gün erkenden kalkar, rabbine kulluk görevini yapmaya çalışır, bu ilahi davete güneş doğmadan ailesini de ortak ederdi.
Yine bir gün her zaman ki gibi kalktı, vazifesini yaptı, çocukları ile kahvaltısını yaptı. Eline öğle kumanyasını aldı. Hanımı ve çocukları ile vedalaşıp, Bismillah! Diyerek kapıdan çıktı. Her zamanki gibi kapıdan çıkarken bir gönül dostunun;' Ya Rabbi sen Rezzaksın, herkesin rızkını verirsin. Fakat çalışmayı da bizlere emrettin, çoluk, çocuğumun nafakası için işime gidiyorum, sen işimi kolaylaştır, yardım et, deyip işine giderse o gün akşama kadar ibadet etmiş gibi olur' sözünü unutmadan.
Yolda gördükleri kendisi gibi iş telaşı ile koşturan gece nöbet ve vazifesinden dönenler ve dükkânını açmaya giden esnaf. Hepsine selam verip, işten gelenlere rahatlık, işe gidenlere hayırlı işler diledi. Bunun yanında çöp varillerini karıştıran kedi ve köpekleri gördü ?zavallılar' diyerek onlara da acıyarak yoluna devam etti. Gözü gökyüzünde uçan kuşlara, seher vakti onların da rızk için koşturmalarına takıldı. Bu kuşlar yağmurda, soğukta ne yapıyorlar, rızklarını nasıl buluyorlar? diye aklından geçirdi.
Sorusuna yine kendi cevap verdi" Her yaratığın rızkını Allah verir, Allah korur" dedi.
Devamlı bir işi yoktu. Bazen hamallık, bazen inşaatlarda amelelik... Bir gün eşya taşırken balkondan düşüp uzun süre çalışamamış, zor günler geçirmişlerdi.
İşyeri olarak bu sefer buğday pazarını seçti. Mevsimlerden yaz olduğu için köylüler pazara bol miktarda arpa, buğday getirmiştir diye düşündü. Ayakları köylülerin ve tüccarların bulunduğu zahire pazarına götürdü.
Geniş bir meydan, yere dökülmüş yığınlar halinde arpa, buğday ve traktörlerin başında bekleyen köylüler, sabah rızıklarını can derdini düşünmeden bir arpa, buğday tanesi alabilmek için uçuşan kuşlar...
Bu koşturmalara ve konuşmalara şaşkınca bakarken "Hey amale, işin var mı?"sözü ile irkilip sesin geldiği yöne baktı. Biraz şişmanca, tüccar olduğunu tahmin ettiği adama "Evet boşum ağabey "diyerek peşinden gitti. Dağ gibi yığılmış arpalar, yanında bir kamyon, uzun bir makine ve elinde kürekle duran kendisi gibi amele olduğu anlaşılan bir genç.
Tüccarla pazarlığını yapıp işe başladılar. Karşısındaki işin kurdu olan genç hem çalışıyor hem de muhabbet ediyor.
"Arkadaş! Kendini fazla üzme, bu adamların ne işi biter, nede parası. Yarına da iş çıksın" diyerek karşısındaki arkadaşın acemi olduğunu, ona akıl vermenin gerekli olduğunu kendine bir vazife sayıp anlattı işçilik hallerinden. Bu sözler pazara yeni gelen, çalışkan ve temiz kalpli insanın hoşuna gitmedi.
'Ben aldığım parayı helal ettirmeden almam, ekmeğini yediğim adama nankörlük yapmam, çoluk çocuğuma helal ekmek götürürüm, bu işi bulamayanlar, evine ekmek götüremeyenler de var" sözleri ile tepki verdi.
Gayretli bir çalışmayla öğle paydosu gelmişti, acıktıklarını fark ettiler.
Makineyi durdurup ileride bulunan çeşmeye gittiler. Ellerini, yıkadılar, sofralarını kurdular. ?Allah ne verdi ise yiyelim' deyip evinden getirdikleri bohçalarını açtılar, güzelce karınlarını doyurup şükrettiler.
