Hepimiz Değerliyiz
'Yola çıkınca her sabah,
Bulutlara selam ver.
Taşlara, kuşlara,
Atlara, otlara,
İnsanlara selam ver.
Ne görürsen selam ver.
Sonra çıkarıp cebinden aynanı
Bir selam da kendine ver.
Hatırın kalmasın el gün yanında
Bu dünyada sen de varsın!
Üleştir dostluğunu varlığa,
Bir kısmı seni de sarsın.'
( Üstün Dökmen)
Ünlü Psikolog Prof. Dr. Üstün Dökmen'in bu şiirini nasıl da severim... Dili yalın belki, sanatsal açıdan harikulade olarak değerlendirilemeyecek nitelikte ancak vermek istediği mesaj itibariyle insanı sarıp sarmalayan bir şiir...
Her yeni gün, yeni bir başlangıçtır hayatta. Ve güneşin doğuşunu gördüğümüz her sabah, varlığımıza şükretmek için bir sebep teşkil eder. Yaşamın stresine öyle bir kaptırırız ki kendimizi dünyanın bütün güzelliklerini unutur, yaşam kavgasında rol üstleniriz kendimize. Hatta bu öyle bir seviyeye gelir ki, kendimizi, mutluluğumuzu dahi önemsemez hale geliriz. Oysaki yeryüzündeki her şeyin değerli olduğu gibi, gördüğümüz her nesne, baktığımız her varlık kişiliğimizin aksidir. Gölgemizdir güneş, yakamoz ise yansıması ruhumuzun.
Peki bu şiiri neden bu kadar benimsedim?
Öncelikle şiirde insanın kendisine değer vermesi, şartsız koşulsuz, kusuruyla, fazlasıyla hoşgörüyle ve sevecenlikle kabullenmesi işlenmiştir. Bir düşünürsek eğer böyle olursa ne kadar mutlu oluruz! Boyumuz kısa olabilir, burnumuz eğri ya da fazla olabilir kilomuz. Özeniriz televizyonda gördüğümüz selvi boylu, ince bacaklı mankenlere ya da bez bebek gibi pürüzsüz ciltli, deniz mavisi bakışlı olanlara... Halbuki mutluluk cam ekranın arkasında güleç yüzleriyle pozlar veren güzellik abidelerinin giyindikleri kıyafete asılı değildir. Mutluluk ruhtadır, dış görünüşte değil, kalpte, içtedir...
Kabullensek kendimizi olduğumuz gibi, Allah'a şükretsek, sağlığımıza duacı olsak, çok şey beklemeden, aza kanaat ederek, özelliklerimizin farkına varıp potansiyelimizi zorlamasak hayat daha güzel olmaz mı?
Geçen gün bir öğrencim benimle konuşmak istediğini söyledi. Öğrencilerimle aynı zamanda arkadaş gibiyim, anne babalarına anlatamadıkları, kimseyle paylaşamadıklarını bana anlatırlar. Bizim çocukluğumuzda bir televizyon kanalında Güzin Abla vardı, derdi olanlar telefonla ararlar, Güzin Abla da sorunlarına çözüm yolları arardı. İşte kendimi çoğu zaman onunla özdeşleştiririm. Tabi ki de konuşalım dedim, boş bir sınıfa girdik. Öğrencim okulun en başarılısı ve SBS güzel geçince iyi liselerden birini tercih etme olasılığı da arttı. Hepimiz çok sevindik, emeğin karşılığını alabilmek öyle güzel ki... Bizler sevindik sevinmesine ama öğrencim o kadar mutlu değildi. Epeydir gözlemliyordum davranışlarını ama üzerine varmadım, nasıl olsa kendisini hazır hissettiğinde konuşmak isteyeceğini biliyordum. Söze nasıl başlayacağını bilemedi önce, birkaç kez kem küm ettikten sonra o aradığı cesareti bulabildi:
' Öğretmenim, büyük ihtimalle güzel bir liseye gideceğim ama korkuyorum. Oradaki çocuklar zengin çocukları olacaklar, ben ise bir köy çocuğuyum. Onlar belki beni beğenmeyecekler, dışlayacaklar. Ben daha önce hiç köy dışına çıkmadım, şehirli arkadaşlarım olmadı. Ben gerçekten çok korkuyorum öğretmenim...'
Sözün bittiği yerde ben de tıkandım bir an. Bu çocuğun böylesine içli ve düşünceli olduğunu düşünememiştim. Biraz soluklanıp başladım konuşmaya:
' İlk önce şunu unutma. Ben senin üç sene boyunca öğretmenin oldum ama sadece öğretmenin değil aynı zamanda çok yakın bir arkadaşın hatta ablan... Beraber ders çalıştık, dertleştik, tiyatro yaptık, şiirler okuduk, eğlendik, hüzünlendik ve bu zaman zarfında beni hiç üzmedin... Ağzımdan çıkan her şeyi sanki emir gibi algılayıp anında yerine getirdin, saygıda kusur etmedin; sadece bana karşı değil, herkese karşı aynıydın. Bu güzel davranışların, saygın, sorumluluk duygun o Kaf Dağı'nın doruklarında gördüğün çocukların çoğunda bulunmayan özellikler... Evet, sen bir köy çocuğusun ve bu yüzden safsın, merhametlisin, kötü düşünemezsin... Sen değerlisin oğlum hem de o kadar değerlisin ki ömrüm yettiği sürece her zaman yanında olacağım, her zaman... O yüzden böyle şeyleri kafana takmıyorsun anlaştık mı?'
Yüzünde gururla karışık bir tebessüm belirdi ancak gözleri dolmuştu, geldiğinde biraz eğikti başı ama o an karşımda dik duruyordu, dimdik...
' Siz, hayatımda gördüğüm en ama en iyi öğretmensiniz' dediğinde bu sefer gözleri dolan, ruhunda şimşekler çakan bendim...
İşte şiirde de belirtildiği üzere günaydın derken yeni bir güne, çatık kaşlı, düşünceli ve hayatın ritmine kendimizi kaptırıp da çıkmayalım sokaklara... Gülümseyelim, inadına gülümseyelim yağmur yağdığında... Korkmayalım ıslanmaktan, rüzgârdan, fırtınadan kaçmayalım... İnadına gülümseyelim ve dik duralım, her türlü zorluğa karşı ayaklarımız yere tam bassın, kaçmayalım gelgitlerden, mücadele edelim yaşamak uğruna ve pamuk ipliğine bağlı mutluluğumuzu elimizden kaçırmamak için inadına sevelim kendimizi, her şeye rağmen kabul edelim kara gözlerimizi mavi olmadığı için isyan etmek yerine... Ya da hayıflanmayalım varlıklı olmadığımıza, bir dilim ekmeği paylaşmayı biliyorsak işte budur en büyük mutluluk, işte budur yaşamanın anlamı...
Kin ve nefret yerine sevgi tohumları ekelim hayatın bereketli topraklarına... Büyüsün içimizdeki umut ağacı ve meyvelerinden nasiplenirken tüm kainat, unutmayalım dostlarımızı, kuşları, güneşi, hayatımıza renk katan, yaşamımızı renklendiren hiçbir varlığı unutmayalım... En önemlisi ise, kendimizi unutmayalım dostlar, olduğumuz gibi, öyle güzel, öyle samimi...
Ne güzel hayatın içinden dolu dolu bir yazı olmuş. Boşuna dememiş atalarımız selam kelamdan önce gelir diye değil mi Seda Öğretmenim. Gelelim eğitim konusuna. Eğitim sadece insana bilgi vermemeli değil mi, fazlası ile kişiyi hayata da hazırlamalı. Çocuklarımız okulu bitirdikten sonra sudan çıkmış balık gibi olmamalı en önemlisi de budur bence. Kutlarım yürekten güzel bir yazı kaleme almışsınız...👍