Arkadaşı;
? Şu ileride bir kahvehane var, gidip birer çay içelim"dedi.
Gittiler içerisi sigara dumanından görülmeyen ve gürültüden kimin ne söylediği anlaşılmayan bu yerde bir kenarda çaylarını içip işlerinin başına döndüler. Yine aynı şekilde çalışken, patron olan tüccarın kendilerini seyrettiğini dahi görmediler. Karşısındaki arkadaş saatin geldiğini bildirip işi bıraktı. Patron "arkadaşlar şu kamyonun dolmasına az kaldı, bunu da doldurup sonra paydos edelim" dediyse de karşısındaki; Benden bu kadar deyip işi bıraktı, hesabını kestirip gitti. Patronunun zor durumda olduğunu gören temiz kalpli yeni amele; "Tamam ben yükler bitiriveririm" deyip işe koyuldu. Yaklaşık bir saat kadar sonra, son kamyonda dolup yoluna giderken, patron çalışkan olan yeni ameleye sağ ol, Allah razı olsun deyip, parasını fazlasıyla verdi. Yüce Peygamberimizin "İşçinin hakkını, alnının teri kurumadan verin" hadisi şerifi aklına geldi ve gönlü huzurla doldu.
? Senin adın neydi?
? Adım Muhsin, dere köylüyüm.
? Benim adımda Şükrü, seni sevdim bundan sonra işsiz kalma her gün benim yanıma gel.
?Tamam, usta sağ ol, haydi hayırlı akşamlar, deyip evinin yolunu tuttu.
Akşam olmuş, ortalık kararmış herkes onun gibi çoluk çocuğuna kavuşma telaşı ile koşturuyor. Esnaf "Allah bereket versin "deyip o günkü rızkına az da olsa şükrediyordu. Yolda giderken kendisi gibi kenar mahallede oturan komşusu, memur Hikmet in oğlu Murat'ı akşam gevreği satarken görüyor;
Murat, haydi gitmiyor musun? Diye sorunca Murat "Sağ ol Muhsin ağabey şu gevrekleri bitireyim de sonra gelirim" diyor.
Muhsin yoluna devam ederken yine yaşlı komşusu seyyar manav Hamza dört tekerlekli el arabasını zorla iterken "Selamünaleyküm Hamza amca hayırlı akşamlar, işlerin nasıl gitti "diyerek yanına yaklaştı. Arabayı beraber iterken, bir yandan da sohbet etmeye başladılar.
Mahallenin az ışıklı, bol çamurlu yollarında giderken okuldan dönen çocuklar, güle oynaya okulda geçirdikleri zamanlarını anlatıyorlardı. Bu sırada Hamza amcanın evinin önüne geldiler, hayırlı akşamlar diyerek ayrıldılar.
Muhsin de evine geldi, kapıyı güleç yüzlü hanımı açıp elindeki ekmek torbasını aldı. Gününün nasıl geçtiğini, iş bulup bulamadığını ve çok yoruldun mu diye tatlıca sordu. Muhsin yorulmadığını ve akşam namazını kılmadığını bildirip hemen abdest alıp akşam namazını kıldı. Hanımı yemeği hazırlamış, baba ve oğlunun namazını bitirmesini bekledi. Küçük oğlu Azizin sınıf arkadaşı komşu çocuğu Burak ders sormaya gelmişti. Küçük oğlan dersini bildirdi. Annesi "Buyur Burak yemek yiyelim dedi. Burak yemeğini yediğini dersini yapıp yatacağını söyleyerek vedalaştı. Annesinden selam getirdiğini koşup giderken aklına gelince söyledi. Muhsin'in iki çocuğu da okuldan gelince, boş vakitlerinde, sırtlarına boya sandığını alıp ayakkabı boyamaya okul masraflarını çıkarmaya gidiyorlardı. Akşam yemeği yenip şükür edildi. Evin reisi Muhsin, eline bir kitap alıp köşeye çekilirken, gözü duvardaki tabloda Hz Ömer'in 'Bugün Allah için ne yaptın' sözüne ilişti. Yapamadım, ya Rabbim sen affet ve yapmak nasip eyle diyerek içinden dua etti. Bu arada hanımı elinde çay tepsisi ile beyinin yanına gelip çayını verdi, eline yün örgüsünü alıp yanına oturdu. Küçük oğlu Aziz, elinde yaprakları kıvrılmış defteriyle babasının dizinin dibine geldi.
?Baba ben şu problemi yapamadım bu nasıl olacak, dedi.
Baba Muhsin kitabı da getirmesini söyleyip problemi birkaç defa okuduysa da hiçbir şey anlamadığını abisine sormasını utanarak ve terleyerek söyledi. Muhsin biz okuyamadık çocuklar bari okusun diyor, onların okuması için elinden gelen gayreti gösteriyordu. Küçük oğlan dersini abisine götürürken, babası yatsı namazı için camiye çıktı. Cami avlusunda komşu ve arkadaşlarla ayaküstü sohbet etti.
Eve geldiğinde çocukların yattığını görüp bizde yatalım sabah erken kalkacağız derken, hanımı yarın ne iş yapacaksın? Nerede çalışacaksın? Diye, sordu. Muhsin ' Allah kerimdir, yarın ola hayrola' dedi.
Sabah her günkü gibi güneş doğmadan kalkıldı, görevler yapıldı, baba işe, çocuklar okul yoluna koyuldu. Muhsin yine yolda karşılaştıklarına güler yüzle selamını verdi. İçinden dua okuyarak zahire pazarına gitti. Tek gayesi helal rızık kazanmak ve çoluk çocuğuna helal ekmek yedirmek olan Muhsin biliyordu ki; ?İbadetin onda dokuzu helal kazanmak'.
Zahire pazarı dünkü hareketliliğini kaybetmiş, yerini sakin bir havaya bırakmıştı.
Dükkânının önünü süpürmekle uğraşan dünkü patronu, Muhsin in selamı ve hayırlı işler dileği ile sağına bakıp bu tanıdık selamı aldı.
?Gel Muhsin! İşin yoksa burada takıl, iş olursa çalışır, iş olmazsa dükkânda beklersin diyerek işe aldı.
Muhsin tüccarın elindeki süpürgeyi aldı, dükkânın önünü ve yolu tertemiz süpürdü, toz olmasın diye de ısladı.
Muhsin, gelen giden müşteri ile ilgilendi, gelen un, yem, nohut, buğday, arpa gibi malları taşıyıp iş bulmanın, evine ekmek götüre bilmenin sevincini yaşarken, patronu tüccar Şükrü de Muhsin gibi dürüst, çalışkan ve güvenilir bir işçi, sadık bir dost, örnek bir insan, bulmanın sevincini yaşadı. Bunun yanında Muhsin den mutluluğun zenginlikle değil; Kanaatle, dürüstlükle, mütevazılık ve Allah a güvenip, ona kulluk yapmakla, haramlardan kaçıp, hayır ve helallere gitmekle, insanlara faydalı olmanın faziletini öğrendi. Ailecek tanıştılar. Helal kazanmanın mutluluğunu bir kez daha yaşadılar. Kazandıklarını beraber yemenin, dürüst olmanın kıymetini, insanları sevmenin, yaratılanı sevmenin, yaratanı sevmeye götürdüğünü gördüler.
Büyük oğlu gayretli çalışmasıyla öğretmen lisesini kazanmış, küçük oğlu ise ilköğretim son sınıfa gelmişti. Hanımı da mahallede komşularının küçük hizmetlerinde bulunup aileye katkıda bulunuyordu.
İki odalı mütevazı bir evde huzur içinde kimseye zarar vermeden kulluk yapmaya çalışıyorlar, mahalleli tarafından da seviliyor, komşuluk haklarını gözetiyorlardı.
Muhsin, çocuklarının okuyup iyi bir yerlere gelmesi için çalışıyor ve dua ediyordu. Çocukları da üzerine düşen vazifeyi yapabilmenin telaşı içinde akşam erkenden yattılar.

07 Kasım 2011 8-9 dakika 18 denemesi var.
Yorumlar (1)